Sayfa Görüntüleme Sayısı

29 Mayıs 2020 Cuma

MÜZİK DÜNYASININ DURUMU - Mayıs 2020




‘La La Land’ filmi gibiyiz. Neredeyse yolda adres sorduğumuz kişiler bizlere şarkı söyleyerek cevap verecek kıvamdalar.

“Müzik” denen uğraş/üretim, bir sanat değil midir ?
Peki herkesin sanat yapabilmesi, o güdüde ve beceride olabilmesi mümkün müdür?

Eğer müzik bir meslekse, bu mesleğin yapılabilme özellikleri bu kadar kolay mıdır ki herkes müzik icra etmeye kalkmaktadır ? Şahsına münasır (özel – ayrıcalığı olan) bir iş değil midir ?

Bu kadar çok müzikle ilgilenen olduğuna göre herkes tarafından icrası en kolay yapılan ve tutulan meslek olarak algılanması yanlış mıdır ? 

Bu kadar şarkı söyleyen ve enstrüman çalan kişi olunca paya düşen azalır mı, çoğalır mı ? Bu şartlarda ve ülkede sanata nasıl bir bakış açısı olduğunu da göz önüne alırsak, bu işten para kazanamamak, iş yapamamak normal değil midir ?

Bu kadar filtresiz ve her çeşit üretimin kabul gördüğü, beğenildiği bir meslek dalı var mıdır ?
Bu kadar çok şarkı söyleyenin var olduğu bir ülke var mıdır ?

Hemen cevabını vereyim:  “Yok”

Yurt dışında müzik yapmak demek, star olmak demektir. Yani orta sınıf, amatör müzisyen diye bir kavram yok. Gerçekten hobi olarak yapan insanlar var oralarda. Onlar da ne kadar olduklarını ve nereye kadar gitmeleri gerektiklerini biliyorlar. Durucakları yeri biliyorlar yani.  O insanlar, karaoke barlarda şarkı söylemekteler yada bazıları üçüncü sınıf otoban barlarında country müzik yapmakta. İsteseler de öyle paldır küldür müzik piyasasında dolaşamazlar, kolay kolay o piyasaya giremezler. “Param var, pek de hevesliyim, beni star yapın”  “Şunu tanıyorum, bunun yeğeniyim” muhabbeti yok. Müzik heveslilerinin ulaşabilecekleri en kolay platform  “American Idol” , “America’s Got Talent” gibi yetenek yarışmaları. Açıkçası müzik kirliliği yok oralarda.

Anlayacağınız müzik yurt dışında gerçek bir iş, hem de “ciddi” bir iş. Ve oturmuş sistem, kural – hukuk ve kaideleri var. Hakları var. Yani müzisyenlerin "Hakları" var. Kanun var.

Önde gelen plak şirketleri (ciddi ve resmi kurumlar) müzik yapmak isteyen insanlara şans tanımadan önce kişinin o mesleği yapabilecek bilinç, duygu, birikim ve yeteneğe sahip olup olmadığını profesyonelce ölçüyor. Yapımcı gözünde kişinin oluru varsa, organize olmuş ve çok profesyonel işleyen bir uygulamayla müzik kariyeri başlatılıyor. Ya var oluyorlar yada yetenek seviyelerine  ve üretkenliklerine göre yok oluyorlar. Ortası yok. “No Name” sanatçı diye bir şey yok zaten. Başarılı olanlar müziği “meslek”  bilinci içinde icra ediyorlar. Ve de maddi manevi tadmin oluyorlar. Bir filtre var orada yani. Önünüzdeki o set çok sağlam. Onu aşarsanız ve güvenirseniz ve de azimliyseniz düzen sizi taşıyor zaten. Sanata öyle bir ciddiyetle yaklaşılınılıyor, önem ve değer veriliyor ki, yurt dışında kendini ispatlamış bir çok sayıda müzik okulu var. Ayrıca dans okulları da var. Bu okullara girebilmek için can atan binlerce insan var. Orada okuyan öğrencilerin ne kendileri, ne de aileleri mezuniyet sonrasındaki çalışma hayatları için, iş bulabilme (ekonomik sıkıntı) kaygısı duymuyorlar. Çünkü bu dallarda iş bulabileceklerini ve hayatlarını bu işlerden kazanıp yaşayabileceklerini biliyorlar. Yurt dışında sanat dalları kabul gören ve geçerli bir “Meslek”. İstihdam imkanı var.

Yurt dışındaki müzik dünyasında, menajerlik, organizatörlük, basın danışmanlığı, tur menajerliği, albüm yapımcılığı, ses teknisyenliği, solistlik, sahne koordinatörlüğü, entertaiment, gibi bu tür adlandırmaların altları dolu ve tanımı doğru. Herkes kendisinin ne olduğunu, ne yapacağını biliyor. Ve en iyisini, en doğrusunu yapmaya çalışıyorlar.
Konu buraya gelmişken Ahmet abinin (Ahmet San) söyledikleri ne kadar düşündürücü gelmişti bana.

“Neden Türkiyeden dünya starı çıkmıyor” sorusuna:

“Çünkü Türk şarkıcıları kendi ülkelerinde garanti gibi gördükleri kariyerlerini bırakmak istemiyorlar. Onbeş – yirmi tane konser sözleşmesini yurt dışına tercih ediyorlar. Para odaklılar. Yurt dışında, müziğe sıfırdan başlama hissiyatıyla yeterli enerji ve kararlığı kendilerinde bulamıyor, sabır etmek ve sebat etmek istemiyorlar” şeklinde cevap veriyor.

Ahmet abi Türkiyedeki popçularla dünya çapında bir başarı yakalayamayacağını görmüş ve inanmış, sonrasında da dünya starlarını ülkemize getirmeye başlamış. Türkiye’dekiler de kendi çaplarındaki starlıklarıyla yetinmeyi yeterli bulmuşlar. Bu mantalite aslında Türkiyedeki müzik anlayışını çok net açıklıyor. Çalakaşık yemek yemek dururken, her yemeğe ayrı çatal-bıçak kullanmak zor gelmiş bizimkilere.

Gelelim tekrar bizim müzik piyasasına;

Şimdi, bu kadar çok müzik yapan varken, bizim şartlarımızda herkesin evini geçindirebilecek sıklıkta müzikten para kazanması mümkün mü ? Mantıken sizlere bunun tersinin olabilmesi inandırıcı geliyor mu ?
Elini sallasan, her kafadan, her çeşit kafada çalan da var, söyleyen de.
Her şeyden önce bir düşün, çok düz bir mantıkla; ister solist ol, ister enstrümanist, bu kalabalığın arasından nasıl sıyrılabilirsin de iş (sahne) bulabilirsin ve de tadmin edici bir para kazanabilirsin ki ? Bunun  çözüm bulması lazım bence. Hiçbir şeyin ne standartı var, ne kıstası, ne kuralı, ne etiği var.  Buradaki "Müzik" ve "Müzik Anlayışı" tam bir çorba. Bütün bu kalabalığın nedeni “Ben de müzik yapıyorum” yanılgısından. Ve en kötü olanı da buralarda müzik yapamayanların çok kabul görmesi.

İster animatör ol, ister playback’çi, ister karga sesli ol, ister mp3’den sıralanmış şarkıyı çalan bir dj, yada sadece on şarkı bilen bir gitarist, şarkıcı olmayı küçüklüğünden beri çok isteyen bir dizi oyuncusu da olabilirisin,  v.s  en tecrübeli ve işi bileninden bile daha çok rağbet görebilirsin Türk müzik piyasasında. Bu yüzden cesaretlisin zaten. Bunu yiyecek çok insanın olduğunu biliyorsun. Sakin sakin düşününce bu durum ne kadar üzücü değil mi ? Nasıl hissediyorsun ?

Şöyle bir yaklaşımla çözüm aranabilir: “Konuşan, bilmiş pek çok ama şunları sorunca kimseden bir cevap gelmiyor. Kim ne kadar anlıyor müzikten, müziği kim ne kadar doğru icra ediyor, ve müzik piyasasını kim sorguluyor, sorunlar için kim el birliği yapıyor, o sorunları çözüme ulaştırana kadar kim inat ediyor, kim hakkını alabiliyor, kim doğrusu olana ve kabul edilene kadar bir işi geri çevirebiliyor, bir kişinin müzik yapabilmesi için kanun sayılan olmazsa olmaz şartlarınız var mı: "yok". Nefes alan müzik piyasasında. Sanılıyor ki herkes bir anda meşhur olacak, ilgi görecek ve para içinde yüzücek. Yok öyle bir dünya. Aksini söyleyen varsa muhtemelen sizi kötü amaçları için kullanacaktır.  

Buralarda müzik profesyoneli olmak için sadece paranız olması gerekiyor olabilir. Yani Türkiye’deki müziğin adı; “Zengin Müziği”ne  çıkmış olabilir. Ancak müzik anlayışımız dünya müziğiyle ve müzik piyasasının dünya çapında kabul görmüş olmazsa olmaz kurallarıyla karşılaştırıldığında nerede ne kadar olduğumuz ve kendi içimizde de ne gibi müzikal sorunlarımızın olduğu apaçık ortaya çıkmakta. 

Vapurda, metroda,yolda, evde, tv’de, ….. müzikal bir filmin içerisindeymişim gibi adeta oh ne güzel kafa.

Bakkalın bana yüksek tondan ve de nameli “Kaç ekmekti ?” diye sormasını an be an bekliyorum.









BURAK KIRMIZITUNA VİDEOLARI İÇİN TIKLA:


BURAK KIRMIZITUNA INSTAGRAM SAYFASI İÇİN TIKLA:




19 Mayıs 2020 Salı

19 MAYIS


Sandığımı dolduran hazinelerin en gösterişlilerinden ve en kıymetlilerinden biri de gençlik yıllarımda geçirdiğim zamanlardı. Ben ve jenerasyonum çok şanslıydı. Düşünüyorumda o yıllara geri dönmeme olanak olsa bu zamandan maddesel ve manevi anlamda hiç bir şey geri götürmezdim. Çünkü bu zamandan o zamana giden şeyler kesinlikle hali vaziyetleriyle orada uyum sağlayamazlardı. Günümüzün insanları yaşamadıkları zamanları konseptli partilerle deneyimlemeye çalışıyor. Günümüzde o dönemlerin kıyafetlerini ve tarzlarını tercih ediyorlar. Ama bütün bunlar o zamanlarda yaşamanın yerini tutmuyor. Bir Üsküdar dolmuşu bir kolleksiyoner sayesinde günümüzde hala var olmuş olabilir. Onu günümüzün arabalarıyla aynı yola sokmak bence buralarda penguen beslemeye çalışmak kadar abes olur. Çünkü onun yeri burası değildir.
Senin içinse şunu söyleyebilirim: O yıllarla aşık attırabileceğin tek şey teknolojin olabilir. Ama ben sana bunun üstüne öyle çok şey sayarım ki yabancı kalırsın, anlamazsın, susarsın. Keşke anlayabilseydin, o zaman kendine üzülürdün. Tahminlerinle bile hayalini kuramazsın. Senin asla göremeyeceğin şeyleri gördüm. Çok güzel yazlar yaşadım, muhteşem kışlar... Gençliğimde karşılaştığım bütün o olumsuzluk ve zorluklar bile güzeldi çünkü asla halledilemezliği olmazdı o sorunların. Etrafta her zaman seni dinleyen ve anlayabilen birilerini bulabilirdin.
Bir şeye neden 'ruhu var' derler bilir misin ? Çünkü ruh aklı başındalıktır, olumlu düzgün etkileşimlerdir, güzel olan her şeydir. Bırak şunda bunda olmasını, bedenin de ruhunun varlığından bile bir habersin. Ruhsuzsun, mekaniksin. Hiç bir şeyin farkında değilsin. Farkında olmak da istemiyorsun. Sadece sanıyorsun; aşık olduğunu, çok akıllı olduğunu, çok becerikli, çok sevgili, çok başarılı olduğunu, çok yardım sever olduğunu düşünüyorsun. Sen sadece kendini bir yerlere koyuyorsun. Bunların hepsi emek vermeden ve inanmadan olmak istediğin şeyler. Kahraman olduğun taktirde, egon okşanacak, saygı gösterilecek, itaat edilecek ve sen de hayatın çok güzel olduğunu söyleyeceksin. Sen ve senler her zaman bu kolay yolu seçiyorsunuz. İçi boş, sahte bir içerik yaratarak hayali bir hayat kuruyorsunuz kendinize ve onun kahramanı oluyorsunuz. Bunu yapmak gerçek hayatta ki mücadelelerden daha kolay değil mi ? Bu tercih zahmetsiz sizin için. Baksana şuraya, senin gibi böyle kendini kahraman zanneden bir sürü dolaşan var dışarıda. Bu sana hiç bir şey kazandırmaz. Neden 'hiç, olmak sana eziklik hissi veriyor. İlk önce 'hiç' olmayı kabul etmelisin. Hiçlikten tırmanırken de hırslarınla kimseyi incitmemelisin. Ancak istekli değilsin, azimli değilsin. Senin için önemli olan şeylerin sayısı bir elin beş parmağının sayısını geçmiyor. Seni ayakta tutan o beş şeyin var olmak için yeterli olduğunu sanıp duruyorsun. Hala nasıl göremezsin bomboş olduğunu. Yol çok uzun ve çok zorlu görmüyor musun ? Bunun farkındalığına nasıl varamazsın da böyle körü körüne yaşarsın. İlk başta kendine, sonra etrafa, hatta hayvanlara, doğaya karşı sorumlulukların var. Zayıf ve acemiliğine karşılık o beş şeyin sana muazzam bir özgüven verme sanrısına nasıl kaptırırsın kendini ? Komik oluyorsun. Başarın yok denecek kadar az. Kendini tanımıyorsun. İyi kötü ayrımı yapacak kadar gelişmemişsin, tecrübe edinmiyorsun, öğüt dinlemiyor, ders almıyorsun. Her şey makara, her şey dalga konusu senin için. Ve durum böyleyken ben çok şanslı olduğunu nasıl söyleyebilirim.
Her zaman büyüklerin yanında olmayacaklar. Bırak yetiştirilmeyi, kendini yetiştir. Hayatın içinde tek kaldığın bir anda canın yanınca, göz yaşın akınca kendi kendine anlayacaksın zaten iyiyi kötüyü. Bu tür şeyler hayatın içinde hep var ve var olacaklar. Bunu öğrenmek zor değil ama tekrarlamamak zor. Hazırlıklı, donanımlı olmak zor. Ama yeterki iste, istikrarlı olduğun taktirde kazanırsın. Doğru olmayı, doğru bir şeyler yapmayı iste. Bırak, kop hayatın şöylesinden böylesinden. Hayatını yola getirmek için ipleri eline al. Kontrolü eline al evlat. Zamanı değiştiremezsin ama kendini değiştirebilirsin. Ve hayatını ufak tefek zararlarla geçirebilirsin. Bu senin elinde, senin kalbinde, senin aklında. Sadece uyandırılmayı bekliyor. Israrcı ol. Vazgeçme. Evet gününde çok engebeler, çıkmazlar var fakat dezavantajlar yüzde yüz olmasa da avantaja çevrilebilir. İlk önce kendin gibilerden uzaklaşmayı başar.
Eski zamanların, bir şarkısı şöyle derdi:
"Ben gençlik nedir bilirim ama sen yaşlılık nedir bilemezsin"
Mutlaka tecrübelere kulak ver çünkü onlar senin geçmeye başlayacağın yollarda neler olduğunu biliyorlar.
19.05.2020


Onlar bir yana dursun, Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk'ü, bizlere inşaa ettiği bu güzel ev için ve bu evin içinde rahat yaşaya bilmemiz adına çizdiği sınırlara imza attığı için, şükranlarımı sunuyor, saygı ve sevgi ile bir kez daha anıyorum.







 







BURAK KIRMIZITUNA VİDEOLARI İÇİN TIKLA:


BURAK KIRMIZITUNA INSTAGRAM SAYFASI İÇİN TIKLA:





4 Mayıs 2020 Pazartesi

BU GÜNLER - Mart / Nisan 2020


- Bloğuma uzun zaman oldu bir şeyler yazmayalı. Sanırım bunun nedeni yazdıklarımın (özellikle dikkatimi çeken olumsuz anlamdaki şeylerin) ve söylenenlerin havada kalması (düzelmemesi – ciddiye alınmaması) olsa gerek. Yani hiçbir şeyin insanlar tarafından öneminin olmaması. Ne söylesen boş, ne yapsan boş misali. Bu ruh hali insanlığa zarar verse de kopulamayan bir tutum olarak süre gelmekte yazık ki. Bunun en son örneğini salgın olayında da çok açık gördüm. (Covid 19 / corona) Neler oldu neler; gerçekten pes dedim. Şimdi tekrar bu olanları çok matahmış gibi yüz milyonuncu kişi olarak kalkıp size anlatmayacağım, siz de zaten çok iyi biliyorsunuz ve farkındasınız. Kısaca olacak şeyler değildi yaşanılanlar. Bundan hiçbir ders çıkarmayan insanoğluna da elbette yine şaşırmadım. Anladım ki; ne olsa nafile, ne söylense nafile bu insanlık için. Böyle olduğundan dolayıdır ki bu sayfalarda bir şeylere dikkat çekmek, yorumlamak içimden gelmiyor açıkcası. Değmiyor çünkü. Nedense çoğu şeye kötü ve komik imzalar atmaktan bıkmıyor insanoğlu.


- Bu arada, salgın (Covid 19 / corona) demişken, müzik sektörünün de bu durumdan dolayı yeniden bir yapılanmaya ihtiyaç duyacak olması iyi oldu. Bu yeniden doğuşta (sağlıklı doğabilirse tabi) iş verenlerin, solistlerin, enstrümanistlerin ve de dinleyicilerin seçimlerinde “İYİ” olması (iyiyi bulması), “DOĞRU” olması (doğruyu bulması) gerekecek. Şunu da unutmamak lazım: doğru göreceli değildir, yoruma açık olmaz. Aksi taktirde müzik piyasasında kaos hiç bitmeyecek. İyi müzik yaptığını söyleyeninden, hakkının yenildiğinden ve emeğinin karşılığını alamadığından yakınanına, müzik yapmak için sahne bulamayanından, ücretlerin tadmin edici olmadığından şikayet edenine, tapon şarkıcılara sahne veren, prim yaptıran işletmecilerden, kanka ayağıyla iş yürüten, sahnede dişiliği sanattan daha önemli ve gerek bulanına, kokuşmuşluğu, sıradanlığı sevenine kadar herkes bir çamaşır makinesinin içindeymişçesine bir sağa bir sola dönüp duracak, ta ki birileri düğmeye basana kadar. Barış abi derdi ya; “Bir dünyaki haklı haksız karışmış” diye. Bunu düzeltmek elbette gerçek vizyon ve kalite sahibi adaletli kişilerin çoğalmasından geçecek. Bu salgın esasında iyi tarafından bakacak olursak bir çok şeyin yeniden düzenlenmesi için bir fırsat olacak. Kalkınmak, gelişmek ve devam edebilmek adına… Bazı sarsıntı ve yıkımlar yeni ve güzel şeylerin başlamasına vesile olur. Dilerim bu başlangıçlar bütün insani hislerin yücelmesine ve güzel duyguların tekrar dışa vurumuna da neden olur.




- Mart / Nisan 2020 tarihleri arasında gördüm ki yaşadığım yer korkunç bir yalnızlığa bürünmüş. O güzelim yer susmuş. Çok moralim bozuldu. Sınırlı da olsa dışarı çıkabilmek, evde kapalı kalmamış olmak bana motive olmadı. Tam tersine beni düşürdü. Hayat bitmiş. Mat, soğuk bir hava sarmış her yerini. Tanıyamadım. Boş sokaklarında onunla beraber ağladım. Birbirimize anılarımızı anlattık. “Ne günlerdi” dedik. Sanki iki ay öncesinden değil de, on yıl öncesinden bahsediyorduk. İki ayda böyle her şey yerle bir olabilir miydi ? Olurdu. İnsan bir anda ölüyor, bunun olması çok mu zor ? Hani bilimkurgu filmlerinde kıyamet sonrasında şehirde yüz-ikiyüz kişi kalırdı da boş,harebe sokaklarda dolaşırlardı ya, aynı o kafada dolandım yaşadığım semtin sokaklarında. Ürkütücüydü. Üzücüydü. Sokak hayvanları huzursuz, korkmuştu. Martılar caddelerde yürüyordu. Gülüşmeler, sohbetler aradım bulamadım. Bir şeyden dolayıydı, belki birinden, belkide birkaç şeyden dolayıydı bu hal. Birileri yüzünden ve birilerinin bir şeyleri yüzünden maruz kalıyor olmaktan, istemim dışı birlikteliklerden, gitmek istemediğim yöne götürülmekten çok çok sıkıldım.


- Lüzumsuz şeylerde başarılı olmak dikkatimi çekiyor. Bakıyorum sosyal medyaya photoshop’lar öyle başarılı ki (komik anlamda) sahiden bir buçuk saatlik bir komedi filminde harcayacağınız gülme performansınızı bir dakikada size harcatacak türden. Beğeniler yıkılıyor. Diğer bir tarafta, resimlere konuşma metni yazmak zeki esprilerle kriz geçirtiyor. Mecazi anlamda (her anlama çekebileceğiniz) sözcüklerin resim edilmesi havalarda uçuşuyor. Trollerse sosyal medyanın çeşitli mecralarında kolkola geziyor. Geçirme dersen, oho oooo, gırla gidiyor, o ona giydiriyor, o ona giydiriyor. Bir yandan herbokologlar hayatınıza felsefik dokunuşlar yapmaya talip beliriveriyorlar edebi minibüs arkası yazılarıyla. Diğer yandan acıma,vicdan,üzüntü duygularınızı dürtmeye çalışanların paylaşımları arzı endam ediyor. Tabi bu saydığım şeylere ilgi kopuyor gidiyor, ilgi büyük. Diğer bir kesim sanki marsta yaşıyormuşçasına insanın kafasında “Ora nere ki” izlenimi yaratıyor, çeşitli konularla karşımıza gelen selfie’leriyle. Başka bir kafa; “Sene seviyo – reeeee” diyerekten insta mahalle muhtarı olarak düzen kuruyor, akıl veriyor, pamuk kalbi ile ruha dokunuyor, reyting topluyor.
Yukarıda yazdıklarımın hangi biri ne zaman işinize yaradı, ne gibi bir fayda sağladı merak içindeyim. Esasında cevabı biliyorum. Evet gülmekse çok komik doğru. Güleriz hep beraber. Ancak hayatın tamamı keşke gülmekten (bunlardan) ibaret olsa. Kafaların sırf bunlara işlemesi, sırf bu tür şeylerle uğraşmak, bu tür şeylerle meşgul olmak, bu tür şeyler üretmek, bizi ve oluşturduğumuz toplumu nasıl şekillendirir ?  Şekillendirmez. Hiçbir şey katmaz. Gülüp gevşemekten başka hiçbir fayda vermez. Gülüp geçeriz. Hayatta öyle çok sorun var ki, buna rağmen her şey yolundaymış gibi hep gülüp eğlenmeye odaklanarak gerçekliği kaybetmenin insan psikolojisinde önemli bir yeri olsa gerek. Vurdum duymaz olmak, bahanelerle sorunlardan kaçmak boşa kürek çekmektir. Çünkü sorunlar varlar ve gerçekler, çözmeden ve yüzleşmeden ortadan kalkmazlar. Bir kaçış yolu olarak, normalleştirme istemiyle bir hayal dünyası içerisinde iyi hissetme çabasının doğru olmadığını düşünüyorum. Realist olmak gerekiyor. Gerçek gerçektir, yaşamak istemesek de, görmek istemesek de 'gerçek' orada durur.

-          Bilim ? , Ekonomi ? , Sanat ? , Hayat ?
-          Boşve  yağ,  gel bag şu internedde neleğ oluyoğ, ne gomik bag bag …








BURAK KIRMIZITUNA VİDEOLARI İÇİN TIKLA:


BURAK KIRMIZITUNA INSTAGRAM SAYFASI İÇİN TIKLA: