Sayfa Görüntüleme Sayısı

18 Temmuz 2016 Pazartesi

HAYATA DAİR


1
HAYATA OLAN BAKIŞ AÇINIZ

 

 

Bir baba ile kızı dertleşiyormuş. Kız babasına, çok sıkıntı çektiğinden, sorunlarla baş edemediğinden bahsetmiş.

Babası kızını dinlemiş, kızını mutfağa götürmüş.

– Gel, sana bir şey göstereceğim!

Ünlü bir aşçı olan baba, ocağa üç tane eşit büyüklükte kap koymuş, üçüne de eşit su koymuş ve üçünün de altını aynı miktarda yakmış. Ve birinci kaba bir havuç, diğerine bir adet yumurta, diğerine ise bir avuç çekilmemiş kahve çekirdeği koymuş. Ve her üçünü de tam 20 dakika pişirmiş. Daha sonra ateşi kesmiş. Sonra masaya 2 tane tabak bir tane de boş bardak koymuş. İlk önce haşlanmış havucu alıp bir tabağa koymuş. Sonra pişmiş yumurtayı diğer tabağa koymuş. Sonra da suya iyice sinmiş ve tam kıvamında kahve görüntüsü olan kahveyi de alıp bir bardağa boşalttıktan sonra kızına dönerek,

– Kızım, söyle bakalım ne görüyorsun?

Kızı;

– Havuç, yumurta ve kahve

Kızını masaya iyice yaklaştıran baba bunlara daha yakından bakmasını istemiş. Kızının şaşkınlığını gören baba, anlatmaya devam etmiş:

– Havuç haşlandığı için yumuşak bir hal aldı. Yumurta, artık pişmekten içi katılaşmış sert bir hale geldi. Kahve ise, harika olmuş. Tadı da çok hoş.

Kız, iyice şaşırarak sormuş;

– Baba, bunu bana niçin gösteriyorsun?

Babası;

– Hepsi aynı şekil kapta, aynı sıcaklıkta, aynı dakika pişti. Fakat hepsi bu etkiye farklı tepki verdiler. Havuç ilk başta sertti, güçlü idi; ama kaynatılınca yumuşadı, güçsüzleşti, çözüldü. Yumurta çok kırılgandı, hafifçe dokunsan çatlayabilirdi; ama kaynatılınca içi sertleşti, hatta katılaştı. Bir avuç çekilmemiş kahve ise yine sertti, hepsi birbirine benziyordu. Fakat ısıtılınca ne oldu; bu kahve çekirdekleri, ısındılar, gevşediler ve içinde oldukları suya yayıldılar. Suyu eşsiz bir tat da bir kahveye çevirdiler. Şimdi söyle bakalım kızım sen hangisisin?

Zorluklarla karşılaştığın zaman nasıl tepki gösteriyorsun?

-          Havuç gibi sıkıntılara, problemlere rast gelince çözülüyor musun, benliğini koruyamıyor musun?

-          Yumurta gibi katılaşıyor, başta kendin olmak üzere kimseye faydan dokunmuyor mu?

-          Kahve gibi hayata,insanların içine karışıp insanlara mutluluk veren, huzur veren, ağızlarına lezzet veren bir sevgi kaynağı mısın?

  Hayat akarken hayata bakış açımız sıkıntılara karşı duruşumuzu belirler.
 
 

2

HER ŞEYİ DERT ETMEYİN,HAYATINIZDA TAŞIMAYIN


 


İki keşiş nehir boyunca giderken, nehrin karşısına geçmek için yardım bekleyen bir kadına rastlamışlar. Kadın yüzme bilmiyormuş ve bu yüzden çok korkuyormuş.


Keşişlerden genç olanı kadına yardım edemeyeceklerini çünkü inançları gereği kadınlarla temas kurmalarının yasak olduğunu söylemiş. Fakat kesişlerden yaşlı olan, genç kadına yardım edeceğini söylemiş ve kadını sırtına alarak nehrin diğer yanına geçirmiş. Diğer keşiş bu durumdan hiç memnun olmamış. Ama kadın keşişe yardım ettiği için çok teşekkür etmiş, şükranını göstermek için tekrar tekrar önünde eğilmiş.
Keşişler yollarına devam etmişler. Yol boyu genç keşiş kendi kendine söyleniyormuş. Yaşlı keşiş dayanamayıp yaklaşık bir mil sonra sormuş:
– Neden hala söyleniyorsun, bir sıkıntın mı var?
 Genç keşiş kızmış olarak cevap vermiş:
– Biz keşişiz; bir kadını sırtında taşıyıp karşıya geçirmek şöyle dursun, kadınlara bakmamız bile yasak. Nasıl böyle bir hareket yapabildin?
 Diğer keşiş gülümseyerek cevap vermiş;
Ben o genç kadını bir mil geride bıraktım. Sen neden hala taşıyorsun?
 Hayatın akışında her şeyi kendinize dert ederseniz, bunlar size artık katlanamayacak yükler haline gelir. Geçmişte olan olaylar üzerine yoğunlaşmanın yükünüzü artırmaktan başka faydası olmaz. Yüzümüzü geçmişe dönmek yerine geleceğe bakmak gerekir.
 


3
İYİ NİYET

 
Arjantinli ünlü golfcü Robert de Vincenzo, yine bir turnuvayı kazanmış, ödülünü alıp, kameralara poz vermiş ve kulüp binasına gidip oradan ayrılmak üzere hazırlanmıştı.
Bir süre sonra binadan çıkıp otoparktaki arabasına yürürken yanına bir kadın yaklaştı. Kadın, başarısını kutladıktan sonra ona çocuğunun çok hasta ve ölmek üzere olduğunu anlattı. Zavallı kadının hastane mas¬raflarını ödemesi imkânsızdı.
Kadının anlattığı öykü De Vincenzo'yu çok etkilemişti; hemen cebinden bir kalem çıkarttı ve turnuva¬dan kazandığı paranın bir miktarını yazdı çek defteri¬ne. Çeki kadının eline sıkıştırırken de ona; "Umarım, bebeğinin iyi günleri için harcarsın" dedi. Ertesi hafta kulüpte öğle yemeği yerken, profesyonel golf derneği¬nin bir görevlisi yanına gelerek, "Otoparktaki görevli çocuklar, geçen hafta turnuvayı kazandıktan sonra ya¬nınıza bir kadının geldiğini ve onunla konuştuğunuzu söylediler bana" dedi. De Vincenzo, "evet" anlamında başını salladı.
Görevli, "Size bir haberim var. O kadın bir sahte¬kârdır. Üstelik, hasta bir çocuğu da yok. Sizi fena hal¬de kandırmış arkadaşım."
De Vincenzo, "Yani ortada ölümü bekleyen bir bebek yok mu?" dedi.
"Hayır, yok!" dedi görevli.
"İşte bu, bu hafta duyduğum en iyi haber" dedi, De Vincenzo.

 
 

 4

EMEĞİNİZİ DEĞERLENDİRENLERE


 

Hindistan’da renklerin ustası anlamına gelen Ranga Guru adı verilen çok ünlü bir ressam varmış.


Onun yetiştirdiği bir ressam olan Raciçi ise artık eğitimini tamamlamış, son resmini yaparak Ranga Guru’ya götürmüş ve ondan resmini değerlendirmesini istemiş. Rangu Guru ise;
– Sen artık ressam sayılırsın Racaçi ve artık senin resmini halk değerlendirecek diyerek resmi şehrin en kalabalık meydanına götürmesini ve en görünen yerine koymasını istemiş. Yanına da kırmızı bir kalem
koyarak, halktan beğenmedikleri yerlere çarpı atmalarını rica eden bir yazı bırakmasını istemiş.
Raciçi denileni yapmış. Birkaç gün sonra resme bakmaya gittiğinde tüm resim kırmızı çarpılar içinde ve neredeyse görünmüyor. Emeğini ve yüreğini koyarak yaptığı tablo kırmızıdan bir duvar sanki. Üzgün bir şekilde resmi Ranga Guru’ya götürmüş ve ne kadar üzgün olduğunu belirtmiş. Ranga Guru üzülmemesini ve yeniden resme devam etmesini önermiş. Raçici, yeniden resmini yapmış ve Rangu Guru’ya götürmüş. Rangu Guru tekrar resmi aynı meydana ama bu sefer yanına bir palet dolusu çeşitli renklerde yağlı
boya ve birkaç fırça ile birlikte bırakmasını istemiş. Resmin yanına da insanlardan beğenmedikleri yerleri düzeltmesini rica eden bir yazı bırakmasını söylemiş.
Raciçi resmi meydana götürmüş. Birkaç gün sonra resmi görmeye gittiğinde meydanda resmine hiç dokunulmamış, fırçalar da boyalar da kullanılmamış. Çok sevinmiş ve koşarak Ranga Guru’ya gitmiş ve resme dokunulmadığını söylemiş. Ranga Guru ise öğrencisine demiş ki;
– Sevgili Raciçi, sen ilk seferinde, insanlara fırsat verildiğinde ne kadar acımasız eleştiri yapabileceğini gördün. Hayatında resim yapmamış insanlar dahi gelip senin resmini karaladı. Oysa ikinci seferde, onlardan hatalarını düzeltmelerini istedin, yapıcı olmalarını istedin. Yapıcı olmak, eğitim gerektirir. Hiç kimse bilmediği bir konuyu düzeltmeye kalkmadı.
Sevgili Raciçi, mesleğinde usta olman yetmez, bilge de olmalısın. Emeğinin karşılığını ne yaptığından haberi olmayan insanlardan alamazsın. Onlara göre senin emeğinin hiçbir değeri yoktur. Sakın emeğini bilmeyenlere sunma ve asla bilmeyenlerle tartışma.
 
 

  5
FIRSATLARI KAÇIRMAK
 
Kasabanın birinde, güzelliği dillere destan bir kız varmış. Kendisiyle evlenmek isteyen uzak ülkelerden gelen nice prensi, asili, zengini, yakışıklı delikanlıyı reddetmiş. Kimseleri kendine layık görmüyormuş. Kıza gönlünü kaptırmış, aynı kasabada yaşayan genç bir delikanlı da bu kızı istemiş.  Ama kız onu da beğenmemiş. Bizim delikanlı günün birinde kasabadan ayrılmış. Başka biriyle evlenmiş, çocukları olmuş, yeni bir hayat kurmuş.
Uzun zaman sonra yolu yaşadığı güzel, şirin kasabaya düşmüş. Aklına bir zamanlar aşık olduğu kız gelmiş, ona ne olduğunu merak etmiş.  Tanıdık bir yaşlı adam, güzel, büyük bir gül bahçesi olan bir evi göstererek kızın evlendiğini söylemiş. Kimseleri beğenmeyen güzel kızın kiminle evlendiğini görmek istemiş. Kocasını evden çıkarken görmüş. Kızın kocası şişman, kel, çok çirkin ve kaba bir adammış. Üstelik zengin de değilmiş. Nasıl oldu da böyle biriyle evlendiğini merak eden adam, kızın kocası gittikten sonra evin kapısını çalmış. Kız kapıyı açınca adamı tanımış. Adam sormuş:
– Sen ki hiç birimizi beğenmedin, nice kısmetlerini geri çevirdin, nasıl oldu da böyle biriyle evlendin demiş?
 Kız da ona:
–  Sana cevabı vereceğim fakat önce gül bahçemdeki en güzel gülü koparıp getireceksin, yalnız tek şartım, bahçede ilerlerken geriye dönmeyeceksin.
 Adam peki demiş ve çok güzel güllerin olduğu bahçede ilerlemeye başlamış. Önce çok güzel sarı bir gül görmüş. En güzel gül bu derken biraz ilerde daha güzel kocaman pembe bir gül daha görmüş. Tamam budur işte diye düşünürken daha ilerde muhteşem güzellikte kırmızı bir gül goncası gözüne ilişmiş. Bir türlü karar verememiş, en güzel çiçeği bulacağım derken bir de bakmış ki bahçenin sonuna gelmiş, geriye dönemeyeceği için bahçenin sonunda yaprakları solmuş cılız bir gülü mecburen koparıp kıza götürmüş.
Kız gülü almış ve adama demiş ki:
– Bak gördün mü? Her zaman daha iyisini bulacağını düşünürken ömür geçer de sonunda en kötüsüne razı olmak zorunda kalırsın. Bu yüzden gençlik bitmeden elindekinin değerini bilip, yetinebilmeyi öğrenmek gerekir.
Hayat akarken birçok fırsatla karşılaşırız. Kimimiz fırsatların değerini bilir, kimimiz ise birçok fırsatı kaçırıp görmeden yanı başından geçip gider. Ömür dediğin yoldan geçerken aynı şartlar altında bir daha geçemeyiz. Bir hedefe öylesine kilitleniriz ki karşımıza çıkan diğer fırsatları kaçırırız. Bir gün bir bakmışız hedeflediğimiz noktadan da uzaklaşıp çok farklı bir noktaya gelmişiz. Hayatımıza dönüp baktığımızda geriye kalan sadece kaçmış birçok fırsat ve bize kalan içimizi kemiren “KEŞKE” diye yankılanan düşüncülerimiz olur.
 
6
EKSİKLİKLERİNİZ HAYATINIZDA BİR SORUN DEĞİL
 Sucu, boynuna astığı uzun bir sopanın uçlarına taktığı iki büyük kovayla su taşırmış. Kovalardan biri çatlakmış. Sağlam olan kova her seferinde ırmaktan patronun evine ulaşan uzun yolu dolu olarak tamamlarken, çatlak kova içine konan suyun sadece yarısını eve ulaştırabilirmiş. Bu durum iki yıl boyunca her gün böyle devam etmiş. Sucu her seferinde patronunun evine sadece 1,5 kova su götürebilirmiş. Sağlam kova başarısından gurur duyarken, zavallı çatlak kova görevinin sadece yarısını yerine getiriyor olmaktan dolayı utanç duyuyormuş.
İki yılın sonunda bir gün çatlak kova ırmağın kıyısında sucuya seslenmiş.
– Kendimden utanıyorum ve senden özür dilemek istiyorum.
Sucu sormuş;
– Neden utanç duyuyorsun?
 Kova cevap vermiş;
– Çünkü iki yıldır çatlağımdan su sızdığı için taşıma görevimin sadece yarısını yerine getirebiliyorum. Benim kusurumdan dolayı sen bu kadar çalışmana rağmen, emeklerinin tam karşılığını alamıyorsun.
Sucu şöyle demiş.
–  Patronun evine dönerken yolun kenarındaki çiçekleri fark etmeni istiyorum.
Gerçekten de tepeyi tırmanırken çatlak kova patikanın bir yanındaki yabani çiçekleri ısıtan güneşi görmüş. Fakat yolun sonunda yine suyunun yarısını kaybettiği için kendini kötü hissetmiş ve yine sucudan özür dilemiş.
Sucu kovaya sormuş.
–  Yolun sadece senin tarafında çiçekler olduğunu ve diğer kovanın tarafında hiç çiçek olmadığını fark ettin mi?… Bunun sebebi benim senin kusurunu bilmem ve ondan yararlanmamdır. Yolun senin tarafına çiçek tohumları ektim ve her gün biz ırmaktan dönerken sen onları suladın. İki yıldır ben bu güzel çiçekleri toplayıp onlarla patronumun sofrasını süsleyebildim. Sen böyle olmasaydın, o evinde bu güzellikleri yaşayamayacaktı.
Hayatın akışında eksikliklerinizi avantaja çevirebilirsiniz. Eksiklerinizden utanmak yerine size nasıl bir avantaj sağlayabileceğini bulabilirsiniz.
 
 
7
DEĞİŞİM
 
Hayata veda etmiş bir din adamının mezar taşının üstünde yazılı olan bir yazı:
“Genç ve özgür iken, düşlerim sonsuzken, dünyayı değiştirmek isterdim. Yaşlanıp akıllanınca, dünyanın değişmeyeceğini anladım.
Ben de düşlerimi biraz kısıtlayarak sadece memleketimi değiştirmeye karar verdim. Ama o da değişeceğe benzemiyordu.
İyice yaşlandığımda, artık son bir gayretle, sadece ailemi, kendime en yakın olanları değiştirmeyi denedim. Ama maalesef bunu kabul ettiremedim.
Ve simdi ölüm döşeğinde yatarken birden fark ettim ki, önce yalnız kendimi değiştirseydim, onlara örnek olarak ailemi de değiştirebilirdim.
Onlardan alacağım cesaret ve ilhamla, memleketimi daha ileri götürebilirdim.  Kim bilir, belki dünyayı bile değiştirebilirdim.”
Hayat akarken değişim önce insanın kendisi ile başlar. Kendi hayatında bir fark yaratamayan başkalarında hayatında fark yaratamaz.
 
 
8
  ÇOCUK KALBİ
 
Adam, bir haftanın yorgunluğundan sonra, pazar sabahı kalktığında keyifle eline gazetesini aldı ve bütün gün keyif yapıp evde oturacağını hayal ediyordu. Tam bunları düşünürken oğlu koşarak geldi ve parka ne zaman gideceklerini sordu. Baba, oğluna söz vermişti; bu hafta sonu parka götürecekti onu, ama hiç dışarıya çıkmak istemediğinden bir bahane uydurması gerekiyordu. Sonra gazetenin promosyon olarak dağıttığı dünya haritası gözüne ilişti. Önce dünya haritasını küçük parçalara ayırdı ve oğluna uzattı:
- "Eğer bu haritayı düzeltebilirsen seni parka götüreceğim!" dedi.
- Sonra düşündü: 
"Oh be, kurtuldum! En iyi Coğrafya profesörünü bile getirsen bu haritayı akşama kadar düzeltemez!"
Aradan on dakika geçtikten sonra oğlu babasının yanına koşarak geldi:
- "Babacığım, haritayı düzelttim. Artık parka gidebiliriz!" dedi.
Adam önce inanamadı ve görmek istedi. Gördüğünde de hayretler içindeydi ve oğluna bunu nasıl yaptığını sordu. Çocuk şu ibretlik açıklamayı yaptı:
- "Bana verdiğin haritanın arkasında bir insan resmi vardı. İnsanı düzelttiğim zaman dünya kendiliğinden düzelmişti!"
 
9
BAŞARI ZENGİNLİK VE SEVGİ
Alışverişe gitmek üzere evden çıkan bir kadın, kapısının karşısındaki kaldırımda oturan bembeyaz sakallı üç yaşlıyı görünce önce duraksadı; sonra onları, tüm içtenliğiyle evine davet etti: "Burada böyle oturduğunuza göre, üçünüz de kesinlikle acıkmış olmalısınız" dedi. "Lütfen içeri gelin, size yiyecek bir şeyler hazırlayayım."
Üç yaşlıdan biri, kadına, eşinin evde olup olmadığını sordu. Kadın, eşinin biraz önce çıktığını, şu anda evde olmadığını söyledi. Yaşlı adam, başını iki yana salladı: "Eşiniz evde değilse, biz de davetinizi kabul edemeyiz" dedi.
Akşam eşi geldiğinde, kadın karşı kaldırımdaki yaşlı adamlarla arasında geçen konuşmayı anlattı. "Senin evde olmadığını öğrenince, içeri girmek istemediler" dedi. Yaşlı adamların bu davranışlarını öğrenince, kadının eşi üzüldü. "Bir bakıversene dışarı" dedi. "Hâlâ oradalarsa, şimdi davet edebilirsin eve."
Kadın kapıyı açar açmaz, karşı kaldırımdaki bembeyaz sakallı üç yaşlıyla yeniden karşılaştı. "Eşim geldi, şimdi evde" dedi ve onlara davetini yineledi; "Yemeğimizi birlikte yemek için sizi şimdi davet edebilir miyim evimize?"
Kadının davetine yaşlılardan biri cevap verdi:
"Biz hiçbir eve üçümüz birlikte gitmeyiz" dedi ve kısa bir duraksamadan sonra, bir açıklama yaptı:
"Sağ yanımdaki bu arkadaşımın adı, zenginliktir. Bu yanımda oturan arkadaşımın adı başarı, benim adım ise sevgidir." Kendini ve arkadaşlarını tanıttıktan sonra sevgi, kadına ilginç bir öneride bulundu: "Şimdi evinize gidin ve eşinizle baş başa verip, bir karara varın" dedi. "İçimizden sadece birimizi davet edebilirsiniz evinize. Hangimizi davet etmek istediğinize karar verin; sonra gelin, kararınızı bize bildirin."
Kadın, sevginin önerisini eşine anlattığında, adam sevinçten göklere fırladı. "Aman, ne güzel! Ne güzel!" dedi. "Hangisini davet edeceğimizi bize bıraktıklarına göre, biz de içlerinden zenginliği davet ederiz ve evimiz de bir anda zenginliğe kavuşmuş olur.
"Eşinin kararı, kadının hiç de hoşuna gitmedi. "Başarıyı davet etsek, daha mantıklı bir karar vermiş olmaz mıyız, kocacığım?" dedi.
Kaymvalidesiyle, kayınpederinin bu konuşmasına, içerideki odada bulunan gelinleri de kulak misafiri olmuştu. Koşarak içeri girdi ve o da kendi önerisini söyledi: "En doğru karar, sevgiyi davet etmek değil midir?" dedi. "Düşünsenize! Evimiz bir anda sevgiye kavuşacak."
Gelinin bu önerisi, kayınpederin de, kayınvalidenin de çok hoşlarına gitti. "Tamam, en doğru karar bu olacak" dediler. "Sevgiyi davet edelim..."
Kadın kapıyı açtı ve üç yaşlıya birden sordu:
"içinizde hanginiz sevgiydi? Onu davet etmeye karar verdik. Lütfen buyursun..."
Sevgi ayağa kalktı, eve doğru yürümeye başladı. Arkadaşları da ayağa kalktılar ve sevginin arkasından, onlar da eve doğru yürümeye başladılar. Kadın, büyük bir şaşkınlık ve heyecan içinde, zenginlikle başarıya sordu: "Siz niçin geliyorsunuz? Ben yalnız sevgiyi davet etmiştim."
Kadının bu sorusuna, üç yaşlı birlikte cevap verdiler:
"Eğer içimizden yalnız zenginliği ya da başarıyı davet etmiş olsaydınız, davet edilmeyen ikimiz dışarıda bekleyecektik. Fakat siz sevgiyi davet ettiniz. Bu durumda üçümüz birden gelmek zorundayız evinize."
Ve kadının "Niçin?" diye sormasını beklemeden, zenginlik ve başarı sözlerini şöyle sürdürdüler: "Çünkü sevginin olduğu her yerde, bizler de her zaman onun yanında bulunuruz."

 
10
KARARLAR
İki kız kardeş varmış, bilgiye açlarmış ve okullarındaki, etraflarından aldıkları bilgi yetersiz olmuş.
Yörelerindeki en büyük bilgeye gitmeye, ondan da bilgi almaya karar vermişler.
Bilge adam kızların sorduğu bütün soruları bilmiş. Kızlar daha fazla bilgi almak için bir süreliğine daha bilgenin yanında kalmışlar.
Ama sonra bilgenin her sordukları soruyu bilmelerinden sıkılmışlar. “Bilgenin dahi bilemeyeceği bir soru bulalım” demiş birisi.
Kızlardan biri, bilgenin bile bilemeyeceği bir soru buldum diye sevinmiş. Avucumun içine bir kelebek alacağım “Avucumun içinde bir kelebek var. Canlı mı, ölü mü?” diye bilgeye soracağım, ölü derse kelebeği serbest bırakacağım. Canlı derse, avucumu hafifçe bastıracağım.
Kızlardan biri avucu kapalı bilgeye uzatmış ve sormuş:
– Avucumun içinde bir kelebek var; bilin bakalım canlı mı, ölü mü?
Bilge, kızın gözlerine uzun uzun bakmış ve cevap vermiş:
Senin elinde kızım senin elinde…
 İstemek, tercih etmek ve yapmak, hayat akarken; iyi veya kötü, güzel veya çirkin, doğru veya yanlış, mutluluk veya hüzün,  senin elinde…
 
11
KIZILDERİLİ BAKIŞIYLA İYİLİK KÖTÜLÜK
 
Yaşlı kızılderili reisi kulübesinin önünde torunuyla oturmuş, az ötede birbiriyle boğuşup duran iki kurt köpeğini izliyorlardı. Köpeklerden biri beyaz, biri siyahtı ve 12 yaşındaki çocuk kendini bildi bileli o köpekler dedesinin kulübesi önünde boğuşup duruyorlardı. Dedesinin sürekli göz önünde tuttuğu, yanından ayırmadığı iki iri kurt köpeğiydi bunlar. Çocuk, kulübeyi korumak için bir köpeğin yeterli olduğunu düşünüyor, dedesinin ikinci köpeğe neden ihtiyacı olduğunu ve renklerinin neden illa da siyah ve beyaz olduğunu anlamak istiyordu artık. O merakla, sordu dedesine: Yaşlı reis, bilgece bir gülümsemeyle torununun sırtını sıvazladı.
– “Onlar” dedi, “benim için iki simgedir evlat.”
– “Neyin simgesi” diye sordu çocuk.
– “İyilik ile kötülüğün simgesi. Aynen şu gördüğün köpekler gibi, iyilik ve kötülük içimizde sürekli mücadele eder durur. Onları seyrettikçe ben hep bunu düşünürüm. Onun için yanımda tutarım onları. Çocuk, sözün burasında; ‘mücadele varsa, kazananı da olmalı’ diye düşündü ve her çocuğa has, bitmeyen sorulara bir yenisini ekledi:
– “Peki” dedi. “Sence hangisi kazanır bu mücadeleyi?”
Bilge reis, derin bir gülümsemeyle baktı torununa.
– “Hangisi mi evlat? Ben, hangisini daha iyi beslersem!”
 


12

İYİLİK VE KÖTÜLÜK HİKAYESİ

 Cehalet, bilgi karşısında her zaman daha güçlüdür.Çünkü cehalet kabadır. Bilgi, nazik.
Kötülük, iyilik karşısında daha güçlüdür.
Kötülük, kaçınılmaz olarak gücü içerir.
Gücü içermediği takdirde kötülük, aciz bir fesatlıktan başka bir şey değildir.
Sonuç olarak; kötü insan, iyi insandan daha güçlüdür. Uygarlık tarihi bunun örnekleriyle doludur.
Cahil insanın sesi, bilge insandan daha çok ve daha yüksek çıkar. Cahilin sözü bilgeninkinden daha çok duyulur.
Cahil insan, bilge insana hakim olduğunda felaket ve adaletsizlik kaçınılmaz olur.  
Ama Kötülük ve iyiliğin, cahillik ve bilgeliğin, karanlık ve aydınlığın, siyah ve beyazın mücadelesi her zaman devam eder.
 

13
ONA VARMAK

(Bir bilge ile kendisine yirmi yıl talebelik yapan birinin arasında geçen bir konuşma):
- Kaç yıldır benim yanımdasın?
- Yirmi yıldır efendim.
- Bu zaman süresince benden ne öğrendin?
- Hiçbir şeyle değişmeyeceğim yedi gerçek öğrendim.
- Ömrüm seninle geçtiği halde topu topu yedi gerçek mi öğrendin?
- Evet!
- Söyle bakalım öyleyse, neler öğrendin?
- Baktım ki herkes bir şeyi dost ediniyor, ona gönül verip bağlanıyor. Ancak, bunların hemen hepsi insanı yarı yolda bırakıyor. Ben ise, beni hiç bırakmayacak, ölümden sonra bile benimle gelecek şeyleri aradım. Ve dost olarak iyilikleri seçtim kendime. Onlar sonsuz bir yükselme yolculuğuna çıkmayı seçmiş bir insann hiç tükenmeyecek azığı ve en gerçek dostlarıdır.
- Çok güzel, ikincisi ne bakalım?
- Baktım ki, insanların birçoğu geçici dünya değerlerine dört elle sarılmış onları koruyor, kasalarda saklıyor, kaybolmaması için her çareye başvuruyor. Kimi zenginliğine, kimi güzelliğine, kimi ününe tutunmuş sımsıkı, onları elden çıkarmamak için çırpınıp duruyor. Oysa ben varlığımı ve bütün isteklerimi O'na verip, gönlümü yalnız O'nun sevgisine açtım.
- Devam et!
- İnsanların üstün olmak için birbirleriyle yarıştıklarını gördüm. Ancak birçoğu üstünlüğü yanlış yerlerde arıyor ve birbirinin üstüne basarak yükselmek istiyordu. Bunun üzerine üstünlüğü geçici dünya değerlerinde değil, akıl ve ahlâkça yükselmekte, kötülüklerin her çeşidinden el etek çekip, iyiliklere vasıta olmakta aradım.
- Devam et yavrum!
- Yine baktım ki, insanlar sabahtan akşama birbirleriyle uğraşıyor, boş yere hayatı zehir ediyorlar kendilerine. Bütün bunların benlik, bencillik ve çekememezlikten ileri geldiğini gördüm. Ve gönlümü bu kirlerden arıtarak, herkesle dost olmayı başarıp, huzur ve güven içinde yaşamanın yolunu buldum.
- Sonra?
- Nedense herkes hatasının sebebini hep dışta arıyor ve başkalarını suçlamak yoluna sapıyordu. Böylece suçlarının örtüsü altına saklanıyordu. Oysa insanın başına ne geliyorsa, kendi yüzünden ve kendi eliyle geliyordu. Bunu bilip yalnız kendimle cenge girerek, nefsimin iradesine uymamaya ve vesvese verenin ağına düşmemeye çalıştım.
- Doğru!..
- Baktım ki insanlar şu bir lokma ekmek ve dünya geçimi için helâl haram demeden, her türlü hakkı çiğnemekten çekinmiyorlar. Hem başkalarının hakkını alıp onları yoksul bırakmakla, hem de bu haksızlığın azabını ağır bir yük gibi vicdanlarında taşımakla iki kere kötülük etmiş oluyorlar. Oysa doğru yaşanıldığında ve hakça bölüşüldüğünde, dünya nimetleri insanlara yeter de artar bile.
- Ve yedincisi nedir evlat?
- Yedinci olarak şunu gördüm ki, insanlar bir şeye dayanmak ve güvenmek ihtiyacındadırlar. Kimi zenginliğine, kimi güzelliğine... Bunların hepsi de bir süre sonra yıkılacak iğreti desteklerdir. Ben ise yalnız O'na sığınıp yalnız O'ndan yardım diledim. Ve bunun karşılığı sonsuz bir güven oldu

 
 
14


ZAMANINIZI KİMLERE HARCIYORSUNUZ?

 
Zaman yönetimi konusunda bir kurs düzenleniyor. Zamanın iyi ve üretken kullanma ile ilgili verilen derste,  uzman, öğretmen, çoğu hızlı olmaları gereken ve stresli mesleklerde çalışan öğrencilerine demişki:

– Sizinle küçük bir deney yapalım.
Masanın üzerine kocaman bir cam kavanoz koymuş. Sonra bir torbadan küçük kaya parçaları çıkarmış, dikkatle kavanozun içine yerleştirmiş.
 Kavanozda taş parçaları için yer kalmayınca sormuş:
– Kavanoz doldu mu?
Sınıftaki öğrenciler:
– Evet, doldu.
– Dolduğunu düşünüyorsunuz demek ha!
Hemen eğilip başka bir torbadan küçük çakıl taşları çıkartmış, kavanozun tepesine dökmüş, kavanozu eline alıp sallamış, küçük parçalar büyük taşların sağına soluna yerleşmişler…
Yeniden sormuş öğrencilerine:
–  Bu sefer kavanoz doldu mu?
İşin sanıldığı kadar basit olmadığını sezmiş olan öğrenciler:
– Hayır, tam da dolmuş sayılmaz.
– Aferin!
Masanın altından bu kez de bir torba dolusu kum çıkartmış. Kumu kaya parçaları ve küçük taşların arasındaki bölgeler tümüyle doluncaya kadar dökmüş. Ve sormuş yeniden:
– Kavanoz doldu mu?
Öğrenciler bağırdı:
– Hayır dolmadı!
Yine “Aferin” demiş öğretmen.
Bir sürahi su çıkarıp kavanozun içine dökmeye başlamış ve sormuş:
– Bu gördüğünüz deneyden nasıl bir ders çıkarttınız?
Bir öğrenci hemen atılmış:
– Şu dersi çıkardık ki günlük iş programımız ne kadar yoğun olursa olsun, her zaman yeni işlere zaman ayırabiliriz.
Öğretmen:
– Hayır, çıkartılması gereken asıl ders şu; eğer en başta büyük taş parçalarını kavanoza koymazsanız daha sonra asla koyamazsınız. Hayatınızdaki önemli olan büyük taş parçaları hangileri? İlk iş olarak onları kavanoza koyuyor musunuz? Yoksa kavanozu kumlarla ve suyla doldurup büyük parçaları ihmal edip dışarıda mı bırakıyorsunuz?
Hayatın akışında sürüklenirken, hayatınızı en çok önem verdikleriniz ile mi yoksa daha az önemli olanlarla mı dolduruyorsunuz?


15
BİR TİYATRODA OYUNCUSUNUZ
 Sıkıntının sonu yoktur, üzüntü üzüntüyü doğurur. Çünkü kaderden şikayet etmek ıstırabınızı arttırıyor, daha şimdiden gülmek ümidini ortadan kaldırıyor, midenizin büsbütün bozulmasına sebep oluyorsunuz. Bir dostunuz olsa, her şeyden acı acı şikayet etse kendisini teselli etmeye, dünyayı ona başka şekilde göstermeye çalışacağınız muhakkak. Neden kendiniz için kıymetli bir dost olmayasınız? Evet, evet ciddi söylüyorum; insanın kendi kendini azıcık olsun sevmesi, kendine karşı iyi davranması lazım çünkü her şey,çoğu zaman bir hadise karşısında takınacağınız tavra bağlıdır. Eski bir yazar, her hadisenin iki kulplu bir kavanoza benzediğini,bu kavanozu tutmak içinde eli kesecek kulpu seçmenin akıllı uslu bir iş olmayacağını söylemiş. Her vesile ile en iyi, en kuvvetli sözleri seçip söyleyenlere halk dilinde öteden beri filozof derler; bu ise hedefin tam ortasına nişan almak demektir. O halde bahis konusu olan şey insanın kendi aleyhinde değil, lehinde konuşmasıdır. Bizler öyle iyi, öyle sürükleyici avukatlarız ki, bu yolu takip ettiğimiz takdirde, memnun olmak için bir çok sebepler bulmakta güçlük çekmeyiz. Çoğu zaman dikkat ettim, insanoğlu mesleğinden şikayet ediyorsa, bunu, ihmalkarlığından, biraz da nezaketinden ötürü yapıyor. Teşvik etsek bize, çektiği eziyetleri değil de yaptıklarını, icat ettiği şeyleri anlatmasını söylesek, derhal şair kesilir, hemde neşeli bir şair.
Hafif bir yağmur yağıyor,sokaktasınız, şemsiyenizi açarsınız olur biter. 
" Yine mi şu pis yağmur " demenize ne lüzum var? su damlalarına, bulutlara, rüzgara bunun bir tesiri olmaz ki. Neden: " Aman ne güzel yağmur " demiyorsunuz? Biliyorum bununda su damlalarına bir tesiri olmaz, doğru, ama sizin için iyi; bütün vücudumuz hareket edecek, gerçekten kızışacak; neşe veren en küçük hareketin neticesi böyledir işte; yağmur altında kalıpta nezle olmamak için bu şekilde hareket etmektir.
İnsanları da yağmura benzetin. Kolay değil diyeceksiniz. Kolay hemde yağmurdan çok daha kolay. Çünkü gülümsemeniz yağmura tesir etmez,ama insanlara fazlasıyle tesir eder; hatta yaptığınız taklit yüzünden, daha az üzüntülü, daha az can sıkıcı bir hal alırlar. Oynayın, hayat bir tiyatro. Üstelik, siz kendi içinize bakarsanız, onlarda bir sürü mazeret bulmakta güçlük çekmezsiniz. Marcus Aurelius her sabah:
" Bugün kendini beğenmiş boş bir adamla, bir yalancıyla,doğrulukla ilgisi olmayan bir insanla, can sıkıcı bir geveze ile karşılaşacağım; onlar cahil oldukları için böyledirler " der, güne başlarmış.

4 Kasım 1907 / Emile-Auguste Chartier
 
 
 
16
NE VERDİN Kİ NE İSTİYORSUN
 
Dervişe bir gün sormuşlar:
Sevginin sadece sözünü edenlerle, onu yaşayanlar arasında ne fark vardır?
Size farkı gösteriyim deyip, önce sevgiyi dilden kalbine indirememiş olanları çağırarak onlara bir sofra hazırlamış. Hepsi sofrada yerlerini almışlar. Derken tabaklar içinde sıcak çorbalar gelmiş ve arkasından da derviş kaşıkları denilen bir metre boyunda kaşıklar.
Derviş şöyle bir şart koymuş:
– Bu kaşıkların ucundan tutup öyle yiyeceksiniz.
Peki deyip çorbalarını içmeyi denemişler.
Fakat kaşıklar uzun geldiğinden sıcak çorbayı döküp saçmaktan hem kendilerini yakmışlar hem de ağızlarına bir damla bile götürememişler. En sonunda bakmışlar olacak gibi değil sofradan kalkmışlar.
Daha sonra derviş, bu defa sevgiyi gerçekten bilenleri yemeğe çağırmış. Yüzleri aydınlık, gözleri sevgi ile gülümseyen insanlar gelmiş, sofraya oturmuş. Onlara da aynı şartı dile getirmiş.
Her biri uzun kaşığını çorbaya daldırmış, sonra karşısındaki kardeşine uzatarak çorbalarını içmişler Böylece her biri diğerini doyurmuş ve sofradan afiyetle şükrederek kalkmışlar.
Derviş sevgiyi gerçekten yaşayanların farkını soranlara;
– İşte! Kim ki hayat sofrasında yalnız kendini görür ve doymayı düşünürse o aç kalacaktır. Ve kim kardeşini düşünür de doyurursa o da kardeşi tarafından doyurulacaktır. Şüphesiz şunu da unutmayın. Hayat pazarında her zaman alan değil veren kazançlıdır.
 
 
17
TOKAT
 Bilge, sessizliği bozan adamın sesine doğru kafasını çevirerek onu dinlemeye başlar.
- Bu insanlar, arkadaşlarının, tanıdığı yada tanımadığı kişilerin iyi durumda olmasını (mutlu,başarılı v.b) isteyebilecek yada hazım edebilecek ruh haline sahip insanlar değiller. Tarihe imzasını atmış olan bir çok insandan başarıya veya mutluluğa giden yolda kendi halinde ilerleyen insanlara taş konulmaya çalışıldığının hikayelerini bir çok kez duydum. Ve her başıma gelişinde de bu deneyimlerin ne kadar abartısız ve gerçek olduğunu gördüm.
Bundan yola çıkarak diyorum ki; Takdire şayan veyahut  sonuçta herhangi bir konuda emek harcanmış olan yüz icraat’dan hiç birini kimse takdir etmiyorsa, ortaya çıkan sonuca iyi-kötü yorum bile yapmıyorsa, hatta ortak görüşte aynı yolda olduğun insanların fikirlerini destekleyen, tamamlayan açıklamaların bile onay görmüyor, karşılık bulmuyorsa, zor durumda olan insanlara, hayvanlara ve sevgi adına yapılan paylaşımlara gösterilen hassasiyet görmezden geliniyorsa, işte o zaman karşı tarafta bir davranış bozukluğu olduğu aşikar fark ediliyor, göze giriyor. Üretime değil kişiye kişisel bir tavır sergilenildiği anlaşılıyor. Tüm zamanlarda, tepki vermeyen bir şeyde mutlaka bir sorun olduğu bilinir. Doğru etki’yi verende değil…
Sonra bu insanlar kalkıyor saygıdan bahsediyorlar, benim onları görmemi hatta her konuda yanlarında olmamı bekliyorlar. Ne kadar komik, beni hiç tanımamışlar. Yaptıkları yanlışların doğrularını, nasihat verici edebiyat sözcükleriyle utanmadan yüzlere söyleyebilecek cesarette oluyor, her konuda inatla yanılmadıklarını belirten uzun cümleler kurarak çırpınıyorlar. İnsanlıktan bahsedip sahtekarca ona buna ağlama numarası yapıyorlar. Dert yanıyorlar. Oynuyorlar… Kendi açıklarını görmeden… İnsanlar yaptıklarıyla eleştirildiklerini sanırlar, halbuki yapmadıklarından dolayı da hatalı olabilirler. Lafı bazen ‘’Beni ne kadar tanıyorsun’’a getirir kenara sıkıştığını hisseden insanlar… Kabullenemezler. Bazen bir bakıştan, bir resimdeki detaydan, bir mimikten, yazılan bir yazıdan, bir duruştan tanımanız yeterli olur bir insanı… İnsanlar bıraksın artık rant sağlayacakları şeylere oynamayı. Bıraksınlar bu güzel insan kılıflarını. Öyle asılsız ve yapmacık duruyor ki bu, kendilerini destekleyen ve kendileriyle beraber olanlar ile birbirlerini ağırlıyorlar sadece o kadar… Körler sağırlar birbirini ağırlar misali. Bunlara kanmam, bunları yutmam ve kabullenmem mümkün olmadı hiçbir zaman.
Tanrı’nın yapma dediğini yapmaya bile cüret eden insanoğlundan  hele ki günümüzde ‘’iyi şeyler’’ beklemek güneşin aya sarılması kadar mucizevi.
Nankördür, bencildir, ukaladır, çıkarı için sizinledir, samimiyetsizdir, asosyaldir, kolay vazgeçer, kolay yarı yolda bırakır, her şeye çok kolay zarar verir, güvensizdir, ezmeyi sever, kimseye beş kuruşluk faydası yoktur, kimsenin tarlasına yağmur olup yağmak istemez, kendi türüne faydası dokunacağı hayat geçimini sağladığı mesleğinde bile can yakar, hile-hurdaya başvurur. Her zaman yüceltilmeyi, ruhunu,egosunu aynı bir kediyi severcesine okşamanızı bekler, her zaman haklı görülmeyi… Kendinden başkasını düşünmez, görmez… İyi bir insan olmaya gayret göstermez, iyi vasıflar bir zerredir ruhunda, kötüdür yani. Hümanizmi kabul etmeyen bir insanoğlu. Kendi içlerindeki nadir hümanistleri de körelten…
Etrafımda bunlardan başka kimse yok neredeyse. Nereye dönsem, nereye gitsem bunlardan… Sosyal medyada, gazetede, televizyonda, günlük hayatımda, işimde….. Hayat bunlardan ibaret neredeyse, bütün güzellikleri gölgelemiş, iyi olan ne varsa yok etmişler.
Sonuçta; ‘’ İstediğin kadar söyle hangi biri değişecek? Ne değişecek ki ? ‘’ diyebilirsin.
Bilge adamın lafını keserek;
-Herkes bilmelidir ki ve unutmamak lazım ki; Alttarafı bir insan olduğumuzu akıldan çıkarmadan Allah korkusuyla yaşamak gerekir. Çünkü bizden büyük Allah vardır.
İnnâ ‘aradnâ-l-emânete ‘alâ-ssemâvâti vel-ardi velcibâli feebeyne en yahmilnehâ ve eşfakne minhâ ve hamelehâ-l-insân(u)(s) innehu kâne zalûmen cehûlâ(n)
‘’Biz göklere, yere ve dağlara da emanetler, mükellefiyetler, sorumluluklar verdik. Onlar görevlerine, sorumluluklarına hıyanet ederek âsi olmaktan görevlerini aksatmaktan çekindiler. Korkarak görev ve sorumluluklarına itina gösterdiler. İnsansa, emanetlere, kamu görevlerine, hakka-hukuka, şer'î mükellefiyetlere ve sorumluluklarına hıyanete cüret ederek âsi oldu. Gerçekten o çok âsi, inkârcı, haksız, zâlim, bilgiden, muhakemeden uzak, menfaatlerinden habersiz, tutarsız, cahilce davranışlarda bulunmayı alışkanlık haline getiren birisidir.’’
 


 


  

               BURAK KIRMIZITUNA VİDEOLARI İÇİN TIKLA: