Sayfa Görüntüleme Sayısı

27 Ağustos 2020 Perşembe

30 AĞUSTOS 2020 - ZAFER BAYRAMI

 


Ulu önder Mustafa Kemal Atatürk hakkında okuduğum ve çeşitli kaynaklardan edindiğim bilgileri, Zafer Bayramı’nın 98.yılını anmaya hazırlanmanın heyecanıyla  paylaşmak istedim. Umarım buna önem verir sonuna kadar okumaya değer bulursunuz.

Ulu Önder Atatürk Dünya tarihinde hakkında en çok kitap yazılan, konuşulan ve hakkında  en  çok araştırma yapılan tek liderdir. Atatürk hakkında yazılan kitap sayısı binlerle ifade edilmektedir.  Hatta O’nu en iyi anlatan kitapların yabancı yazarlar tarafından yazılmış olduğu düşüncesi çok yaygındır.  Bu onun evrensel bir kişilik olduğunun ve ne kadar çok merak edildiğinin bir sonucudur. Geçmişte ve hala Atatürk dünya çapında tanınan liderler arasında yer almakta. Bu tanınma kötü bir ünle değil, donanım ve başarılarıyla ilgili elbette. Atatürk'ün tüm yaşamı boyunca insanlar arasında hiçbir renk, din, ırk ayrımı gözetmeksizin bir uyum ve iş birliğinin yayılması yolundaki çabalarını dikkate alan UNESCO, Atatürk’ün doğumunun 100. yılında yani 1981 senesinde bir saygı duruşu göstermiş ve bu seneyi  “Atatürk Yılı” olarak ilan etmiştir. Bu sonuç, O’nun tüm Dünya’da nasıl anlaşıldığının da bir göstergesi olmuştur. Biz ise onun halkı olarak kendisini yüzeysel tanımakla beraber, ona karşı olan minnetimizde eksik ve yetersiz kalıyoruz. Ona olan derin bağlılık ve minnetimizi kanıtlayamıyoruz.

O, "Türkiye Cumhuriyeti”nin Kurucusu, Dünyanın En Büyük Devlet Adamlarından Biri", "Dünyanın En Büyük Devlet Kurucularından Biri", "Dünyanın En Büyük Ve Saygın Simalarından Biri", "Dünyanın Yetiştirdiği En Büyük Reformcularından Biri"dir. Kendisi şu an içinde bulunduğumuz topraklarda refah ve tek bayrak altında huzurla yaşayabilmemiz için savaşmış, ülke  sınırlarını çizmiş, anahtarını ise “Türk” halkına teslim etmiştir.  Bu büyük sorumluluk,  “Türk” halkına mirastır,emanettir.

Amerikalı Gazeteci, Miss Gladia Baker anlatıyor:
Atatürk'ün mülakatta bulunduğu sayılı yabancı gazetecilerden biri olan Amerikalı Miss Gladia Baker (yıl 1935) O'nu anlatırken;
"İnsanı teslim alıcı gözlerinde Gazi'nin fevkalade önderlik kuvveti vardır. Kalın kaşları sakin durmaz, yüksek entellektüel zirvelere kalkar ve hayrete şayan bir derecede geniş alında derin çizgiler oyacak bir şekilde çatılır. Derisi açık renkli ve güneşten yanmıştır, esmer değildir. Saçı sarımtrak kahve ve kül rengindedir. (O zaman saçları seyrelmiş ve beyazlarla dolmuştu) Ağzının temiz kesilmiş hattı ve çenesi kararlarının kesinliğini gösterir; O tetiktir, cevabı hazırdır. Nazarı dikkati celbedecek kadar zekidir. İstirahatta iken O, sert dudaklı ve trajiktir. Neşeli olduğu zaman bile gözleri çelik parıldamasını muhafaza eder"1 diyor.

Fransa'nın Ankara Büyük Elçisi Kont de Chambrun anlatıyor;
-"İstanbul'dan Devlet merkezine dönen Cumhurreisi Gazi Mustafa Kemal beni 27 Eylül 1928 günü kabul edeceğini bildirdi. O gün bizi Cumhurbaşkanlığının otomobilleri ile Çankaya Köşkü'ne götürdüler. Maiyetimdekileri başka bir odada bırakarak kabul odasına yalnız girdim. Gazi'ye baktım, etrafında yaverleri, sağında Dışişleri Bakanı olduğu halde şık bir elbise ile ayakta durmuş, elini hafifçe yazı masasına dayamıştı. O da bana bakıyordu; bazen mavileşen, bazen gri bir renk alan gözlerinin çelik akisleri vardı. Cumhurreisi bir kağıda bakmadan konuştuğumu görerek parmaklarının arasında tuttuğu kağıdı nezaketen bir kenara koydu. Pek zarif bir lisanla bana Türkçe cevap verdi. Uzaklara daldığı zaman insanlara ait şeylerin üstünden geçiyormuş hissini veren bakışı, muhatabının üzerinde durunca garip bir tatlılık alıyordu. Sarı saçlarla çevrelenen sebatkar bir alın, yanaklarının çıkık kemikleriyle asabiyeti belirten çehresine azimli bir ifade veriyordu. İnce, kavisli, iradeli üst dudağı hemen hiç görünmeyen alt dudağını örtüyordu. Yalnız burun delikleri titriyordu. Çöllerin ateşinden, şarkın karlarından yılmadan sert döşeklerde yatan bir asker gibi adaleli ve kuvvetli idi, omuzları, bütün mesuliyetleri taşıyabilecek kadar genişti. Bu adam; zaferi tevazu ile tutabilecek kudrette idi. Siması bu suretle hafızamda yer ederken Mustafa Kemal sustu. Nutkun metnini Dışişleri Bakanına verdi, Bakan Fransızca tercümesini okudu.

Atatürk ile röportaj yapan Amerikalı Gazeteci Clarence Streit anlatıyor;
-"Beni Türk konukseverliğiyle karşıladı. Benimle 2 saat boyunca rahatça Fransızca konuştu. Yakışıklı ve güzel görünümlü bir adam. Çok düzgün giyimli, düzgün konuşuyordu. 40 yaşındaydı ama daha genç gösteriyordu. Geniş alnı, ağız ve çene yapısıyla bir savaşçının hatlarına sahipti ama onu gözlüklü ve kalpaksız gördüğünüzde bir profesör izlenimi veriyordu. Gözlerinde düşlerini gerçekleştiren bir idealist ifadesi vardı. Bende güçlü bir karakter izlenimi yarattı. Yaşam biçimi ve liderliğinde gösterişten, kendini beğenmişlikten eser yoktu. Makam arabası ve konutunu koruyan korumalardan başka, diğer devlet başkanlarının sahip oldukları onda yoktu. Röportajdan sonra çok inandığı ülkesini tanıdım."5 Bu görüşme 3 Mart 1921 tarihinde yapılmıştı.

Amerika Büyük Elçisi General Sherrill  anlatıyor;
-"Kemal'in bende bıraktığı ilk intiba kaydolunmaya değer. Arkasını ışıktan yana verdiği için sadece ahenkli endamının farkına vardım. Daha sonra müsait zamanda yaptığım gibi çehresini teferruatiyle inceleyemedim. Bununla beraber bir bakışta anladım ki gayet gür, çok geniş kaşlı, zeka ile ışıldayan bir yüz üzerine açılmış keskin ve açık renk gözlü bir adam, sağlam yapılı olan bütün tabii varlığıyla önümüzde durmaktadır. Bize bahşettiği kısa mülakat sırasında, sanki her an tetikte duran dinçliğine ve omuzlarının kudretine dikkat edebildim. Şahsında kuvvet ve maharetin bu imtizacı, O'nu Amerikalı bir futbol mütehassısına, muhacim hattından ziyade müdafaa hattında oynamak için seçtirirdi. Şu ciheti derhal belirtmeliyim: Sebebi başkanlık ettiği törenin resmi hüviyetine izafe edilebilecek bir çekingenliğe rağmen rengi kah mavi, kah sincabi olarak eşsiz bir şekilde değişen hareketli gözlerinin cazip ifadesiyle beni hayrette bıraktı.

Alman Generali Liman Von Sanders kendisi hakkında şöyle diyor;
-"Sevimli, sempatik, mütavazi duruşlu, fakat kararlarında aşırı derecede ısrarlı, dileklerinde sarsılmaz surette sebatlı, görüşlerini açıklamada tereddüde yer bırakmayacak derecede açık."

 

"Atatürk" adını ilk kez dönemin Türk Dil Kurumu Başkanı bir konuşmasında kullanmış, Mustafa Kemal'de çok beğenerek soyadı olarak almıştı. Kendisine "Ata" diye hitap edilmesinden hiç hoşlanmazdı. Manastır Askeri Lisesi yıllarından kalan bir alışkanlıkla hayatı boyunca en sevdiği yemek kuru fasulye ve pilav olarak kaldı. Tatlıya düşkün değildi ama canı istediğinde çok sevdiği gül reçelini tercih ederdi. Ömrü yetseydi bir dünya turuna çıkıp Türk dili ve tarihi üzerindeki çalışmalarını genişletmek en büyük hayaliydi. Binlerce kitabı vardı. Ama bunların arasında bir tanesini hayatı boyunca hatta cephede bile başucundan ayırmadı. Reşat Nuri Güntekin´in ünlü "Çalıkuşu" romanını hep yanında taşır, her gün rast gele bir yerinden acar, birkaç sayfa okurdu. Atlardan sonra en sevdiği hayvan köpekti. "Fox" adını verdiği köpeği, Gazi`nin yatağının ayak ucunda uyurdu. Hayvanlara düşkünlüğü o dereceydi ki bir gün misafirlerinin de görebilmesi için yeni doğmuş bir tayla annesinin Çankaya Köşkü kabul salonuna getirilmesini bile emretmişti. En sevdiği dans valsti. Müzik zevki çeşitlilik gösteriyordu. Klasik Batı müziği dışında Anadolu ezgilerini de severek dinlerdi. Gömleklerinin hepsi beyazdı. Bu gömlekler ilk yıllarda İsviçrede özel olarak dikilirken sonra yerli malı kullanma kampanyasına öncülük edebilmek için Beyoğlunda bir terziye diktirilmeye başlanmıştı. Takım elbiselerinin tasarımlarını hep kendisi çizerdi. Lacivert takım giymeyi sevmezdi. Boyu 1.74 idi. Hayatinin son dönemlerine kadar 76 olan kilosu hastalığının ilerlemeye başlamasıyla 46´ya kadar düşmüştü. 43 numara siyah rugan ayakkabı giyerdi. Özenli ve temiz bir Türkçe konuşurdu. Ancak bazı kelimeleri Rumeli şivesiyle telaffuz ederdi. Hayatında bir dönem çok önemli yer tutan Mustafa Kemalin evlenmesinden sonra hayatına trajik bir şekilde son veren Fikriye Hanımın mezarının nerede olduğu bilinmiyor Hayatının çoğunu geçirdiği savaş cephelerinden sonra Cumhurbaşkanı olarak geçirdiği dönemlerde ona bir tecrit yaşantısı gibi geliyor, çok sevdiği halkından ve sade bir vatandaş yaşamından uzaklaştığını düşünüyordu. Kıyafet Kanunu çerçevesinde tüm din adamlarının dini kıyafetleriyle sokağa çıkmaları yasaklanınca, Monsenyör Roncalli`ye kendi terzisi “Kemal Milaslı” eliyle bir koleksiyon hazırlattı. Ona da aynı kanunu uygulamış, ayrımcılık yapmamıştı. Sabah kahvaltılarıyla arası hiç hoş değildi.Yataktan kalkar kalkmaz odasındaki divanın üzerine bağdaş kurarak oturur, günün ilk kahvesini sigarasını içerdi. Bir özelliği de kendi kendine tıraş olmamasıydı. Evinde, çevresinde hatta konuk olduğu evlerde bile eğri duran eşyaları düzeltmeden rahat edemezdi. Köylünün birinin gazete kağıdına sardığı tütünü içmeye çalışırken eli yanmıştı, "Alın bunu kendi içsin, üretim yapamıyorlar" diyerek  devlete sitem etmiş ve Atatürk`e küfretmişti. Mahkemeye çıkarılacaktı. Atatürk olayı dinledikten sonra "Onu mahkemeye vereceğinize doğru dürüst sigara içmesini temin edin" dedi. Sigara demişken doktoruyla sigara üzerine komik bir anısı da vardı. Hastalığının başlangıcında kendisini muayene eden Dr. Fissinger günde kaç paket sigara içtiğini sormuş, Atatürk "sekiz" demişti. Doktor bunu günde iki pakete indirmesi gerektiğini söyleyince gülümseyerek cevap vermişti:
"Ben zaten iki paket içiyorum. Ama bundan sonra bunu sizin izninizle gönül rahatlığıyla yapacağım"diyerek espri yapmıştı. Bir sabah milletvekilleri ile trene binmişti. Kondüktörün milletvekillerinden bilet parası almamasına şaşırmış nedenini sormuştu. Trenin milletvekillerine bedava olduğunu öğrenince epey sinirlenmiş, "Ne de güzel halkçılık ama" demişti. İlk mecliste bir oturum sırasında üyelerden biri laikliğin ne manaya geldiğini anlamadığını söyleyince Gazi çok sinirlenmiş ve elini kürsüye vurarak bir din bilgini olan üyeye cevap vermişti: "Adam olmak demektir hocam, adam olmak ! , iyi anlamak, eşitlikçi ve adaletli olmaktır !” Gittiği yurt gezilerinde kendisi için kurban edilen hayvanlara bakamaz böyle durumlarda sırtını döner yada kesilmelerini engellerdi. Kendi için kurban edilinmesine  asla istemezdi. Askeri lisede öğrenmeye başladığı Fransızca´yı sonraki yıllarda geliştirdi. Zengin bir kelime bilgisi vardı. Konuşurken araya Fransızca sözcükler de eklerdi. Kumardan hoşlanmaz ama arkadaşlarıyla fasulyesine poker oynardı. Oyun sonunda kazandığı bir şeyler  varsa onları geri iade ederdi. Cephelerde düşmanla göğüs göğüse savaşmış biri olarak en ilginç özelliği savaş meydanları dışında kan görünce fenalaşmasıydı.  Argoyu, kaba kuvveti, kabalığı hiç sevmezdi özellikle  halk içinde, vatandaş karşısında çok temkinli konuşurdu. Halkına hiç diretmedi, halk tekti, istekler tekti ve o halkının istekleri için tüm hayatı boyunca çabaladı. Bize ne mi bıraktı ?, bu güzelim vatanı bıraktı. Atatürk kötü bir lider olsaydı bu topraklar için canını feda etmeye kalkmaz, onca yıl Türkiye Cumhuriyetinin başında olamazdı. Ayrıca dünya basını ve diğer dünya liderleri arasında  ona bu kadar sevgi ve saygı duyulmazdı. Günümüzde bile hala, geçmiş tarihlerinden yola çıkarak o yıllarda Atatürk’ün verdiği olumsuz bir kararı yada yaptığı kötü bir davranışı anlatan yada anlatabilecek hiçbir dünya lideri çıkmamıştır. Atatürk bir gün halk arasında dolaşırken çarşaflı bir kadına rastlamış, "Hafız Hanım benim hatırım için başındaki örtüyü acar mısın?" diye manidar bir soru sormuştu. Kadın baş örtüsünü açarak, Atatürk`e doğru giderek ellerini öptü. Nedeni, Atatürk’ün kadına özgür olduğunu ve korkmaması gerektiğini anlatmak istemesiydi. Dinde özgürlük vardı. Kadının tepkisini görenler bu durumdan memnun kaldığını anladı. Sportmen kişiliği vardı. Her gün at biner, yüzmeye gider ve bilardo oynardı. Eğitim hayatı boyunca en başarılı dersi matematikti. Pozitif bilimlere ilgisi hayatı boyunca sürdü. Yağcılara çok kızardı. Bir akşam sofrasında kendisine gereksiz şekilde iltifat eden Abdülhak Hamit`e müdahale etti. 1937yi 1938e bağlayan son yılbaşı gecesini Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras ile baş başa geçirmişti. O gece dolabındaki bazı elbiseleri bakana hediye etmişti. Kuşları çok severdi. Çankaya Köşkü`nde özel bir bakıcının ilgilendiği güvercinliği vardı.

Mustafa Kemal Atatürk, hayatını savaşarak, ülke idaresiyle uğraşarak  ve de halkını dünyanın gözünde en parlak noktaya getirmeya çalışarak geçirdi. Bu topraklarda yaşayacak olan “Türk” halkının, yaşama bakış açısı, hayat görüşü, yaşam tarzı, giyimi – kuşamı, konuşması, eğitimi, donanımı, maneviyatı, ekonomisi dünyadan geri kalmayacak bir seviyede olmalıydı. Hatta dünyaya örnek olmalıydı. Atatürk, çağdaş, ileri görüşlü, insancıl bir duruşla devlet yönetimini (siyaseti) harmanlamaya çalıştı. “Cumhuriyet” yönetimi ile Türk halkının başında oldu. Umarım emeklerine, şahsına ve amanetine hürmet ve şükranla layık olabiliriz. 



















         Beni Unutmayınız..











BURAK KIRMIZITUNA VİDEOLARI İÇİN TIKLA:


BURAK KIRMIZITUNA INSTAGRAM SAYFASI İÇİN TIKLA: