Sayfa Görüntüleme Sayısı

30 Haziran 2013 Pazar

AZERİ İLE EVLİLİK ÇOK ZOR OLURDU HERHALDE.


 


Azerbaycan'ın adını iş yerinde telaffuz etmeye başladığımızda yani 1992-1993 yllarında, orası bizim için kapalı bir kutuydu. Azerbaycan, çok çok eski olan Rus cihazlarından oluşan haberleşme ağını yenilemeye,köylerine, kasabalarına telefon hizmeti götürmeye çalışıyordu. Tabii dünyaya pencerelerini açtıktan sonra da ilk iş olarak; dil, kültür, din birliği olan kardeş ülke Türkiye'den yardım istemişlerdi.Bizler de Türkiye'nin en önemli iki telekomunikasyon şirketinden biri olarak güzel projeler yapmak için kolları sıvadık.İlk defa Direktörümüzün Azerbaycan ile telefon konusmasına şahit oldugumda şok oldum. Konuştuğu kişi dönemin Haberleşme Bakan Yardımcısı' idi ve bizim patron, hiçbir samimiyeti olmamasına rağmen "sen" diye hitap ediyordu. Azerice'de "siz" kavramı yoktu. Görüştüğünüz kişi Bakan da olsa "sen" diye konuşabiliyordunuz. Birinci dersimizi aldık. Karşılıklı görüşmeler için Bakü' ye gittik. Havaalanında dakika bir, gol bir hatamı yaptım: üniformalı birini göstererek, Azerice'de benden daha tecrübeli bir arkadasıma "bu adam subay mi?" diye sordum. Arkadaş: "sus, adamı peşimize mi takacaksın, burada subay bekar demek" dedi. Bizdeki "subay" ne demek söylemedi. Bizi karşılayan Azeri arkadaş, arabaya binerken kendisinin dalda (arkada) gideceğini benim de kabaga (önde) oturmamı söyledi. Otelin önüne gelince şoför; "abla sen burada düş, ben arabayı saklayıp gelirim" dedi. Yani ''ben ineceğim, o da park edip gelecek''  demek istemiş.Sonra düşmenin inmek yerine her yerde kullanıldıgını "merdiveni boşver, gel asansörle düşelim" dediklerinde daha iyi kavradım. Ama bunu bilmeyen arkadaşlarımız Azerbaycan Havayolları ile yaptıkları bir ucuş sonunda, Bakü' ye beş dakika içinde düşecekleri anonsu ile hayatlarını film şeridi gibi bir-iki saniye izleme firsatını bulmuslar. Bir diğerimiz de Bakü' ye telefon edip montaj ekibimizin varıp varmadığını öğrenmek istemiş, telefondaki Azeri: "uçak Bakü üzerinde fırlandı, fırlandı, Sumqayit' e düştü" demesiyle feryat figan ortalığı birbirine katmıştı.Anladık ki uçak Bakü' ye inememiş, bir iki tur atıp, başka bir şehre inmiş.Azeriler çok misafirperver. Herhangi bir ikramı reddetmek çok ayıp. Sizi ağırlamak için paralanıyorlar. Altı saat boyunca yemek yenilebiliyor.Bizi o dönemin gözde bir lokantasına götürdüler.Adı Gülistan. Ordan burdan konuşulurken, çok değerli bir şairlerinin başka bir ülkede rahmetli oldugunu ve sümüklerini Bakü'ye getirmeye çalıştıklarını söylediler. Biz yine anlamsız anlamsız bakınca,sümüğün kemik anlamına geldiği ve Türkçe sümüğün karşılığının da "burun suyu" olduğu anlaşıldı.Sonra bana sümüklü et (pirzola) sipariş edildi. şu anda Bakü'deki Migros yani ???????? Store'un camlarında "sümüklü et şu kadar, sümüksüz et bu kadar" ilanlarını görmek mümkün. Bu arada garson yanımıza yaklaştı ve yan masadaki adamların ''arkadaşımızı Sefer Bey'e okşattıklarını'' söyledi. Tabii okşanmaya maruz kalmış arkadaş da kolay kolay okşanacak bir tip degil.Bıyıklı ve iri cüsseli olan arkadaşımız acayip bozulup, "kim okşatmış beni, bu da ne demek" şeklinde horozlandı. Okşatmanın - benzetmek oldugunu zar zor anlayarak rahatladık. Rus kızlarin dansları ve "Ada Vapuru Yandan çarklı" şarkısi eşliğinde yemeğimizi bitirdik. Ertesi gün seherde bizi otelin kabagindan aparacaklarını söylediler. Yani sabah, otelin önünden alınacaktık.
Hava alanına vardık ve her şey için teşekkür edip içeri geçtik.detektörün başındaki görevli ''Sefer'' beye:
''Üzerinizde yaraq  gibi tehlikeli aletler var mı?'' diye sorunca adamcağız alı al-moru mor oldu.Türkçe anlamını düşünmek bile istemedik zira sefer bey o anlamda kabul etseydi kelimeyi kendisi çoktan ''evet var'' deyip çıkarıp göstermişti.hemen cep telefonundan yaraq'ın Türkçe anlamına baktık:  ''silah'' demekti.O günden sonra  bu dil karmaşasının ülkeler arası politik gerginliğe bile neden olabilecek durumda olduğunu anlamış oldum.
                                         


ETİ reklamı Türkçesi

bir bilmecem var çocuklar
-haydi sor sor
çayda, kahvaltıda yenir
-acaba, nedir nedir?
bisküvi denince akla
-tamam şimdi buldum
hemen onun adı gelir
-eti eti eti!

ETİ reklamı Azericesi

Bir sormacam var balalar
-Gaydi gaptır gaptır
Çaya gaamaltıya gatar
-Dimeli nedir nedir
Miskimit denince ahla
-Tamam şindi gaptım
Heman onun adı düşer
-Eti Eti Eti !
                                            

 
modern folk üçlüsünün bir konserinde anlatmışlardı bu hikayeyi .

Azerbaycanda bir konsere giderler ve geceleyin otel odasında oturularken viski içmek isterler..
Resepsiyona telefon açarlar ve ''buz ve bardak'' isterler.

Aradan zaman geçer ne gelen vardır ne giden..
Tekrar telefon açar ve isteklerini yinelerler..

Bir süre sonra bir görevli gelir elinde bir buz kovası ile ve gayet ciddi sert bir ifade ile

-"buzları getirdim,bardaklarıysa siz kendiniz bulacaksınız" der.
Kimse bir anlam veremez bu söze ....

"bardak" azerice de "Hayat Kadını" anlamına gelmektedir.
 
 
 

29 Haziran 2013 Cumartesi

BU YOL NEREYE GİDER ?



Kesişen yollarda bulabilmektir onu ( ''o'' ne istiyorsandır) sonra yoluna katıp beraber yol almaktır hayat,belki mutluluk.
Yol ; o yolun yolcusuyla anılır.yolunu yapmakla ayıplanır kimisi.birisine bir şey ima etmekle döşemek ister yolun kaldırımlarını.
Yol ; işine gelmektir.işine geldiğini duyarsın,işine geldiğini yanlış anlar,işine geldiğini yok sayarsın.Yol senindir. rotan,yolcuların ve az-buz tahmin ettiğin yoluna çıkacaklar senin....bu da yolsuzluktur aslında.
Yol ; insan suratıdır bana. kimi şehir yoludur pırıl pırıl kimi köy yolu yorgun,cefakar...
Yol ' da yol alan o yolun yolcusu olmayabilir,her yürüyen yolcu olmayabilir şu kalabalıkta.
Yol ' dan çıkmak bazen dostunun omuz atmasıdır bazen yol'unu bulanın , bazen takdir-i ilahisidir yolunu kısaltanın.
Yol benim , yalnız gitmek isterim.o yolda bir durak,bir istasyon olsun insanlar ve ben ve onlar istediklerimizi alalım birbirimizden.sonra ve bazen tekrar bir yol üstünde buluşalım.
Yol ' a dökülen bir su ol sen ve ben yolun sonunu görmek için dönmeyeyim.
Yol ; asla gidiş-geliş olmasın bana bırakın üzerinde öleyim.
Yol  bana nasıl davranırsa öyle davranayım; dikleşiyorsa üzerine sertçe basayım mesela...
Benim Yol'um kalbe giden yol olmalı.giderken söyleyeceklerim mızrak gibi saplanmalı.acıtsa da doğru olmalı hatta yolumdaki yalanlasa da........ Ve hiç bir Yol'a benzememeli,yolumdan bahsedilirken ; ne alternatif yol, ne üst geçit, ne alt geçit, ne tünel, ne yan yol sanılmamalı; ''Bilemem Gökyüzündedir'' denmeli mesela.......
Yol'umdan giderken önüme hiç bir gişe çıkmamalı,maddi bir bedel almamalı benden ve hiç bir trafik kuralı bana doğrusunu kabul ettirmeye çalışmamalı.o yol'u gitmek isteyenin bedelini kalbinde taşıdığını görmeli. Ve bazen ''o an''  birinin doğrusunun ''en doğrusu'' olabileceğini........

  
  
   BU YOL NEREYE GİDER ? :
   Yol bir yere gitmez,o bir susma biçimidir.


 
 
BURAK KIRMIZITUNA VİDEOLARI İÇİN TIKLA                                                              
                             

23 Haziran 2013 Pazar

SEN DÜNYA'ya ÇOK ÖNEMLİ DERSLER VERDİN. AMA ÇOĞU SINIFTA KALDI.

- Arşivimin en değerli köşesinde bulunan albümünü aldım (thriller) ve cd player'a koydum.Çok özel bir yazı olsun istiyorum.sana yakışan ve benim duygularımın samimiyetini yansıtabilen bir yazı...nerden başlayacağımıysa bilemiyorum.seninle ilk tanışmam 1988'de olmuştu.(sinemada) o dev perde de sen devleşmiş seksen dakika beni hipnotize etmiştin.(Moonwalker) her şey tesadüftü halbuki...Babamın ''Rambo'ya mı girelim yoksa şurda müzikal bir film var ona mı?'' diye soruşunu hiç unutmuyorum.afişe bakıp ''Şu zenci fena değil hem uzay gemisi falan da var buna gidelim'' demiştim babama.o zaman ben on üç yaşındaydım.şimdi otuz sekiz yaşındayım.seni hayatımdaki en özel yerde hak ettiğin şekilde saklamaya devam ediyorum.yaşadıkca da seni hep yanımda taşıyacağım.
şunu söylemem gerekir ki uğradığın haksızlıklar bir yana,seni anlamayanlar,karalamaya çalışanlar v.b. Beni en çok kızdıran hep ne olurdu biliyor musun? senin yerine onu-bunu alternatif göstermeleri.bu kadar kolaysın yani;herkes sen olabilirmiş gibi.
- Sen Mike; sen çok özelsin.kalbin çok özel.ülkendeki ve dünya üzerindeki hiç bir sanatçı senin için tek bir kötü kelime söylemedi bu güne kadar.O kadar herkese  örnek olmaya çalıştın ki duygusal bağlamda... ölümün için röportaja gidilen kişilerin cümleler boğazında düğümlendi,göz yaşlarını tutamadılar.ne zaman ülkemde bir tv kanalında ağlayan bir çocuk görsem yada hasta veya bir doğayla alakalı bir sorun inan senden başka kimse gelmiyor aklıma.''şimdi mike olacaktı ki ne kadar üzülürdü bu durumlara'' diyorum.dünya üzerindeki tüm çocuklar ve hayvanlar (özellikle maymun ve filler) öksüz kaldılar.

- ''WE ARE THE WORLD'' mike !  bu şarkıyla birbirimize haykırmadık;şarkı öyle büyüktü ki dünya dışına sesimizi duyurmaya çalışıyorduk : ''Biz dünyayız,Biz çocuklarız,Biz günü daha da parlaklaştıranlarız.'' senden sonra buna benzer çoğu şarkı ve mesaj yerini bulmadı çünkü sen yoktun.senin her şeyde ortaya koyduğun yüreğin artık yoktu.
- şunu diyenlere: ''hep bu özentiler yabancı sanatçılara ilgi duyarlar sanki kendi ülkelerinde sanatçı yokmuş gibi'' vereceğim cevap şu olurdu ;
''Çok değerli sanatçılarımız var,farklı tarzlarda kendine has sanatçılarımızda var ama bıraktıkları etkiler,yapıtlar,sosyal sorumluluk projeleri kendi çaplarında.o çap ancak kendi çevrelerini kapsayacak kadar dar.Fakat Mike olunca işler değişiyor;  bu iş (MÜZİK) sanki ona ALLAH tarafından bahşedilmiş bir görev. ALLAH bu görev aracılığıyla insanlara doğruyu-güzeli aşılama misyonunu ona layık görmüş...zaten böyle bir ayrıcalığın herkese verilmesi işin basitleşmesine ve amacın yolundan sapmasına neden olurdu.böyle bir sınıf'a dahil olmak bin yılda bir gelen bir döngü bence...hani deriz ya ''böyle bir insan dünyaya bir kere gelir'' diye .Tarihede bakarsak olayların başını çeken ve bu olaylarla kahraman olmuş belli-başlı insanları sayabiliriz.Mike'ın üzerinden yaydığı etkinin çapı çok genişti ve bu bahşedilmiş özelliği (MÜZİK becerisini) çok iyi ve yerinde kullanıyordu.MÜZİK ile dünya sorunlarına müdahele edebiliyordu.ben de isterdim yaşadığım topraklarda bu bütünlükte olan bir kimse düyanın hemen hemen tümüne müziği vasıtasıyla hitap etsin.örnek ve gözde olsun.''
- İlk sahne deneyimimi senin dansın'la yaşamıştım.şimdiyse şarkılarımın mısralarında bir kaç kaybettiğim değerli insanla birlikte senin ruhun dolaşıyor.seninle tanışamadım,elini sıkamadım ama 23 eylül 1993 tarihinde inönü stadyumunda on metre ötemde performansını sergilerken seni nefesimi tutarak izledim ve o akşam  müzik adına çok önemli dersler aldım.hayatımdan bahsederken atlamadan geçmeyeceğim önemli bir detay olarak kaldı o show.
- Ve sevgili ağbeyin ''jermaine jackson'' ile basına kapalı özel bir davette tanışmamdan çıkardığım tek teselli sana söyleyeceklerimi ona söylemem oldu.anladım ki sizin ailede kibarlık ve saygı genetikti.jermaine çok çökmüştü ve üzgün duruyordu.ona jackson five'ı,michael'ı tanıtıktan sonra dinlemeye başladığımı ve Michael'ın benim için önemini kısacık anlatmaya çalıştım.genelde beni gözleri yere çevrik bir şekilde kafasıyla onaylayarak dinledi ve onunla tanıştığıma müteşekkir olduğumu ifade edip yanındakilerle onu başbaşa bıraktım.bu tanışma benim için büyük bir onurdu.ABD'nin 40. başkanı (1981-1989) Ronald REGAN michael'ı ve jackson five'ı ''Amerikan Rüyası'' olarak ifade etmişti.o rüyayla göz göze gelmenin heyecanı ve keyfini siz düşünün artık.
- MİCHAEL JACKSON ; dünyanın bir numaralı pop müzik sanatçısı.içine kapanık duruşu ve müziğiyle-dansıyla kendini ifade etme özgürlüğünü sonuna kadar kullanan kişi.Müziğin gücünün insanları nasıl birleştirdiğinin en büyük ve güzel delili MİCHAEL JOSEPH JACKSON - 29 AĞUSTOS 1958 / 25 HAZİRAN 2009
- Evet sevgili mike; şu an karşında durup yüzüne bakarak şöyle dediğimi hayal ediyorum :
''seninle geçen yirmi beş senelik hayatımda halının üzerinde ''Moon walk'' yapacağım diye bir sürü çoraba yazık ettim ama asıl yazık olan; tv izlerken bir anda karşıma çıkan ölüm haberinin yerle bir ettiği dünyamdı.sen benim müzik dünyamdın,hayal dünyamdın,cesaretimdin,güç gösterimdin,bu dünyadaki tüm sessiz bakışların diliydin.o haziran akşamı tv'nin önünde yere dizlerimin üzerine çökerek karşıladığım  ölüm haberin bende çok derin bir iz bıraktı.burda yaşadıklarımı ve şu an ki halimi ifade etmem çok zor.bu satırlara sığdıramadığım anılarımızı,yalnızlıkla dolu günlerimizi ve bana verdiğin ilhamı son nefesime kadar içimde bir yerlerde saklayacağım.senden ayrılmak çok zordu şimdi bile zor.hoşçakal.''
                                                                                      
                                                                                         ......Aşk Sonsuza Dek Yaşar.
                                                                                          MİCHAEL JOSEPH JACKSON



 
 
 
 









 


 


 
BURAK KIRMIZITUNA VİDEOLARI İÇİN TIKLA:
 
http://www.dailymotion.com/tr/relevance/search/burak+k%C4%B1rm%C4%B1z%C4%B1tuna/1

18 Haziran 2013 Salı

BELKİ BEN DE ONLARDAN BİRİYİMDİR.




14 Haziran 2013 cuma günü gece saat tam 3.00'de üst katta bulunan yatak odamdaki yatağımdan midemdeki sancılarla uyandım. Acayip karışık rüyalar görmüştüm; çığlıklar,savaşlar,birbirini dövenler,yılanlar,yıkık binalar v.b Dışarıda şimşek çakıyordu. Yaz'a girdiğimiz bu sıcak günlerde havanın dönmesi ilginç geldi. Gök tepeme düşecekti sanki o derece...
Ayağa kalkıp pencereye doğru gittim, kafamı hafifce uzatıp dışarı baktım. Gece vakti hiç böyle parlak bir gökyüzü görmemiştim. Simsiyahtı yukarısı, yıldızlar korkup kaçmıştı, bulutlar yere düşmüş sis olmuştu, gökyüzünün tek hakimi şimşeklerdi bu gece...
Pencereyi elimle itip kapadım. Arkamı dönüp yatağıma doğru giderken; ''TAKK'' diye pencerenin açılmasıyla irkildim. Geri dönüp pencereyi tekrar kapadım. Tekrar yatağıma doğru ilerledim ve yatağın içine süzüldüm. Havanın yağmuru bir yana bir de soğuğu vardı. Ayaklarım buz kesmişti. İnce yorganı omuzlarıma doğru çekip yüzümü oda kapısına sırtımı pencereye dönük yattım. Ne kadar zaman geçti bilmiyorum,''TAKK'' diye çarpma sesiyle tekrar uykumdan uyandım. Üşeniyordum yataktan çıkıp camı kapamaya. Yorganı üstümden attım pencereye döndüm ki tüylerim diken diken oldu, ağzım kurudu. Pencereden, uzun-zayıf bedeninin taşıdığı kocaman kafasındaki iki iri gözle bana bakarak pencereden giren bir ''ŞEY'' gördüm. Neydi bu ? Hemen bildiğim dualardan başladım okumaya. Bunun üzerine şeyden ''hırıltılar'' gelmeye başladı. Konuşma gibi değil, göğüs hırıltısı gibi. Yavaşça yatağımın sağında bulunan çekmeceye ulaşmak istedim. Çünkü  orada cep telefonum vardı, belki görüntü alabilirdim. Usulca cep telefonumu aldım elime; kapalıydı. Oysa ben telimin şarzlı olmasına çok dikkat ederim. Telefonumun kapanmamasına çok özen gösteririrm. Açma düğmesine bastım açılmadı,tekrar-tekrar bastım açılmıyordu.
Bu arada bu ''ŞEY'' benle olan mesafesini iyice kısaltmıştı, yatağımın ayak ucuna bir metre kala ayakta beni izliyordu. Vücudunda hiç çıkıntı yoktu; düz gri renkte tüysüz bir vücut yapısı vardı; bir tavşanın tüylerinin olmadığını düşünün işte öyle. El ve ayak parmakları beş adetti ama burnu yoktu mesela. Kafasının iki yanında kulağı da yoktu ama kafasının üstünde sağlı sollu solungaç şeklinde açılıp kapanan delikler vardı. Yatağımda oturur pozisyona geldim. Ve bu sessiz bekleyiş beni çok tedirgin etmişti. Yardımcıma seslenmeye başladım.''Hatice'',''Haticeeeee !!!''. Bu esnada bu ''ŞEY'' den gelen hırıltının sesi beni bastırırcasına yükseldi. Sol elini havaya kaldırdı. Odanın içi üç boyutlu sanal bir ekranmış gibi görüntülerle doldu. Havada uçuşan görüntüler: Bir köprüsüydü tam havada gördüğüm üstünde milyonlarca renkli balon vardı, çoluk-çocuk, genç-ihtiyar sarılarak dans ediyor şarkı söylüyordu. Gökyüzünde çeşitli figürlerde asılı duran araçlar görüyordum. Bu güne kadar bazen kulağımıza gelen yada filmlerde sıkca izlediğimiz ''uzay gemisi'' dedikleri şeyler miydi bunlar acaba?
öylece duruyorlardı. Diğer görüntüde deri rengi koyu insanların görüntüleri vardı. Çöl gibi bir yerde çadırların önlerinde oturmuş gülmeyen insanlar. Kiminin kucaklarında bebekleri cankıraş bir şekilde ağlıyorlardı. Suratlarına sinekler yapışmış. Bir anne çocuğunu kendi etini ısırtarak besliyor. Kimi intihar ediyor. Bu yaşadıklarım yada yaşadığımı sandığım şeyler neydi Allahım, aklımı oynatacağım. Yatağımda kan-ter içinde bunları izlerken ellerimi havaya kaldırıp sağa-sola salladım bu işkence bitsin diye. Odanın sol köşesinde yukarıda bir başka görüntü başladı. O çok sevdiğim ''Fransız Sokağında'' kahvemi yudumlarken bir depremin ortasında kaldığımı ve insanların çaresizliğini gördüm. Ezilen insanları ve saksılardaki o güzel çiçeklerin nasıl kırıldığını ...
Şimdiyse bir kargaşa ortasındayım, her yer toz bulutu, insanlar ağızlarıyla ellerini kapayıp kaçışıyor. Kasklı bir grup görüyorum, kaçanlara sopalar sallıyorlar. Kaçarken ayağı kayıp düşenler eziliyor ve dayak yiyor. Sürüklenenler var. Ağlayanlar. Yavrusunun üzerine kapaklanıp yol ortasında öylece kalakalmış insanlar.
Başımı öne eğdim ellerimle gözlerimi kapadım.''Yeter ne olur yeter'' diye mırıldanıyordum ve şuhurumu kaybetmekten korkuyordum. Kafamı kaldırdım, ellerimi çektim gözlerimden. Ve o ''ŞEY'' le burun buruna geldim. Yatağıma çıkmış üzerimde suratını suratıma yapıştırmış bir şekilde kalmıştık. Ne kadar öyle kaldık hatırlamıyorum. Onun büyük gözlerinin içinde çocukluğumu gördüm. En sevdiğim oyuncağım kırmızı arabamı ağzıma sokuyor,dişlerimi kaşıyordum. Sonra karardı gözlerimiz bir spot patladı yüzümde, bir uğultu duydum sonra el şaklatma sesleri, adımı söyleyen bir topluluk işittim. Kalabalığın önündeyim, kulakları sağır edecek bir müzik, arkamda dans eden bir grup var. Sonra tekrar karardı gözler.
Tık tık tık. Gözlerimi açtım günün güneşli ilk ışıkları odaya dolmuştu. Yorgan yerde, üstüm-başım dağılmış bir vaziyetteydi. Oda kapım çalınıyordu.''Gir'' dedim. Hatice hanım ''kahvaltı hazır'' demeye gelmişti ve gazetemi getirmişti. Peki ya ''O''.
O neredeydi ? ''Tamam geliyorum'' dedim hatice hanıma. Bana gezeteyi uzatarak gülümsedi ve hızlı adımlarla odadan çıktı. Yataktan kalktım, pencereye doğru gittim. Açıp temiz havayı kokladım. Sonra yatağımın yanındaki tekli koltuğa oturdum gazeteyi elimle düzeltip baktım. Baş sayfadaki habere göre, o ‘’ŞEY’’ ahşap bir evin bahçesinde asılı çamaşırların arasında ve kucağında kundakta bir bebek ile kaçarken suratı objektife dönük bir şekilde fotoğraflanmıştı. Fotografın çekildiği yer hiç yabancı gelmemişti. Ayağı fırlayıp pencereden sağa doğru baktığımda oranın iki ev ötedeki, eşi yeni doğum yapan Orhan’ların bahçesi olduğunu anladım.


( ‘’Yukarıdaki anlatım benim oluşturduğum bir kurgu, ancak bu tür gerçekliği ispatlanmış olayları yaşayan dünya üzerinde milyonlarca insanın var olduğunu inkar edemeyiz.
 Aramızda olduğuna inandığım, bizim farkında olmadığımız bu ''ŞEY'' lerin bir görevleri olduğunu, çoğunun bizi (insanlığı)çözmek için ve bazen de bizim hayatımızdaki oturttuğumuz sistemde görev almak için (mesela günümüz teknolojisinin akıl almaz bir şekilde hızlı ilerlemesi gibi) aramızda olduğunu düşünüyorum.
Kim bilir o ''ŞEY'' belki hayatımızda, bir bilim adamı, markette bir görevli, belki yol çalışması yapan bir işçi, belki şirketinizin en parlak yöneticisi ve belki de hayranı olduğunuz bir şarkıcıdır.’’ )












7 Haziran 2013 Cuma

NE VERİRSEK ONU ALIRIZ.



yetiştirdiğiniz evladınızı bir halka olarak düşünürsek;bu bir zincirdir,bu uzun zincirin bir halkası zamanla paslanırsa zincir dağılır;bütünlük ve düzen bozulmuş olur.
daha dünyadan bir haberi olmayan yeni doğmuş bir insanın gelişimine dinlettiğiniz müziğinden tutunda yanında ettiğiniz muhabbetin bile etkisi olacaktır.bunun farkında olmayan öyle çok ebeveyn vardır ki ve sonra  da kendisinin yetiştirdiği evladına dönüp şaşırarak ''bu çocuk ne böyle hiperaktif mi ne?'' diyen :) halbuki mayasını kendi hazırlamıştır anne-baba. kendilerinin başarısı yada başarısızlığı olacaktır ortaya çıkan sonuç.
belkide çocuk babasının annesine yanında bağırdığına yada annesini nasıl dövdüğüne şahit olmuştur.onların dışa vurumu elbette psikolojik olarak normal olmayacaktır çocuk üzerinde.
çocuğun ilgisini yönlendirecek olan anne-babadır;eline oynasın diye vereceği oyuncakta izletecekleri tv programlarının da çocuklarının gelişmesinde çok büyük rol oynayacaktır.bir de sıkıntıdan,işsizlikten,cahiliyetten yada kazayla,bilinçsizce çocuk dünyaya getiren çiftler vardır ki ; (erkek çocuk olana kadar eşini hamile bırakan ve tembihle çocuk sayısını veren büyüklerini dinleyen) onlarında ne verip veremeyeceği ortadadır.sokağa salarlar çocuklarını akşamda eve sokarlar.bu aile tipinde çocuğa yaklaşım bilinci sıfırdır; ne bir öğüt verilir,ne karşısına alıp konuşulur; ''doğmuştur Allah rıskını verir büyür gider'' işte.bu davranış biçimiyle büyüyen çocuk ileride toplum içinde diğerleriyle karşılaştığında hırçınlaşabilir,ona öyle öğretilmediğinden veya hiç öğretilmediğinden dolayı toplumun bazı doğrularını kabullenmesi zor olabilir. asosyal bir insan ortaya çıkmış olabilir.benim üzerine büyük hassasiyetle yaklaştığım konu ''bir insan yetiştirmenin büyük sorumluluğu ve önemidir.'' çünkü bir insanın yetiştirilme şekli inanın çok ileride belkide toplumun nasıl yol alacağında büyük etkisi olacaktır.bir zamanların sokakta top oynayan çocuğu ileride belki bir şirketin ''ceo''su belki bir ''okul müdürü'' belki bir ''parti lideri'' olacaktır.her zaman çocuklarımızı ilerinin doktoru,avukatı,müdürü,lideri olacakmış gibi yetiştirmeliyiz.
bir çocuğa ilkokulda ingilizce öğretmeye başlarsanız lisede o dili anadili gibi konuşur,başka dünya milletleriyle görüş paylaşabilecek bir ayrıcalığa sahip olur.bu kaçınılmaz bir gerçektir.eğer siz çocuğunuzu okula göndermezseniz kendi doğrularınızı ona aşılarsanız ancak o insan sizlerin yani ailesinin içerisinde mutlu olacaktır.başkalarının görüşünü kabul etmekte çok zorlanacaktır yada başkalarının fikrine saygı duymakta zorlanacaktır.başka bir örnek; çocuğunuzu meslek lisesine gönderirseniz müfredatta olan bir kaç meslekten birini seçmek zorunda kalıp istemediği bir işi öğrenme sancısı çekecektir yada erkeklerin olmadığı bir okula (kız lisesi) gönderirseniz evladınızı yine çocuğun bir tarafı eksik kalacaktır.
geçmişte kendi ailesinden öyle görmüş bir anne-baba kendi çocuğuna da aynı metodu kullanma yolunu daha güvenli buluyor ama çoğu zaman ''biz bunları görmedik bari benim evladım görsün'' demiyorlar.
çeşitli okul kategorileri var ; ''konservatuar''  ''imam hatip lisesi'' gibi.bu tercihler de yüzde kaç çocuğun görüşüne başvuruluyor yada çocuğun fikrinin ne kadar önemi oluyor? aile okul seçiminde nasıl çocuğuna fikir verip yönlendiriyor;bir uzman yardımı alıyor mu?
ne zaman bir insan tarafından yapılmış bir şey gözüme batsa, beni rahatsız eden ve üzen bir olaya rastlasam kendime hemen şunu soruyorum: ''BU İNSAN NASIL BİR ORTAMDA YETİŞTİ ACABA?''   baskı altında mı büyüdü?  şiddet mi gördü?  aile içi şiddet mi vardı?  hiç şevkat görmedi mi? gibi sorular o başlığın altında takılı veriyor aklıma.
başkasının hakkını yiyen , adaletsiz davranan , yere tüküren , insan gibi hareket etmeyen , dedikodu yapan , iftira atan , ard niyetli olan , başkasının haklarına tecavüz eden , adam döven , ego sahibi olan , başkasının özgürlüğünü kısıtlayanların hemen mayasına bakarım,geçmişinde mutlaka bir döneminde bir arıza bulursunuz.onun  sonucundadır bütün bu rahatsızlıklar.kişi psikolojik olarak ya bir şeylerin intikamını alıyordur yada o yıllarda ailesi tarafından öğretildiği sözde doğruların içinden kendini alamıyordur.çünkü bildiği başka bir doğru yoktur.kendine ait bir fikri yoktur.kendisine ait olduğunu zannettiği bu fikir ve davranışlar inanın onu yetiştirenlerin fikri-zikridir.
benim burada içimi buran çocuklarımızın bilinçsiz anne-babalar'ın elinde savrulup bir hiç olarak hayatlarını idame ettirme olasılığıdır.aslında hiç bir zaman kendilerine ait bir dünyalarının olamayacağı korkusudur.
insan sevme,hayvan sevme,yaşamayı sevme,kendini sevme bilincini yavrularına aşılayabilme sorumluluğunu sonuna kadar başarıyla yerine getirmiş ileri görüşlü anne babaların  ellerinden öpüyor bu bilinçteki ailelerin çoğalmasını temenni ediyorum.
sizleri de seviyorum anne babacım......

 
''Cahil; yaşlı dahi olsa küçüktür, alim,küçük de olsa büyüktür.En koyu cehalet; hakkında hiçbir şey bilmediğin bir şeyi reddetmektir. İstediğin kadar oku, bilgine yakışır şekilde hareket etmezsen cahilsindir.''  





BURAK KIRMIZITUNA VİDEOLARI İÇİN TIKLA

http://www.dailymotion.com/tr/relevance/search/burak+k%C4%B1rm%C4%B1z%C4%B1tuna/1