Ulu önder Mustafa
Kemal Atatürk hakkında okuduğum ve çeşitli kaynaklardan edindiğim bilgileri, Zafer Bayramı’nın 98.yılını anmaya hazırlanmanın heyecanıyla paylaşmak istedim. Umarım buna önem verir
sonuna kadar okumaya değer bulursunuz.
Ulu Önder Atatürk
Dünya tarihinde hakkında en çok kitap yazılan, konuşulan ve hakkında en
çok araştırma yapılan tek liderdir. Atatürk hakkında yazılan kitap sayısı
binlerle ifade edilmektedir. Hatta O’nu en iyi anlatan kitapların yabancı
yazarlar tarafından yazılmış olduğu düşüncesi çok yaygındır. Bu onun
evrensel bir kişilik olduğunun ve ne kadar çok merak edildiğinin bir sonucudur.
Geçmişte ve hala Atatürk dünya çapında tanınan liderler arasında yer almakta.
Bu tanınma kötü bir ünle değil, donanım ve başarılarıyla ilgili elbette.
Atatürk'ün tüm yaşamı boyunca insanlar arasında hiçbir renk, din, ırk ayrımı
gözetmeksizin bir uyum ve iş birliğinin yayılması yolundaki çabalarını dikkate
alan UNESCO, Atatürk’ün doğumunun 100. yılında yani 1981 senesinde bir saygı
duruşu göstermiş ve bu seneyi “Atatürk
Yılı” olarak ilan etmiştir. Bu sonuç, O’nun tüm Dünya’da nasıl anlaşıldığının da
bir göstergesi olmuştur. Biz ise onun halkı olarak kendisini yüzeysel tanımakla
beraber, ona karşı olan minnetimizde eksik ve yetersiz kalıyoruz. Ona olan
derin bağlılık ve minnetimizi kanıtlayamıyoruz.
O, "Türkiye
Cumhuriyeti”nin Kurucusu, Dünyanın En Büyük Devlet Adamlarından Biri",
"Dünyanın En Büyük Devlet Kurucularından Biri", "Dünyanın En
Büyük Ve Saygın Simalarından Biri", "Dünyanın Yetiştirdiği En Büyük
Reformcularından Biri"dir. Kendisi şu an içinde bulunduğumuz topraklarda
refah ve tek bayrak altında huzurla yaşayabilmemiz için savaşmış, ülke sınırlarını çizmiş, anahtarını ise “Türk”
halkına teslim etmiştir. Bu büyük sorumluluk, “Türk” halkına mirastır,emanettir.
Amerikalı Gazeteci, Miss Gladia Baker anlatıyor:
Atatürk'ün mülakatta bulunduğu sayılı yabancı gazetecilerden biri olan
Amerikalı Miss Gladia Baker (yıl 1935) O'nu anlatırken;
"İnsanı teslim alıcı gözlerinde Gazi'nin fevkalade önderlik kuvveti
vardır. Kalın kaşları sakin durmaz, yüksek entellektüel zirvelere kalkar ve
hayrete şayan bir derecede geniş alında derin çizgiler oyacak bir şekilde
çatılır. Derisi açık renkli ve güneşten yanmıştır, esmer değildir. Saçı sarımtrak
kahve ve kül rengindedir. (O zaman saçları seyrelmiş ve beyazlarla dolmuştu)
Ağzının temiz kesilmiş hattı ve çenesi kararlarının kesinliğini gösterir; O
tetiktir, cevabı hazırdır. Nazarı dikkati celbedecek kadar zekidir. İstirahatta
iken O, sert dudaklı ve trajiktir. Neşeli olduğu zaman bile gözleri çelik
parıldamasını muhafaza eder"1 diyor.
Fransa'nın Ankara Büyük Elçisi Kont de Chambrun
anlatıyor;
-"İstanbul'dan Devlet merkezine dönen Cumhurreisi Gazi Mustafa Kemal
beni 27 Eylül 1928 günü kabul edeceğini bildirdi. O gün bizi
Cumhurbaşkanlığının otomobilleri ile Çankaya Köşkü'ne götürdüler.
Maiyetimdekileri başka bir odada bırakarak kabul odasına yalnız girdim. Gazi'ye
baktım, etrafında yaverleri, sağında Dışişleri Bakanı olduğu halde şık bir elbise
ile ayakta durmuş, elini hafifçe yazı masasına dayamıştı. O da bana bakıyordu;
bazen mavileşen, bazen gri bir renk alan gözlerinin çelik akisleri vardı.
Cumhurreisi bir kağıda bakmadan konuştuğumu görerek parmaklarının arasında
tuttuğu kağıdı nezaketen bir kenara koydu. Pek zarif bir lisanla bana Türkçe
cevap verdi. Uzaklara daldığı zaman insanlara ait şeylerin üstünden geçiyormuş
hissini veren bakışı, muhatabının üzerinde durunca garip bir tatlılık alıyordu.
Sarı saçlarla çevrelenen sebatkar bir alın, yanaklarının çıkık kemikleriyle
asabiyeti belirten çehresine azimli bir ifade veriyordu. İnce, kavisli, iradeli
üst dudağı hemen hiç görünmeyen alt dudağını örtüyordu. Yalnız burun delikleri
titriyordu. Çöllerin ateşinden, şarkın karlarından yılmadan sert döşeklerde
yatan bir asker gibi adaleli ve kuvvetli idi, omuzları, bütün mesuliyetleri
taşıyabilecek kadar genişti. Bu adam; zaferi tevazu ile tutabilecek kudrette
idi. Siması bu suretle hafızamda yer ederken Mustafa Kemal sustu. Nutkun
metnini Dışişleri Bakanına verdi, Bakan Fransızca tercümesini okudu.
Atatürk ile röportaj yapan Amerikalı Gazeteci Clarence
Streit anlatıyor;
-"Beni Türk konukseverliğiyle karşıladı. Benimle 2 saat boyunca rahatça
Fransızca konuştu. Yakışıklı ve güzel görünümlü bir adam. Çok düzgün giyimli,
düzgün konuşuyordu. 40 yaşındaydı ama daha genç gösteriyordu. Geniş alnı, ağız
ve çene yapısıyla bir savaşçının hatlarına sahipti ama onu gözlüklü ve
kalpaksız gördüğünüzde bir profesör izlenimi veriyordu. Gözlerinde düşlerini
gerçekleştiren bir idealist ifadesi vardı. Bende güçlü bir karakter izlenimi
yarattı. Yaşam biçimi ve liderliğinde gösterişten, kendini beğenmişlikten eser
yoktu. Makam arabası ve konutunu koruyan korumalardan başka, diğer devlet
başkanlarının sahip oldukları onda yoktu. Röportajdan sonra çok inandığı
ülkesini tanıdım."5 Bu görüşme 3 Mart 1921 tarihinde
yapılmıştı.
Amerika Büyük Elçisi General Sherrill anlatıyor;
-"Kemal'in bende bıraktığı ilk intiba kaydolunmaya değer. Arkasını
ışıktan yana verdiği için sadece ahenkli endamının farkına vardım. Daha sonra
müsait zamanda yaptığım gibi çehresini teferruatiyle inceleyemedim. Bununla
beraber bir bakışta anladım ki gayet gür, çok geniş kaşlı, zeka ile ışıldayan
bir yüz üzerine açılmış keskin ve açık renk gözlü bir adam, sağlam yapılı olan
bütün tabii varlığıyla önümüzde durmaktadır. Bize bahşettiği kısa mülakat
sırasında, sanki her an tetikte duran dinçliğine ve omuzlarının kudretine
dikkat edebildim. Şahsında kuvvet ve maharetin bu imtizacı, O'nu Amerikalı bir
futbol mütehassısına, muhacim hattından ziyade müdafaa hattında oynamak için
seçtirirdi. Şu ciheti derhal belirtmeliyim: Sebebi başkanlık ettiği törenin
resmi hüviyetine izafe edilebilecek bir çekingenliğe rağmen rengi kah mavi, kah
sincabi olarak eşsiz bir şekilde değişen hareketli gözlerinin cazip ifadesiyle
beni hayrette bıraktı.
Alman Generali Liman Von Sanders kendisi hakkında şöyle
diyor;
-"Sevimli, sempatik, mütavazi duruşlu, fakat kararlarında aşırı
derecede ısrarlı, dileklerinde sarsılmaz surette sebatlı, görüşlerini
açıklamada tereddüde yer bırakmayacak derecede açık."
"Atatürk" adını ilk kez dönemin Türk Dil
Kurumu Başkanı bir konuşmasında kullanmış, Mustafa Kemal'de çok beğenerek
soyadı olarak almıştı. Kendisine "Ata" diye hitap edilmesinden hiç
hoşlanmazdı. Manastır Askeri
Lisesi yıllarından kalan bir alışkanlıkla hayatı boyunca en sevdiği yemek kuru
fasulye ve pilav olarak kaldı. Tatlıya düşkün değildi ama canı istediğinde çok
sevdiği gül reçelini tercih ederdi.
Ömrü yetseydi bir dünya turuna çıkıp Türk dili ve tarihi üzerindeki
çalışmalarını genişletmek en büyük hayaliydi. Binlerce kitabı vardı. Ama bunların arasında bir tanesini hayatı boyunca
hatta cephede bile başucundan ayırmadı. Reşat Nuri Güntekin´in ünlü
"Çalıkuşu" romanını hep yanında taşır, her gün rast gele bir yerinden
acar, birkaç sayfa okurdu. Atlardan sonra en sevdiği hayvan köpekti.
"Fox" adını verdiği köpeği, Gazi`nin yatağının ayak ucunda uyurdu.
Hayvanlara düşkünlüğü o dereceydi ki bir gün misafirlerinin de görebilmesi için
yeni doğmuş bir tayla annesinin Çankaya Köşkü kabul salonuna getirilmesini bile
emretmişti. En sevdiği dans
valsti. Müzik zevki çeşitlilik gösteriyordu. Klasik Batı müziği dışında Anadolu
ezgilerini de severek dinlerdi. Gömleklerinin hepsi beyazdı. Bu gömlekler ilk
yıllarda İsviçrede özel olarak dikilirken sonra yerli malı kullanma
kampanyasına öncülük edebilmek için Beyoğlunda bir terziye diktirilmeye
başlanmıştı. Takım elbiselerinin tasarımlarını hep kendisi
çizerdi. Lacivert takım giymeyi sevmezdi. Boyu 1.74 idi. Hayatinin son dönemlerine kadar 76 olan kilosu
hastalığının ilerlemeye başlamasıyla 46´ya kadar düşmüştü. 43 numara siyah
rugan ayakkabı giyerdi. Özenli ve temiz bir Türkçe konuşurdu. Ancak
bazı kelimeleri Rumeli şivesiyle telaffuz ederdi. Hayatında bir dönem çok önemli yer tutan Mustafa Kemalin evlenmesinden
sonra hayatına trajik bir şekilde son veren Fikriye Hanımın mezarının nerede
olduğu bilinmiyor Hayatının çoğunu geçirdiği savaş
cephelerinden sonra Cumhurbaşkanı olarak geçirdiği dönemlerde ona bir tecrit
yaşantısı gibi geliyor, çok sevdiği halkından ve sade bir vatandaş yaşamından
uzaklaştığını düşünüyordu. Kıyafet Kanunu çerçevesinde tüm din
adamlarının dini kıyafetleriyle sokağa çıkmaları yasaklanınca, Monsenyör
Roncalli`ye kendi terzisi “Kemal Milaslı” eliyle bir koleksiyon hazırlattı. Ona
da aynı kanunu uygulamış, ayrımcılık yapmamıştı. Sabah kahvaltılarıyla arası hiç hoş değildi.Yataktan kalkar kalkmaz
odasındaki divanın üzerine bağdaş kurarak oturur, günün ilk kahvesini
sigarasını içerdi. Bir özelliği de kendi kendine tıraş olmamasıydı. Evinde, çevresinde hatta konuk olduğu evlerde bile eğri duran eşyaları
düzeltmeden rahat edemezdi.
Köylünün birinin gazete kağıdına
sardığı tütünü içmeye çalışırken eli yanmıştı, "Alın bunu kendi içsin,
üretim yapamıyorlar" diyerek devlete sitem etmiş ve Atatürk`e küfretmişti.
Mahkemeye çıkarılacaktı. Atatürk olayı dinledikten sonra "Onu mahkemeye
vereceğinize doğru dürüst sigara içmesini temin edin" dedi. Sigara demişken doktoruyla sigara
üzerine komik bir anısı da vardı. Hastalığının başlangıcında kendisini muayene
eden Dr. Fissinger günde kaç paket sigara içtiğini sormuş, Atatürk
"sekiz" demişti. Doktor bunu günde iki pakete indirmesi
gerektiğini söyleyince gülümseyerek cevap vermişti:
"Ben zaten iki paket içiyorum. Ama bundan sonra bunu sizin izninizle gönül
rahatlığıyla yapacağım"diyerek
espri yapmıştı. Bir sabah
milletvekilleri ile trene binmişti. Kondüktörün milletvekillerinden bilet parası almamasına şaşırmış nedenini sormuştu. Trenin milletvekillerine bedava
olduğunu öğrenince epey sinirlenmiş, "Ne de güzel halkçılık ama"
demişti. İlk mecliste bir oturum sırasında üyelerden
biri laikliğin ne manaya geldiğini anlamadığını söyleyince Gazi çok sinirlenmiş
ve elini kürsüye vurarak bir din bilgini olan üyeye cevap vermişti: "Adam
olmak demektir hocam, adam olmak ! , iyi anlamak, eşitlikçi ve adaletli
olmaktır !” Gittiği yurt gezilerinde kendisi için kurban
edilen hayvanlara bakamaz böyle durumlarda sırtını döner yada kesilmelerini
engellerdi. Kendi için kurban edilinmesine
asla istemezdi. Askeri lisede öğrenmeye başladığı
Fransızca´yı sonraki yıllarda geliştirdi. Zengin bir kelime bilgisi vardı.
Konuşurken araya Fransızca sözcükler de eklerdi. Kumardan hoşlanmaz ama arkadaşlarıyla fasulyesine poker oynardı. Oyun sonunda
kazandığı bir şeyler varsa onları geri
iade ederdi. Cephelerde düşmanla göğüs göğüse savaşmış
biri olarak en ilginç özelliği savaş meydanları dışında kan görünce
fenalaşmasıydı. Argoyu, kaba kuvveti, kabalığı hiç
sevmezdi özellikle halk içinde, vatandaş
karşısında çok temkinli konuşurdu. Halkına hiç diretmedi, halk tekti, istekler
tekti ve o halkının istekleri için tüm hayatı boyunca çabaladı. Bize ne mi
bıraktı ?, bu güzelim vatanı bıraktı. Atatürk kötü bir lider olsaydı bu
topraklar için canını feda etmeye kalkmaz, onca yıl Türkiye Cumhuriyetinin
başında olamazdı. Ayrıca dünya basını ve diğer dünya liderleri arasında ona bu kadar sevgi ve saygı duyulmazdı.
Günümüzde bile hala, geçmiş tarihlerinden yola çıkarak o yıllarda Atatürk’ün verdiği
olumsuz bir kararı yada yaptığı kötü bir davranışı anlatan yada anlatabilecek
hiçbir dünya lideri çıkmamıştır. Atatürk bir gün halk arasında dolaşırken
çarşaflı bir kadına rastlamış, "Hafız Hanım benim hatırım için başındaki
örtüyü acar mısın?" diye manidar bir soru sormuştu. Kadın baş örtüsünü açarak,
Atatürk`e doğru giderek ellerini öptü. Nedeni, Atatürk’ün kadına özgür olduğunu
ve korkmaması gerektiğini anlatmak istemesiydi. Dinde özgürlük vardı. Kadının
tepkisini görenler bu durumdan memnun kaldığını anladı. Sportmen kişiliği vardı. Her gün at
biner, yüzmeye gider ve bilardo oynardı.
Eğitim hayatı boyunca en başarılı dersi matematikti. Pozitif bilimlere ilgisi
hayatı boyunca sürdü. Yağcılara
çok kızardı. Bir akşam sofrasında kendisine gereksiz şekilde iltifat eden
Abdülhak Hamit`e müdahale etti. 1937yi
1938e bağlayan son yılbaşı gecesini Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras ile baş
başa geçirmişti. O gece dolabındaki bazı elbiseleri bakana hediye etmişti. Kuşları çok severdi. Çankaya
Köşkü`nde özel bir bakıcının ilgilendiği güvercinliği vardı.
Mustafa Kemal Atatürk, hayatını savaşarak, ülke
idaresiyle uğraşarak ve de halkını dünyanın
gözünde en parlak noktaya getirmeya çalışarak geçirdi. Bu topraklarda yaşayacak
olan “Türk” halkının, yaşama bakış açısı, hayat görüşü, yaşam tarzı, giyimi –
kuşamı, konuşması, eğitimi, donanımı, maneviyatı, ekonomisi dünyadan geri
kalmayacak bir seviyede olmalıydı. Hatta dünyaya örnek olmalıydı. Atatürk,
çağdaş, ileri görüşlü, insancıl bir duruşla devlet yönetimini (siyaseti)
harmanlamaya çalıştı. “Cumhuriyet” yönetimi ile Türk halkının başında oldu.
Umarım emeklerine, şahsına ve amanetine hürmet ve şükranla layık olabiliriz.