Sayfa Görüntüleme Sayısı

30 Temmuz 2013 Salı

NERELİSEN GARDAŞ



''Uzaylıyım,marsdan geldim.Sen değişik bir tipsin;vücudunda bunca kıl ve ön tarafında bu kadar büyük bir çıkıntı olan bir yaratık ilk defa görüyorum.peki sen nerelisin? ''
 
 
Tesadüf eseri muhabbete girdiğiniz yada bir işiniz için gittiğiniz yerde mecburen sorularına cevap vermek zorunda kalıp sohbetine sürüklendiğiniz kişinin soracağı ilk altın sorudur bu: ''nerelisin ? ''  ''memleket nire ? ''
Neden sorulur bu soru? bir insanın doğduğu yerde bir başkası da doğunca ne gibi bir etki yaratır insanın üzerinde?
e o zaman bütün illere pasaportla girelim ne dersiniz? ülke içinde başka bir memleket olur mu?
eğer karşındakinin doğduğu yerde doğduysan yaşadın;bütün kapılar açılır sana;
- Getir getir su  getir,çay getir,sen şöyle otur ben şimdi hüseyine senin işi hallettiriyom.eee neresindensin merkez mi? şey va dı orada en son;taşkıran çeşmesi bilin mi,duruyo mu orda o? hey yavrum bizim oraların havası,gübresi,meyvesi bi başka oliyi...''
gibi uzayıp giden muhabbetler...sanırsın ki adam almanyada çalışıyor Türkiyeden biri iş başvurusuna gelmiş.ya aynı ülkede yaşıyorsun işte bu bölge ayrıcalığı yaratmak nedendir?şuralı böyle olur,buralı böyle olur,oralı olmaz :) mesela ahçılar arasında' bu çok yaygındır;ahçı dediğiniz mi;bolulu/mengenli olmalıdır.bir ahçı orada doğmadıysa ahçı olamaz.böyle bir şartlama vardır. e elin hans'ı ne yapsın almanyada doğdu diye ahçı sayılmıyor mu şimdi?ahçı arkadaşlar birbirlerini çok tutarlar.sanki gurbette çalışıyormuşcasına etraftan kendilerini soyutlayıp birbirlerine kenetlenip birbirlerinin karnını doyurur,kimseye laf söyletmezler.
Esasında bizim içimizdeki ayrılığın yolu her gün defalarca bu soruyla (nerelisen gardaş) çizilmektedir.o birlik beraberlik görüntüleri hep popo sıkışmasındandır.Ağızlardan dökülen hepimiz kardeşiz,biriz şarkıları,şiirleri,sloganları nedir o zaman...sosyal hayatta,günlük yaşamda kimse kimsenin umrunda olmadığı gibi;yanı başında bir kadına şiddet gösteren birine cep telefonu kaydından başka bir şey yapılmaz.herkes birbirine çok uzaktır aslında; o memleketim diye adlandırdıkları iller,ilçeler,kasabalar,köyler kadar....
bir de şey vardır; marifetmiş gibi ''ben şuralıyım ha bak bizim oralardakiler böyle olur ha-şöyle olur ha...gibi''gözdağı verenler.aynı bayrak altında toplanıp yaşayan insanlar doğdukları bölgeyi ülke kabul etmiş bir de oranın insanlarının gözünün nasıl kara olduğunun ispatının peşine düşmüş olurlar.
- Nerelisin gardaş?
- İstanbulluyum abi
- Has...tir la istanbullu mu va istanbulda....
İstanbullu var ama istanbulu göç ederek dolduranlardan sayıları hiç belli olmuyor değil mi? o zaman sayalım istanbullularımızı bir çekilin,o çok sevdiğiniz doğduğunuz yerlere geri dönünde bir görelim onları.
onlara istanbulu öğretmeyin.ve de istanbul gibi bir dünya metropolünü köye çevirerek gözden düşürmeyin.gelişimini engellemeyin.arkadaşım geçenlerde demişti ki;
''abi bizim ev caminin bayağı yakınında çoğu zaman cami hocası tarafından yapılan vefat eden kişinin kim olduğuna,nerede doğduğuna ve nerede toprağa verileceğine dair anonsları duyuyorum.inanmazsın dört senedir rahmetlilerden bir tanesi de İstanbullu çıkmadı''  (?)
başka bir gerçek de; istanbul'a çok uzak bir bölgede doğmuş.on-onbeş yaşında istanbula gelmiş sözde istanbullu insanların gördüğüm yaşam savaşları.büyük bir ormana atılmış gibi...geçinebilmek için her yolu deniyen ve belki de yedi göbek istanbul'luların o naif istanbul'unu değiştiren...
İstanbul'da herkes aynı anda sifonu çekse barajlardaki durum ne olurdu acaba ? :)
özetle başından beri ''nerelisin'' sorusuna hiç haz etmemişimdir.bu soruyu ancak uluslararası bir ortamda değişik ülkelerden gelen insanlar birbirine sormalıdır diye düşünüyorum.Yine de iyimser olmaya çalışıyorum.kendi ülkesinde yaşayan kendi ırkından olan bir insana bunu soran kişiye de hep ''belki kendine göre geçerli bir sebebi vardır'' diye bakmış ama kendime bunun cevabını net olarak verememişimdir.inanın soran kişi de veremiyor.bu sorunun ayrımcılık içerikli ve taraflı bir soru olduğunu düşünüyorum.Ülkemin batısından doğusuna kadar olan topraklar üzerinde yaşayan tüm insanların ''TÜRKİYE''li olduğunu biliyor bununla gurur duyuyor ve böyle olmaktan gurur duyduklarını bildiğimden dolayı da hepsini seviyorum.
''nerelisin'' sorusunu da sadece bir ağız alışkanlığı,mizahi bir yaklaşım olarak görmek ve de yöresel yemeklere duyulan  meraktan ötürü sorulan bir soru olarak düşünmek istiyorum.



                                         

















BURAK KIRMIZITUNA VİDEOLARI İÇİN TIKLA:




26 Temmuz 2013 Cuma

KEŞKE




keşke bu sitcom'un çok dışında olsaydım.mesela herhangi bir yıldızın üzerinde falan...kimsenin beni göremeyeceği ama benim görüp duyabileceğim.dünya adını verdiğiniz o platformda sizleri izleyebilseydim.çok güler ve çok ağlardım.ve bir filmin sonunu merak edersiniz ya,bazen de sonunu tahmin eder ama yine de görmek için beklersiniz,işte öyle ne olacağını merak ederdim.yardım edememek içimi burar mıydı? zor bir soru; ama sebepsiz sonuç olmaz.nedensiz hiç bir şey iyi başlayıp kötü son bulmaz.bu sonu insanoğlunun kendisinin hazırladığını düşünür (ki yaptıklarından bunun onayını kendi elleriyle göstermiş olurlardı) ve de bu sonun Allah'ın bir takdiri olduğunu kabullenirdim.
iyilikleri ve kötülükleri tartınca bunun değerlendirmesini yukarıda  adımıza yapan birilerinin, dünya için tam bir kabus olduğumuz sonucuna varmasını inanın tuhaf karşılamam.vücudun savunma sistemini çökerten ne hastalık varsa onun gibiyiz dünya için.belki dünya ile arasında ışık yılı uzaklığı olan yaşam diyarlarında yaşamayı bizden çok daha iyi başaran ırklar vardır.belki bizler hayatlarını çok kolay ve lüzumsuzca harcayan, hayatın ve bize sunulanın zevklerin bir türlü tadını çıkaramayan yüz karası bir koloniyizdir.
arada sırada o yıldızdan inerek aranıza karışıp riyakarlıklara,yalnızlığınıza ve sevgi sandığınız o yalan hissiyatlara  kollarımı birbirine kavuşturmuş bir şekilde yanı başınızda şahitlik etmek isterdim.sonra da hani denizin dibinden nefesinizin son bir kaç saniye kalası bitmeden su yüzüne çıkmanın acelesini ve gayretini yaşarsınız ya;işte öyle o yıldızıma geri dönmek isterdim.
kavram karmaşalarının yaşandığı ve her şeyin komplike olduğu bir yerde gerçekten iyi yaşamayı hak eden ve bunun için insan olmanın gerektirdiği her türlü sorumluluğa  göğüs germiş bir avuç insanoğlunun günahı ne olacak işin acı tarafı? keşke onlar için yıldızımdan bir halat uzatabilsem....o zaman içerisinde bunu düşünmek çok geç olacak.bunu o raddeye gelmeden önce düşünmek en doğrusu olmalı.bense bu sitcom'un bir figüranı olarak sizlerle bu yeryüzü cehenneminde sevgi ve anlayışın tek kurtuluş yolu olduğunu ispatlayamadan yok olup gideceğim.
''Göğü, kitab dürer gibi dürdüğümüz zaman, yaratmaya ilk başladığımız gibi, katımızdan verilmiş bir söz olarak onu tekrar var edeceğiz. Doğrusu biz bunları yaparız. (ENBİYA/104)
(Ey Muhammed!) De ki: "Allah sizi diriltir. Sonra sizi o öldürür, sonra da geleceğinde şüphe olmayan kıyamet gününde (diriltip) bir araya toplar. Fakat insanların çoğu bilmezler. (CASİYE/26)
Olacak vak'a olduğu zaman Onun oluşunu yalanlayacak kimse yoktur. (VAKİ'A/1-2)
Herhalde size vaad olunan kesinlikle olacaktır. (MÜRSELAT/7







Bu kitabı ve ölçüyü hakla indiren Allah'tır. Ne bilirsin, belki de kıyamet saati yakındır! (ŞURA/17)
İnsanların hesab (görme) zamanı yaklaştı. Onlar ise hâlâ gaflet içinde, yan çizip aldırmıyorlar. (ENBİYA/1)
Yaklaşan yaklaştı. (NECM/57)
Onlar sadece bir tek çığlığa bakıyorlar, bir çığlık ki, onlar çekişip dururken kendilerini yakalayıverir. O zaman bir vasiyette bile bulunamazlar. Ailelerine de dönemezler. (YASİN/49-50)
Doğrusu bu azap onlara ansızın gelecek de kendilerini şaşırtacaktır. Artık ne geri çevrilmesine güçleri yetecek, ne de kendilerine mühlet verilecektir. (ENBİYA/40)
Artık onlar, kıyamet saatinin kendilerine ansızın gelivermesine mi bakıyorlar? Şüphesiz onun alametleri gelmiştir. Artık kıyamet kendilerine gelip çatınca anlamaları neye yarar? (MUHAMMED/18)
Onlar kendileri farkına varmadan ansızın kıyâmetin başlarına gelmesini mi bekliyorlar? (ZUHRUF/66)
Hem o kıyamet günü görürsün ki, Allah'a karşı yalan söyleyenlerin yüzleri kararmıştır. Kibirlenenlerin yeri cehennem değil mi? (ZÜMER/60)''



20 Temmuz 2013 Cumartesi

HANZOYUM - EZİĞİM - ÖZENTİYİM.




Hep şeyi merak etmişimdir; bu kadar televizyonlara,karikatürlere konu olan tiplemelerin kendileri olduğunu fark etmeyen yada fark etmek istemeyen insanların ruh-i haliyetlerini....
ergenlik çağımdan bu güne kadar hareketlerimden,konuşmamdan,dış görünüşüme kadar her şeyime muazzam bir dikkat ve titizlik göstermişimdir.sanırım bunun nedeni;kimseye kendimi güldürtmemek,var olma cabası ve toplum içerisinde iyi bir nam ile konumlanmak olmuştur.
herhalde kimse dışlanmak veya her adım attığında garipseyen gözlerle karşılaşmak ve de varlığıyla toplumun huzurunu kaçıracak bir tip olmak istemez.bunun için inadına bilinçli bir çaba sarf etmez diye düşünüyorum.peki insan neden kendine özenmez,dikkat etmez ?
esasında o hale giriş,bilmemezlikten yada özenmekten de kaynaklanıyor çoğu zaman...bu bilinçsizlikle büründüğü karakterin çok iş yapacağını sanan yada bu karakterle toplumdan bir nevi  yer edinememenin acısını çıkaran insanların neredeyse tamamı etrafa madara oluyor.bununla birlikte ''yalnız'' kalıyor.ucu biraz cehalete de dayanıyor anlayacağınız.
peki hiç mi bu insan alıcı gözle aynaya bakmıyor.insan kendini herkesten daha iyi tanır.yahu her olaya hatta dizilerin karakterlerine bile konu olan bir tipin kendine çeki-düzen vermeme inadını anlayamıyorum ben.millet gülüyor öyle tiplere,alay ediyor,tiksiniyor,dışlıyor.e peki neden değişmezsin anlamam.

daha da ilgincime giden bu tiplerin paralı olanlarının flört hayatının çok iyi gittiği olmuştur :) bunlarla çıkıp iki kuruş söğüşlemek için beraber olup dayak yemeyi,küfür yemeyi,baskı altında olmayı kabullenmiş hatunların talepleri beni hep şaşırtmıştır.özgürlüğün ve saygınlığın yoksa giydiğin o versace'ların,taktığın gucci gözlüğün,sürdüğün bvlgari parfümün ne değeri vardır ki...bir de daha büyük gaflete düşüp evlenenler vardır; sonra da ''ilişkimde şiddet'' var diye koşturarak boşanmak için mahkemeye gidenler.
ya adamın tipinden belli at hırsızı gibi; e ne iş yaptığını da flört döneminde öğrenmişsindir.e peki neden vazgeçmessin? para bu kadar tatlı mıdır?ne oturmayı ne kalkmayı bilir,insanların içinde paylanırsın,dangalakca esprilerin konusu olursun,üzerine başka kadınlar gelir,senden hizmet bekler;insan yerine konmazsın ama yine de beraber olursun. bu tür insanlara ne demeli bilemem.
Paralı hanzoların gittikleri mekanlarda çektirdikleri işkence de cabasıdır.hep memnuniyetsizlik içerisinde olup etrafında fır dönen garsonlara ''gülüm'' , ''birader'' , ''arkadaşım'' gibi hitaplar sarf ederler.arada bir yüksek sesle ''hu ha haaaaaaa'' şeklinde bilinçsiz kahkahalar atarlar.bilmezler mi; suratlarına söylenemeyenleri oradakiler içlerinden gidene kadar söyleyecektir.ben olsam anlarım :)
''KIRO'' ünvanını hak etme nedenlerinin; abartılı saç şekli-giyim kuşamla,her ortamda takındıkları rahat hareketlerle,sokakta tek yürüyen hatunları sözlü tacizleriyle,bir apartmanda bile nasıl yaşanacağını bilmeyişleriyle, toplu taşıtlarda göstermiş oldukları (halk diliyle) fortçuluklarıyla, kişisel temizliğine dikkat etmemekle, saygısızlıklarıyla, kahve köşelerinde dedikodu yapmakla, başkalarının haklarına bilerek tecavüz etmekle,duygusallığı ve gözyaşını kendine çok uzak görmekle, insan gibi konuşarak uzlaşmadan anlamamakla, toplum düzenini sağlayan genel yaşam kurallarını hiçe saymakla bir alakası olmuş olabilir mi?
Kendini bilmemek;gerçekten ''kötüyken'' kendini ''iyi'' sanmak kadar talihsiz bir şey yok.Allah'a şükür kendimi bilecek kadar aklım-başım yerinde.

 
 
 














BURAK KIRMIZITUNA VİDEOLARI İÇİN TIKLA

http://www.dailymotion.com/tr/relevance/search/burak+k%C4%B1rm%C4%B1z%C4%B1tuna/1








 

10 Temmuz 2013 Çarşamba

PİŞMANLIK


 
Günlerden bir gün, Kırlangıcın biri bir adama aşık olmuş.

Adamın penceresine konup şöyle demiş:
"Ben seni çok seviyorum. Lütfen pencereyi açıp beni içeri al da birlikte yaşayalım".

Adam cevap vermiş:
"Olmaz öyle şey. Sen bir kuşsun. Bir kuş, bir adama aşık olur mu?".

Kırlangıç bir süre sonra tekrar gelmiş:
"Lütfen pencereyi açıp beni içeri al. Birlikte yaşarız. Hem ben sana dost olurum. Hiç canın sıkılmaz. Birlikte yaşar gideriz"

Adam yine "Olmaz alamam... Git başımdan" diye cevap vermiş.

Zaman geçmiş... Sonbahar yaklaşmış... Kırlangıç üçüncü ve son defa penceresinin önüne konup adama tekrar şöyle demiş:
"Lütfen beni içeri al. Artık soğuklar da başladı. Dışarıda kalamam. Biliyorsun ben sadece sıcak havalarda yaşayabilirim. Beni içeri almazsan başka sıcak ülkelere gitmek zorunda kalırım. Lütfen beni içeri al da burada kalayım. Birlikte yemek yer, omuzuna konar, seni neşelendirir, sana yarenlik ederim. Hem sen de benim gibi yalnızsın..."

Adamsa: "Derhal git başımdan. Ben yalnız kalabilirim" demiş ve kuşu kovmuş.

Adam, kırlangıç uzaklara gittikten sonra düşünmüş: "Ben ne akılsız bir adamım...Ne kadar kibirliyim... Niye kırlangıçla birlikte kalmayı kabul etmedim? Ne güzel olurdu halbuki, yalnızlığıma ortak olurdu..."

Adam pişman olmuş ama iş işten geçmiş. Kendi kendine "Nasılsa sıcaklar başlayınca kırlangıcım yine gelir, ben de onu içeri alırım. Birlikte mutlu bir hayat süreriz" demiş. Ve penceresini sonuna kadar açıp beklemeye başlamış. Yaz gelince kırlangıçlar da dönmeye başlamış. Ama onun kırlangıcı gelmemiş.

Yazın sonuna kadar penceresini hiç kapatmadan beklemiş ama boşuna... Kırlangıç yokmuş... Dönen Kırlangıçların birine sormuş onu. O da "Ne zaman gördün onu en son?" diye sorunca adam, "Sonbahara girerken, yaklaşık 5 - 6 ay oluyor" diye karşılık vermiş. Kırlangıç durumu anlamış ve de adama demiş ki : " Kırlangıçların Ömrü zaten 6 aydır"



Gidenler;sırf kendi kendimizi yenemediğimiz için bilinmeze terk ettiklerimiz.burnumuzun önünü görmediğimiz hallerimiz sakin bir kafayla düşününce ne kadar komik değil mi? aslında nedense kendi kendimizi cezalandırmamız bu...hiç bir şeye şans vermememiz ve hayatın tadını çıkarmamakta inad etmemiz.insanoğlu'nun içine nüksetmiş anlam veremediğim güdü'lerinden; umursamazlık,istemek ama belli etmemek,kimseye ihtiyacı olmama tavırlarıyla doğanın kanununa lüzumsuz bir baş kaldırış.
Bir komedi de; bir kenarda birinin size Aşk'tan ve mutlu olmayı isteme söylemlerini tebessümle dinleme faslı olur... Bir çok defa başıma gelmiştir sevgiyi ve yalnızlığını sorgulayan arkadaşlarımın benimle paylaşımları. ve  tebessümle dinleyerek içimden  geçirdiğim ''Kendin için ne yaptın acaba? Ego'nu tavan yaptırmaktan başka'' şeklindeki beyin fırtınalarım... 
Kendine ve etrafta mutlu olmayı bekleyen insanlara kaddarca davranıp kendine biçilmez bir değer verip kendini soyutlayıp sonra da her şeyin iyisine layık olduğunu düşünmek nasıl bir abukluktur?   ''ne veriyorsun ki ne bekliyorsun? ''  ''birinin tarlasına yağmur olup yağıyor musun? '' gibi doğru klişeler aklıma geliyor.
İşin özeti; son pişmanlığın hiç bir işe yaramadığıdır.öleni getirmez,uzağı yakın etmez,kırılan kalbi tamir edemez.sadece kişiye kalp'te asla geçmeyecek bir sızıyla bir hayat geçirme vaad eder.esasında insanın kendi dünyasını dar etmesi kendi ellerindedir.şu an ne yaşıyorsa kendisinin yarattığı dünyanın getirisi gerçeği açıktır.
Bir dost edinmek için,birini sevmek için,kendinize bir şans vermek için ne kadar daha zamanınız kaldı acaba?yapmadıklarınız hemde bile bile kendinizi mahrum bıraktığınız şeyler için ruhunuz size ne gibi bir haksızlık etti de bu cezayı kendinize verdiniz? insanların ''yalnızlığı'' ve birbirine olan ''uzaklığının'' ve akabinde gelen ''pişmanlıklarının'' tek nedeninin kendi tercihleri olduğunu biliyorum.Durup bakmak sadece etraftaki cansızlara mahsustur.Sevmek ve bunun için hareket etmekse insanlara.....
--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

''İlla sevdiğiniz birinin hasta mı olması gerekir yada uzaklara gitmesimi kıymetini bilmeniz için.......veya ona"seni seviyorum"demeniz için ölmesi mi gerekiyor.canınızın yanması mı çok geç olması mı lazım sevdiklerinizle beraber geçirdiğiniz mutlu günlerin değerini anlayabilmeniz için...yoksa sonu hüzün ve ayrılıkla biten bir aşk filmi mi izlemeniz gerekiyor ona sarılmanız için.sevgiliniz ne olunca yada ne zaman aklınıza geliyor.ne zaman sarıyor içinizi onu kaybetme korkusu.peki sen onun kokusunu değişmeyen,onun sıcaklığı olmadan uyuyamayan sen;şimdi kime aynı hisleri besliyorsun.canımız mı sıkılmalı bir telefon için.bir sevgiyi kazanırken ağlayacağımıza kaybederken mi yine ağlamalı? ''(14 kasım 2012)


 




 















BURAK KIRMIZITUNA VİDEOLARI İÇİN TIKLA

http://www.dailymotion.com/tr/relevance/search/burak+k%C4%B1rm%C4%B1z%C4%B1tuna/1
http://www.songaz.com/videosearch.asp?search=burak%20k%C4%B1rm%C4%B1z%C4%B1tuna