Sayfa Görüntüleme Sayısı

20 Şubat 2017 Pazartesi

ŞİŞŞŞŞTTTT HOOOOOPPPP !!!!!! (18+)



Ne korkaksın lan sen… Götün hiçbir şeyi yemiyor. Ne öyle, ne böyle… Jelibon gibisin, hatta çok eskiden hamur gibi yumuşak bir çizgi film karakteri vardı. Duruma göre istediği şekle giriyordu. ‘’hop hop hop ton ton’’ diyordu. O musun lan sen? Şirinlerden hangisisin? Uykucu, Yalancı, Romantik, Huysuz, Sakar, Bilgin………? Yeri geldi mi her haltı bahane ediyorsun? Mutlaka ruhi haliyetine göre durumlara kılıfların hazır. Kendini kandırıp duruyorsun. Kaçaksın…Kaçıyorsun; ulaşılmazı mı oynuyorsun ha? Hesapta hiçbir şey umrunda değil. Yoksa sıyrılıyor musun her boktan? Oysa kafanın içi kazan gibi, bir sürü şey kaynıyor.  Kafanın içi hava alanı gibi her on dakikada bir fırıldaklar dönüyor, uçuşuyor kafanda… Kitaplara, alkole vurmaklar, şarkılara sığınmaklar, on dakikada bir sigaraya sarmaklar, saatlerce denize bakmaklar; bok var denizde (sahiden bok var) sanki denizden bir dalga sana hayatının anlamını getirecek, ya da mutlu olmanın anahtarını verecek. Kulağında kulaklıklar, ne sağına bakarsın ne soluna, yolda millete çarpa çarpa gidersin bi’de, öküz gibi… İsyankarsın ya sana göre normal bu haller. Pu ha haaaaaaaaa…. Gittiğin yerde, vesaitlerde yumulmuşsun a…. kodumunun telefonuna gözün ondan başkasını görmüyor, sanki hasta anan, baban, kardeşin… Ondan başkası yok. Ulan kaldır başını bir camdan dışarı bak. Bir akbili olmayana akbil ver. Teyzeye yer ver. Aşık olmak isteyene fırsat ver…. Kafe’de oturmuşsun dudaklarını bir tek çay bardağına açıyorsun. Bir de çektiğin abuk subuk selfie’ye.. He bir de aradığın kankana… Başka? Ağzını bıçak açmaz. Ne evde, ne konuşulması gereken yerde… Kankanın da çok da si…desin yani. Kimbilir seninle konuşurken tuvalette miydi? Sevgilisiyle mi yiyişiyordu? Kısa kesti, seninle konuşurken. Anlamadın mı? Ha haaa haaaaaa…. Selfie’ni görenlerin hele zerre kadar umrunda değilsin. Kimsin ulan sen, siktiri boktan foto’larla ne olacağını sanıyorsun. Data dehlizinde geri dönüşmeyen kutusunda yok olacaksın. Bırak be bu farklı olacağım ayaklarını. Yalnızlıktan ağzın, için, her yerin kokuyor. Her şeye susamışsın. Sen ölüm diyetindesin ben anladım. Yoksa bir insan, böyle inatla insanlıktan çıkmak istemesinin tek bir nedeni olabilir; Ölmek istemesi. Ulan kimler gitti de unutuldu. Ne gözyaşları dindi. Bok var gitmekte. Ya etraf nimet kaynıyor be. Uyan ulan, uyan.. Tabi ya kalacak kadar cesur ve mücadeleci değilsin. Ne ölümü, ne de hayatı alaya alacak kadar daha ders almamışsın onlardan. Sen içinde özgür değilsin. Hep sabitlenmiş, içinde hapis olmuş birkaç konu var, hep onlar yönetiyor seni. E peki neden onları çözmüyorsun? Çözmeye çalıştın olmadı mı? Kesin çözüyorum sanmış, daha da düğümlemişsindir. Korkusuzca gittin mi üzerine, onlarla direkt ve net sonuca ulaşmak için ‘’Konuştun mu?’’ yoksa dolaylı yolları, aracıları mı araya soktun. İkincisi değil mi? Ahh ulan nasıl biliyorum. Kafandan da kurmuş, teoriler üretmişsindir kesin. Halbuki gerçeklerle alakası yoktur düşündüklerinin. Bir konuşsan kimbilir nelere şaşıracak ve daha önce konuşmadığına ne kadar pişman olacaksın. Ulan senin ki sırf zaman kaybı be… O kadar cömertsin ki zamanı harcamakta, o da seni harcadığında şaşırma. Ne kadar çabuk deme sakın. Daha geçen gencecik kıza kaldırımda yürürken araba çarptı be. Aslan gibi futbolcu sahanın ortasında yığıldı kaldı. Seksen yaşındaki teyzeyi kapkaçcı yerlerde sürükledi, kolunu kırdı. Erdal Tosun ‘’hastaneye’’ giderken trafik kazasında hayatını kaybetti. Oya Aydoğan; ağzına attığı bir tanecik patates kızartmasından dolayı vefat etti. Kediyi yol ortasında araba biçti. Milyonlarca balık, koyun, dana, inek her ne boksa; aç karnımızı doyurmak için gitti, Bebekler doğmadan öldü, Karda bir sürü insan dondu, Boğaz köprüsünden kimbilir bu güne kadar kaç kişi atladı, Kaç kişi kimbilir boktan nedenlerle birbirinin gırtlağını sıktı, evden kaçan biri yapayalnız, sahipsiz kaldı, İnsanlarda sivilce çıkar gibi kanser hastalığı çıkıyor….. ne bileyim ……. Bu kadar milyonlarca kötü kader varken senin ki ne be? Hiç mi ders almazsın be? Hiç mi empati yapmazsın? Keşke sana elimdeki bir tabletden başına gelmesini istediğin bütün kötü şeylerin aslında ne kadar basit, bir anlık ve anlamsız olduğunu ve senden çok uzak olmadığını gösterebilsem. Bu yüzden mahrum kalacağın güzellikleri keşke görebilseydin, onlarla karşılaştığın zaman egon’dan kurtulabilseydin yada farkına varabilseydin. O zaman gitmeyi istemezdin işte, hayata vazgeçecek kadar lanet okumazdın. Anlamlı olan tek şey vardır bizim için; ‘’Yaşıyorken’’, ‘’Yaşamak’’tır. Zaman sağlık gibidir. Hani sağlığını kaybedince kuzu oluyorsun ya… ‘’Bi iyileşeyim söz onu yapmayacağım, bunu yapmayacağım’’ yada ‘’Söz hiçbir şeye üzülmeyeceğim, insanlara iyi davranacağım’’ falan… ha ha haaaa…. İşte her şeyin değeri kaybetmeye çok yakınken anlaşılıyor. Yada kaybettikten sonra… ‘’Zaman’’ gibi ‘’Sağlık’’ gibi ‘’Ölen’’ biri gibi…

Ben senim bak. Bak bana. Ulan baksana bana. Zorluk çıkartmak hangi insanı mutlu etmiş, önünü açmış, emellerine kavuşturmuş, huzurlu kılmış. Kendine ve etrafa neden bu zorluk? Neden bu kötülük? Bu inat niye? Neden bile bile ‘’kötü’’yü seçmek. Kötü olmak. Çok saçma. Çok mantıksız. Bile bile neden lades diyorsun? Kendini rahat bırak. Bilincini tekrar kazan yahu. Kendine gel. Kontrolünü ele al.

Farklı mı olmak istiyorsun? Saygı, sevgi, mutluluk…ha? O zaman hiç görmediğin iyi biri kadar iyi ol. Onu sen kendi bedeninde yarat. Nasıl iyi olunur? Her konuda? Ulan kötü zaten etrafta, kaynıyor. Hiç ilgi çekici değil. Ama iyi biri içlerine pırıl pırıl düşer. Bunların gözleri kamaşır. Hemen elleriyle gözlerini kapar, ‘’Bu ne ya’’ derler. ‘’Rahatsız olmazlar mı?’’ ‘’Tabi ki olmazlar mı, hemde nasıl olurlar’’ ama sen iyi olanı seçtin. Zararada uğrasan senin özün bu; iyi olmak. Ve sen çok farklı oldun. Bunun keyfini yaşamak inan muhteşem olur. Unutma ki iyiliğinin üzerinden hiçbir kötülük geçemez. Vicdanen ve mantıken geçmemeli. İşte bu iyilik dolu halindeliğin sana öyle güzel yollara götürecek ve öyle güzelliklerle karşılaştıracak ki…. İşte o zaman aradığın hayat ve kişiliğe kavuşmuş olacaksın. Her şey yerli yerine oturacak. Çünkü seni ancak böylesi mutlu eder.

Bi kere şu; ‘’insanlar ne der’’ geyiğini kes. Bu tabi ki; sapıt, kimseyi ipleme anlamına gelmiyor. ‘’İnsanlar ne der’’ geyiği; toplumun oluşturduğu birbirini kontrol altına alıp kolayca yönlendirme yapabilmesine yarayacak bilinç altı baskısıdır. Unutma, insanların şeylerinden uydurduğu, hayatını olumsuz yönde etkileyecek olduğunu düşündüğün her şeyi bir kere değil, iki kere değil, üç kere düşün… Cevab’ın doğruysa ve bu doğru diğer iyi çoğunluğunkiyle birleşiyorsa kendi mantığını kullan. Çünkü artık insanların bireysel koyduğu kurallar ve şahsi bakış açılarının dayatmaları fazlasıyla çoğaldı.

Aaaaaaa; vayyy uzun süredir görmeyi beklediğim, küçük bir tebessüm alabildim senden. Süper bu beeee…. İşte önümüzde sevilmeyi bekleyen şeyler ve içinde bizim için sakladığı güzellikleri bulmamızı bekleyen koca bir hayat var. Ulan ne şımarıksın sen be. Ver bi öpücük. Gir koluma hadi gidelim.

İlk önce galataya gidelim, balık yiyelim. Sonra beyoğlunda teras manzarası muazzam olan bir yer var, oraya gideriz. Ben sana sarılırım. Göğsüme yaslanırken saçını okşar seni güldürecek şeyler anlatırım. He bi de bol bol öperim seni. Şimdiden söyleyeyim de….
 
 
 
 
 
 
 
BURAK KIRMIZITUNA VİDEOLARI İÇİN TIKLA:


https://www.youtube.com/results?search_query=burak+k%C4%B1rm%C4%B1z%C4%B1tuna

http://www.dailymotion.com/tr/relevance/search/burak+k%C4%B1rm%C4%B1z%C4%B1tuna/1

http://www.songaz.com/videosearch.asp?search=burak%20k%C4%B1rm%C4%B1z%C4%B1tuna




 
 


10 Şubat 2017 Cuma

14 ŞUBAT 2017 SEVGİLİLER GÜNÜ



 
 
Bloğuma bir ‘’Sevgililer Günü’’ yazısıyla tekrar dönmüş bulunuyorum. Geçmişte yazdığım sevgililer günü yazısını kullanmak istemedim; her ne kadar fikirlerimde ve görünenlerde hiçbir değişim olmasada…

İlk önce hepimizinde izlediği gibi, sevgisizliğin dibine vurmuş bir hal içerisindeyken ‘’sevgililer günü’’ kutlamak isteyenlerin ‘’bize her gün bayram’’ kafasıyla bunu yapacaklarını düşündüğümü belirtmek isterim.

‘’Yalnızları oynayan’’ ve ‘’birbirinden kaçan’’ iki cinsin günümüzde sevgili olma ihtimali, gerek kendi özel hayatımdayken gerekse toplumu uzaktan gözlemlerken hep aklımı meşgul etmiştir. Kişilerin birbirine hissettirdiği; güvensizlik ve potansiyel tehlike olma öngörüsü kendilerini kendi dünyalarındaki yalnızlık dönencesine mahkum etmiştir. Bence bu sosyal bir sorundur. Gerek ‘’Lezbiyen’’ arkadaşlar, gerekse ‘’Gay’’ arkadaşlar da bu güvensizliğin sonuçlarından biridir bence… Bu eserin özü; aradıkları ve özlemini kurdukları ama asla elde edemedikleri karşı cinsin şablonunu kendi ruhlarında bulmaya çalışmalarıdır. Bu herkesin izlediği bir yol değil tabi, işin bilimsel-tıbbi açıklamaları da olan başka başka vakalar da illa ki vardır. Ama bence çıkış noktası psikolojik olmasıdır. 

Bunların üzerine bir de ‘’sevgi’’ nedir bilmemek yada bir şeyleri ‘’seviyor’’ sanmak, sonradan aslında bunun geçici bir beğeni olduğunu görmek, kadınların duygularını ve mantıklarını alt-üst etmektedir. Aslında burada kabahatli olan taraf ‘’erkek’’ değildir. Hislerinde ve kararlarında çoğu zaman yanılan ‘’kadın’’dır. Bunun nedeni; aileden gelen sevgi öğretisinin eksik kalması olabilir, çabuk inanma karakteristik özelliğine sahip olan bir kişilik olabilir, tecrübesizlik olabilir, acıdan beslenme, kopamama olabilir…..v.b Erkekler de kadınların o keşmekeşde (hatalarında) yara alan ve üzülen başka bir taraftır. Çünkü kadına inanmıştır, sevmiştir, ‘’sen beni yanlış anladın’’ açıklaması bir erkek için aldanmanın ve kandırılmanın en önde gidenidir. Kadının yanlışlarından yararlanan erkekler yok mudur? Dolu. Fırsatçı, yalancı…v.b Ama sonuçda her iki taraf içinde tek bir soru vardır: ‘’Neden yanlış seçim yapıyorsun?’’ ‘’Neden göz göre göre yanlışın peşinden gidip yaralanıyorsun?’’ yada ‘’Neden doğruyu bulamıyorsun, göremiyorsun?’’

Tabii ki bu yazıda o şunu yapıyor, bu bunu yapıyor yarışının sonuçlarını okumayacaksınız. Ancak bence günümüzde hakkını vererek seven olmak yada benim anladığım sevgililik kavramını oluşturabilmek imkansız gibi bir şey. Bunu her iki tarafta istemiyor. Görünürde; istedikleri kadar şiir okusunlar, istedikleri kadar salya sümük ağlasınlar, aşk şarkıları içinde boğulsunlar, sosyal medyada özlü-doğru sözler paylaşsınlar…boş, geçici, yavan… ‘’Mutlu olmak isteyen insan gayretini ve inancını’’ her iki cinste de göremiyorum. Hislerin zorla bir kalıba oturtulmak istemesi gerçekleşiyor. Rol yani. Güvensizlik ve sevgisizlik güdüleri coşmuş bir toplumun ister istemez yeni nesilleri, otomatikman zaten sevgili olamayacak bir programlamayla ve bilinçlendirmeyle yetişiyor. Robot yani, sanal, yapay, tüketici, inançsız, ruhsuz, bazen çok tutucu, bazen çok serbest… Nasıl sevsinler? ‘’Sevmek’’ nedir nasıl bilsinler? Karşılaştıklarında nasıl tanısınlar, anlasınlar o duyguyu. Sevginin yada flört etmenin yiyip içip gezip yatıp kalkmaktan ibaret olmadığını nereden kimden görsünler. Yeni nesilden kaç kişi; bir romantizmin, bir güzel hitabın, kibarlığın, saygının, değer vermenin ve şevkatin inceliklerini yaşamış. Bu güzellikleri kim tadtıra bilmiş.

Yaşanmışlıklarımın bir sonucu olarak kabul edin lütfen:

Kadın:

Erkeğe güvensiz, Aldanmaya yatkın, Onu ona konuşmayı seven, Sır saklayamayan, Saf, Kararsız, Kışkırtıcı, Pişkin, Duruma göre kararlarında çok çabuk değişkenlik görülebilen, Peşinden koşturmayı seven, Gereğinden fazla egolu, Sosyal hayatında rahatına düşkün, Zora gelmeyen, Makam-Mevki seven, İlişkinin daha çok romantik kısmında değilde eğlence kısmında daha çok aktif olan, Karşısındakini verebildiği kadar var eden, Kendini güldüren veya sürprizler yapan erkeği hafife alan ama maço adama sırılsıklam ‘’aşık’’ olduğunu ‘’sanan’’, her şeyi akışına bırakmayı seven, suyun akışına göre yaşayan, erkekle statü yarışına girmek zorunda olduğunu hisseden…(Zaten normal olan kadının da, erkeğin de elinin bir iş tutuyor, hayatını kazanıyor olması lazım)... v.b

Erkek:

Kadına güvensiz, Aldatmaya - aldanmaya yatkın,  Onu ona konuşmayı seven, Sır saklayamayan, Saf, Kaba kuvvet seven, Küfür kullanan, İnatçı, Baskı kurmayı seven, Meraklı, Romantik, Maço, Serseri, Yüzsüz, Özür dilemeyen, Egolu, Romantik, Duygusal yada Odun... v.b

Dediğim gibi bunlar benim bizzat yaşadığım kişilikler ve yakın arkadaşlarımın ve de toplumda gözlemlediğim ilişkilerin ve kişilerin bir çıktısı. Zaten gördüğünüz üzere iki cinsinde ortaya koydukları birbirine yakın.

Benim ilişkilerimde nasıl biri olduğuma gelince (söz veriyorum şişirmeyeceğim, yalan yok) :

İnatçı, Herhangi bir tartışma çıktıysa (ki benim ile biraz nadir çıkar ama) susan taraf olamayan, Demokratik, Adaletli, Sabırlı (şans veren) ama sabırın sonunda kararından asla dönmeyen, Beraberce gezmeyi ve sosyalleşmeyi çok seven (fakat kararında olmak şartıyla), Çünkü evde de vakit geçirmeyi çok seven, Kahvaltı hazırlamayı, Ütü yapmayı, Ufak tefek yemek denemeleri yapmayı, Süprizler yapmayı seven, İlişkinin diriliğini koruma amaçlı her zaman çaba sarf eden (tabi karşıdan da o elektriği almam gerekiyor yoksa bitkisel hayata girmiş biriyle zaten uzun bir ilişki sürdüremem,başından biter), Giyim alışverişi yapmayı çok seven, Buluşma noktasına geç kalmayı hiç sevmeyen, Uykuyu seven, Müzik yaparken ses çıkarılmasından hoşlanmayan….ilk aklıma gelenler.

Çıktığım bayanların arasında elbette mutlu olduklarım vardı, çok güzel hatıralarım var ama o zamanda; bahaneler, şartlar araya girmişti. İlla ki aşılamayacak bir şeyler çıkmıştır aramızda… Yoksa benim ilişkilerim hep uzun soluklu olmuştur. Bir şeyler hissettiğim yada hissedeceğimi anladığım kişiyi kolay kolay bırakmam hemen emek harcamaya başlarım. Demek ki bitmesi gerçekten gerekiyormuş.

Bir ilişki hakkında şimdiki düşüncelerim:

Karşı cinse olan güvenim ve inancım sıfır oldu. Ama mesela içimde, çok derinde kalan birkaç ufak kımıldanmayı da bırakıp göndermiyorum. O kımıldanmanında adı umut. Umudu kaybedersem ve kaybedersek zaten yaşamak içinde bir neden kalmaz. Her zaman kapılar aralık kalmalıdır. Her kötü şeyin çok az da olsa iyisi vardır. Onlara ulaşmak için çok derinimde koruyup kolluyorum umudumu. Bu her mevzu için böyle.

Benim düşündüğüm gibi bir ilişki yaşamak isteyen bir bayan çevremde olsaydı, şu an beni bulurdu, karşılaşırdık diye düşünüyorum. Ya da yanımdan geçti, çok yakınımda bulundu fakat tanışmak için bir kader yaratılmamıştı, bir şey vesile olmadı. Olmadı. Her ayrılıktan sonra, uygun ve doğru diyebileceğim yeni bir flörtün bana gelmesi biraz zaman alıyor diyelim J

Herkes mutlu olmaktan söz ediyor ama söyleyenler inanın bunun için gram emek harcamıyorlar. Sadece ağızda. Karşılarına gelince de bahaneler, burnundan kıl aldırmamaklar falan… v.b

Son olarak şunu söylemek isterim; toplumu oluşturan bireylerin gün içindeki yaşamlarında maksimum derecede iletişime açık olmaları gerekiyor. Yabanilik ve bana dokunmayan yılan bin yaşasındacılık gelişmemize engel olan ve medeni bir topluma yakışmayan sıfatlar. Temkinli durup, biraz inanç, biraz güven, biraz şans birbirimize karşı… Konuştukça her şey daha kolay çözülecek ve de belki de düşündüğünüz çoğu şeyin öyle olmadığını anlayacaksınız. Biz anlaşmaya çalıştıkça toplumda asabiyet, gerginlik, kavgalar çok azalacak eminim. Anlayış fazlalaştıkça affedicilik çoğalacak. Bu güzel tablo bence güzel ilişkilerin başlamasını ve çoğalmasını da sağlayacak. Konuşmak ve ne demek istediğini anlamak, anlamak için dinlemeye çalışmak gerekiyor. Biraz daha empati, biraz daha açık duruş gerekiyor…

Evet adı günümüzde eğriti de dursa ve de benim için gerçek anlamından çok uzak da olsa madem yazımın çıkış noktası ‘’Sevgililer Günü’’ o zaman ben de sevgililer gününüzü kutluyorum. Sevgili olmak için emek harcayan bütün çiftlerin ve de Lezbiyen, Gay, Trans, Feminist olan değerli arkadaşlarımın da sevgililer gününü kutluyorum.

Bir şans verin, inanın, sevgiyle kalın.



 
 


 

 




  


             BURAK KIRMIZITUNA VİDEOLARI İÇİN TIKLA:


https://www.youtube.com/results?search_query=burak+k%C4%B1rm%C4%B1z%C4%B1tuna

http://www.dailymotion.com/tr/relevance/search/burak+k%C4%B1rm%C4%B1z%C4%B1tuna/1

http://www.songaz.com/videosearch.asp?search=burak%20k%C4%B1rm%C4%B1z%C4%B1tuna