Sayfa Görüntüleme Sayısı

28 Nisan 2013 Pazar

''SENİ SEVİYORUM''



Hatırlıyor musun o yağmurlu havada çılgınca dışarı çıkıp arabaya atlayıp o yere gittiğimizi. Ben dün gibi hatırlıyorum. Hem de çığlık çığlığa gitmiştik. Göz yaşlarıyla... Sonra bir ara sen bayılı vermiştin. Ben de sıkıntıdan dışarı çıkmıştım. Daha sonra sabah olduğunda baktım ki yanında yatıyorum. Yarı uyanıktın. Bir tatlı koku, yumuşacık bir koyun, tarifsiz bir huzur içindeyim, bir yandan çevreme bakındım herkes başımıza toplanmış gülüşüyor.
- Ya ayıp değil mi günün bu ilk saatlerinde bir rahatlık yok. Gitsenize evinize
Baktım ki kimse dağılmıyor bende avazım çıktığı kadar bağırıp ağlamaya başlamıştım. Gözlerini kocaman açtın, göz göze geldik. Ben ellerimle yüzümü ovuşturdum. Kafama bir öpücük kondurmuştun. Ben de bırakmamacısına göğsüne.
O gün (14 Ekim 1975) bundan sonrası için çok güzel şeylere imza atmak için anlaşmıştık seninle. Ben sana verdiğim sözü hala düşe kalka tutmaya çalışıyorken sen verdiğin sözler bir kenara her şeyi fazlasıyla gerçekleştirdin ve hayatıma güzellik katmaya devam ediyorsun.
Etrafa bir bak ne o gün ki insanlar kaldı,ne o binalar,ne o parklar,ne açık hava sinemaları...ne de kırmızı itfaiye arabam. Hatırlarsın her hafta sonu gittiğimiz Küçükyalıdaki çok sevdiğim çay bahçesini. Oraya gitmeden bana aldığın ekler pastasını. O çay bahçesinde yere oturup kovalarımla oynadığım taşları hatırlıyorum. Beni sandalyelerinde uyuttuğun anları, ne kadar huzurlu şimdi ne kadar ulaşılmazlar. Yoklar. Bir tek sen kaldın ve sen varsın; geçmişten geriye bana en güzel kalan… İyi ki yanımdasın. Her zaman en iyisini istedin bizim için, en doğrusunu öğretmeye çalıştın, en güzel de sevmeyi, şefkati, merhameti öğrettin. Dilerim senin bildiğin kadar öğrenebilmişizdir.
Öyle bir güç ki sende ki, ne zaman başkasında gördüğümü sansam, her şeye yada hayata karşı galibiyetlerim olduğunu zannetsem tüm hayal kırıklıklarımın sonunda yine geri döndüğüm tek insan sen oluyorsun. Nerden biliyorsun her şeyi ve nasıl bir bağışlama kudretidir sende ki... Şükür ki sayende yaralarımız çok az oldu. Varlığınla toparlanmamız da çok kolay…
Seninle yola çıktığımız o ilk günlerde hatırlarsan bir sesle uyanıp kafamı kaldırmıştım. Sen tatlı tatlı gülümseyerek küçük tahtadan bir radyoyu baş ucuma bırakmıştın. Uzunca bir zaman uyuyacakken de, uyandığımızda da hep beni o radyodan çıkan Türk Sanat Müziği korosu karşılardı.
O radyoda ki teyzelere amcalara ne oldu acaba? Radyo temsilindeki Ayşe annesine kavuşabildi mi, okulunu bitirebildi mi acaba?
Beraberliğimizin her bir saniyesi hala benim için çok kıymetli çok önemli. Hangi güzel günümden bahsetsem çoğunu senin sayende yaşamışım. Sana borcum öyle çok birikti ki nasıl ve neyle ödeyeceğim bilemiyorum. Sakın borcumu ödemeden beni bırakayım deme.
Beslenme çantamdaki kırmızı elmamsın; ANNE.







14 EKİM 1975
                                                                                  
  















BURAK KIRMIZITUNA VİDEOLARI İÇİN TIKLA                                                              



26 Nisan 2013 Cuma

OYUN

 
 
  (o zaman bir oyun sevgisi kadardır dostluklar.)
 
yaşayanların basit sevdaları vardır;cam kenarına oturmak,en ön sırada olup işini çabuk görmeye bakmak,bir yerden en önce çıkmak,en tazesini en önce almak,daha da fazlasına sahip olmak,bir şeylerin peşinden ''neden'' sorusuna incir çekirdeğini doldurmayacak cevapları önüne katarak gitmek,gereksiz ve komik kendine göre uyanıklıklar yapmak gibi...
yaşayanlar nerede lüzumsuz şeyler,fani (yalan) hırslar varsa onlarla uğraşıp yok olup giderler.bir yandan dünyaya bakarlar ve gelişim hızına ayak uyduramayıp gerilerde kalıp şaşırırlar.öyle gerilerde kalırlar ki dünyada pek tanıyanları çıkmaz (yada tanımak istemeyenleri çıkar) çünkü dünya öyle bir zenginliktir ki ne alıp almayacağınıza siz karar verirsiniz.boş şeylerle uğraşıp kendi yağınızla kavrulmak da elbette kendi seçiminizdir sonuçda.
kendimi teslim edecek kadar hiç bir şeyi benimsememişimdir.ne taraf olmuşumdur ne taraftar.birilerinin peşinden gitmemişimdir.hayatımı alt-üst edecek kadar hiç bir şeyi savunmamışımdır kendimden başka...hele karşı tarafın benden haberi yokken kendimi onun uğrunda hiç ifade etmeye çalışmamışımdır.beni ilgilendiren şeyler bende fazlasıyla filtrelenmiştir.hayatın bana verdiği şeyleri çok iyi ayıklarım.aynı çekirdek yemek gibi.iyi (lezzetli) tarafıyla lüzumsuz (lezzetsiz) tarafını iyi ayırd ederim.bunu ilk önce kendim için yapmalıyımdır.bilinçli yaşayıp bu hayattan karşıma çıkan en güzel şeylerin keyfini çıkarıp en az zararla ayrılmaktır amacım:kendimlelikle etrafa karşı sorumluluklarım ve faydalı olmak adına...bilinçli kafalar ne kadar çoğalırsa faydalar da çoğalacaktır.ve cehalet azalınca medeniyet daha güçlü var olacaktır.
bütün bunların sonucunda hayatımı gereksiz sevdalara düşmemiş, faydalı;dolu kafalara sahip insanlarla geçirmek istemeyi kendime fazla görmüyorum.
söyleyeceğim şudur ki;dostlarımın değerlerini bir oyun belirlememelidir yada dostum kişiliğini bir oyun üzerine kurmamalıdır.oyunu bir şeylerin meselesi haline getirmek benim mantığıma uygun düşmüyor ne yazık ki...
ayrıca bir ''oyun'' için nelerin olduğu bir ortamda,bir ''oyun'' için arkadaşlık bitirmek de garip karşılanmamalıdır.            
zaten birinin hayatındaki önem sıralamasının başında bir ''oyun'' geliyorsa arkadaş kaybetmenin duygusallığını yaşayacak bir karakter olmadığını da görmek zor olmayacaktır.
hayatını bir oyunun şekillendirdiği bir insanın bana bir faydası yoktur.
dünyaya ve yeni nesile faydası olacak şeyler bırakma sevdalısı insanlarla devam etmek dileğiyle.....






 


21 Nisan 2013 Pazar

TERASTAKİ HAVLU

Aynı terasa açılıyordu yan yanaydı kapılarımız kaldığımız pansiyonda.Akşam üzerleri kaşılaşıyorduk, ortak duş, ortak mutfak, çekingen bir selamlaşma.Aynı terasta yan yana kuruyordu çamaşırlarımız, bu ürpertiyordu beni; acemi, tutuk bir kaç sözlük eşliğinde beyaz şarap içerek aynı terasta seyrediyorduk günbatımını, bu da ürpertiyordu beni.Işığın azalan şiddetinde yan yanaydı terasa vuran gölgelerimiz ve karışıyordu birbirine.
Elimizde olmadan gülümsemiştik bakışlarımız çarpıştığında, sahildeydik ve aynı kitabı okuyorduk ilk karşılaşmamızda.
Sezon açılmamıştı, seyrekti sahiller, daha erken yaz gülümsüyordu.
Pansiyon önündeki sandalların kıpırtısı, çiçeklerin çekingen dirimi, günbatımıyla gölgelenmiş alanların rengi kalmış aklımda.İkimizde yalnızdık ve birbirimize ilişmemeye çalışıyorduk adını kimselerin bilmediği o uzak sahil kasabasında.
Oysa güneşin batışını izlemek gibi kendiliğinden bir birlikteliğe dönüştü paylaştığımız şeyler.
Birbirinden kamaşmaya başlamıştı tenlerimiz dokunmasan da yanındaki gövdeyi duymanın şiddetine dönüşmüştü aramızdaki çekim.
Tenin çağrısı hazırdı kendine kurulan bütün tuzaklara.
O akşam terastaydık gene.Gün çoktan batmıştı. Çamaşırlar asılıydı uzaktan şarkılar geliyordu ve kekik kokuları.Nedense her zamankinden başka bakıyordun bana.
Sonra uzulca dedin ki:
'İlk kez bir erkeğin tenine dokunma isteği duyuyorum içimde.'
Benim için yaz başlamıştı.
'Dokun öyleyse,' dedim.
Sustun.Uzun uzun baktık birbirimize.Kendine nasıl karşı koyduğun okunuyordu yüzünün derinliklerinde.Sonra hiçbirşey söylemeden usulca kalktın, odana gittin, yavaşça örttün kapını.Saatlerce orada, gecede ve o terasta kaldım.
Sabah uyandığımda odanın kapısı açıktı, eşyalarını toplayıp gitmiştin baktım.Yalnızca terasta unuttuğun havlu çırpınıyordu rüzgârda.
Bir daha hiç rastlamadım sana, hirbir yerde hiçbir yazda.Düşünüyorum aradan tam on üç yıl geçmiş.On üç yıl önce içinde uyanan isteğin anısı saklı duruyor mu sende?
Birden adını hatırlamadığımı farkettim bu şiiri yazarken, ama terasta çırpınan havlunun rengi hâlâ gözlerimin önünde.
On üç yıl sonra şimdi sevgilimden ayrıldığım bu derin, bu kavurucu günlerde neden ansızın aklıma düştüğünü sordum kendi kendime.Sonra anladım:
Bir aşk birçok aşktan yapılıyor ve ayrılınmıyor hiçbir seferinde.

Ayrıldığımız gündü.
Mutfaktaydık, buzdolabının yanında, kapısı açıktı, herşey bambaşka
görünüyordu yüzüne vuran o soğuk ışıkta
"Biliyor musun " dedin. "Sen neye benziyorsun biliyor musun?"
Epeydir aradığın bir şeyi bulmuş olmanın hem sevinç, hem keder veren
gizli bir an için bulandırmıştı yüzündeki tedirginliği, kırgınlığı.
Sis ışığa çıkmıştı. Sonra yavaşça çevirip başını yüzüme baktın kuyuya düşmeye
benzeyen derin bir korkuyla.
"Neye?" dedim,yan yanayken yaşadığımız ayrılığın adını sorar
gibi,"Neye?"
"Bilardo toplarına."
"Neden?" dedim.
"Yazgını hep başkalarının ıstakalarının insafına bırakıyorsun da
ondan..."
Bir uçurum gibi derinleşen sessizlik o an başlamıştı bile bizi
birbirimizden uzaklaştırmaya.
Beni terk etmeden önce yaptığın son konuşma oldu bu.
Sonra iki arkadaşım geldi,birinin omzunda ağladım,hangisiydi
şimdi
hatırlamıyorum. Sonra birlikte başka bir kente gittik,anlarsın ayrılığın
ilk
günlerinde o eve katlanamazdım, sonra ben başka aşklara, sonra başka
evlerin
duvarlarına başka takvimler aştım
Şimdi ne zaman birinden ayrılsam ıstakaların sesi patlıyor
kulaklarımda
ardından bilardo topları
dağılıyor dört bir yana
Seni hatırlıyorum o soğuk ışıkta bir daha , bir daha....


BURAK KIRMIZITUNA VİDEOLARI İÇİN TIKLA

19 Nisan 2013 Cuma


MÜZİK DÜNYASINDA BİR TELEFON KADAR UZAKTA OLMAK



bir yarış içerisinde olmak elbette başarıya giden yollarda insanın ister istemez takındığı bir haldir.bu yarış (konusu ne olursa olsun) kendini ispatlama ve en önde olma fırsatıdır.her yarışın sonunda galip gelenin ondan sonra ne yapacağı merak konusu olmuştur ve tavırları mercek altına alınmıştır,takip edilmiştir.kimi kazanan gücünü (şanını,önderliğini) kullanamamış yok olup gitmiştir yada kötüye kullanmıştır veya çok iyi kullanmış tüm insanların takdirini kazanır olmuştur.tabi bu takdir karşısın da affallayanlar bu önderliği taşımayanlar tekrar başa dönmüş,sıfırı tüketmiştir.
başarıya giden bu yolda kişinin yanında her daim bulunan insanlara vefa borcundan tutunda bu serüvende diğer meslektaşlarına gösterdiği saygı,destek,insancıllık,dünya için ve tüm insanlık için gerçekleştirdiği projeler bir müddet sonra sanatının önüne geçmeye başlar.çünkü yaptığı işde zirvededir şimdi insanların gözleri o kişide başka şeyler aramaya başlar.hakkında konuşacak daha fazla şeyler.adeta büyük bir sandığı kurcalayan bir çocuk merakıyla...acaba ne çıkacak ve şimdi ne olacak merakıyla...insanlar çok çabuk tüketir ve hep yeni bir şeylerle sevinmek,hoşnut olmak isterler.bunu yapamayan kişileri de çabuk unuturlar.
beni, etraftaki gözlemlerim meraklandırdı: ''başarılı bir şarkıcı (yada müzisyen) 'nin diğer meslektaşlarından uzaklığı,kendi kabuğuna çekilme durumu nedendir? ve müzik piyasasına yeni çıkmış bir arkadaşımızın bir anda kendisini zor kuralları olan bir yarışta koca bir yalnızlıkla (tembihlerle ve gazla : -sakın şunu yapma.-sakın bunla konuşma. -sakın şuna buna inanma) bulması nedendir?
mesela müzik piyasasında bir'i bir şey yaparken onu beğenmek,desteklemek,yaptığı şeylerden bahsetmek çok garip karşılanıyor.ben bunu yaparken bir bakıyorum ki ''bana bunu yapan yok'' çok enteresan...Tabi ki bunlar gönülden gelen karşılıksız takdirler.ama bunu yapmaktan çekinen diğer arkadaşları anlamak benim için zor.belki kendinden bir şey kaybetme korkusu (o her ne ise?),belki yukarda bahsettiğim bu yarışı bir at yarışına dönüştürme olgusu,belki ego.....birinin elini sıkmasına,''çok iyi yapmışsın'' demesine, ''gel şunu da beraber yapalım demesine'' bir engel.

aynı bir dondurma gibi ''herkesin tadı farklıdır'' isteyenler hayatlarına biraz senden biraz benden koyarlar.bazen de sadece sen veya sadece ben oluruz.herkes tarzında iyidir,kötüdür.kişinin başarısız olmasının nedenini başka bir müzisyen arkadaşı olduğunu göstermesi büyük bir abukluk olur.yani niye herkes birbirini bir set gibi görür? neden işine taş koyacakmış gibi görür?  yada yapan varsa da bunu niye yapar? bu entrikaların duygu ve insani hislerle ayakta durması gereken ''müzik dünyasında'' ne işi vardır?ben bir tas çorba içerek sahneye çıkan,sadece içindeki müzik aşkının körelmemesi için cebinden para harcayıp sahneye çıkan müzisyenler tanıyorum (onlar borçla-harçla kimsesiz vefat eden,kapısını kimsenin çalmadığı değerlerimiz) öte yandan hala 70'lerde-80'lerde beş şarkının ekmeğini yiyen müzik hayatı boyunca ticari kaygı gütmekten esnaf olmuş müzisyenler de tanıyorum.her şey bir yana ''popüler olan bir yıldızın bir zamanların starına ''gelin şu işde beraber elele olalım.'' diyememesini veya dememesini anlayamıyorum.müzik için var olduğuna inanan bir genç arkadaşa bir ''merhaba'' demek,bir konserine uğramak,bir şekilde ulaşıp işlerin nasıl gittiğini sormak.nasıl büyük bir starlık'tır,nasıl bir doymuşluk ve büyüklüktür biliyor musunuz? böyle bir jest karşısında o arkadaşın gururunu,sevincini,yere göğe sığımamasını hissedebilir misiniz?yada sanat hayatınızda bir kere de olsa böyle bir şey yaptınız mı bilmek isterim.
bu tek başınalık nedir? en büyük payı ben almalıyım nedir? ne etliye-ne sütlüye dokunmamak? belki birilerinin işlerini engelleyecek kadar kendini bilememek nedir?
bir müzisyene yakın davranmanız için çok popüler olmanız gerekmez.belki yola yakın tarihlerde bile çıkmış olabilirsiniz.birini rakip olarak tabii ki görmeliyiz,herhalde ki albümüne koyacağın en favori parçanı git başkasına ver demiyorum :)) fakat her rekabet dostane olmalıdır,adil olmalıdır.herkesten kendini sıyırmak bana göre çok komik gözüken bir durum.fikir alışverişi yapmak,bir yerlerde bir kahve içmek,bir şeyler paylaşmak sizce yarışı kazanmanıza bir engel midir?kariyerinizi mi kaybedersiniz?gözden mi düşersiniz? ne olur yani :))

''hep ben gözde olmalıyım,hep ben sevilmeliyim;ben ben ben. bütün kadınlar benim için yırtınmalılar,kimsenin gözü ben varken başkasına kaymamalı,bütün ödülleri ben toplamalıyım,en iyi aranjörler benle çalışmak için sıraya girmeli,tüm mekanlar gel burda çık diye yalvarmalı,tv'ler program teklif etmeli,yönetmenler ağlamalı ;''lütfen bu seneryoyu bir kere oku'' diye,reklamlarda,magazin programlarında ben ben ben.hazırım ne yapılması gerekiyorsa hadi hadi...''
bu ne ya,allah korusun müzik dünyasını böyle bir tipten.bunun kendinden başka kime hayrı dokunabilir.ne dostluğu,ne birliği,ne duygusu....
ama yok mu,çok mu uzak böyle insanlar.belkide bunların çokluğundan istediğim dayanışma,sevgi-saygı,iyi müzik yok olmaya mahkum olmuştur.
bir şarkı söylüyoruz.bunun değeri yok sevgili arkadaşlar ve büyüklerim.bir albümün hiç bir zaman parasal değeri yoktur.hiç bir para o emeğin karşılığını veremez.bu bambaşka bir şey onda insana ait çok şey var.herşeyden önce sahibinin hayalleri...hiç bir para onu satın alamaz.benim için albümümden kazandığım ve sizler tarafından bana ödenen paha biçilemez tek şey şarkılarımı ve beni sevmenizdir.çünkü ben ve herkes ''SEVGİ''yi hiç bir şekilde parayla satın alamayız.sizinle çektirdiğim tek kare fotoyla ve ellerimizi kavuşturup salladığımız her anla bana harcadığım emeğin karşılığını fazlasıyla ödüyorsunuz.
bu yolda yürüdüğümüz herkesle daha çok konuşmalıyız,daha çok fikir paylaşmalıyız,daha çok takdir etmeliyiz,daha çok birbirimize gülmeliyiz,daha ve dahası müziğimiz için belki hiç bir neden ve tanışıklığımız yokken yakın olmalıyız.







Burak Kırmızıtuna videoları için tıkla:








15 Nisan 2013 Pazartesi

BAYANLAR :)

 
 
BAYANLAR :)
 
 
biliyorum biliyorum onlar bizden biz onlardan şikayetçiyiz.iki tarafında eksikleri var;sonuç da insanız.bayanların ''ya hiç de öyle değil'' deme olasılığının çok aşikar olduğu bir konudan bahsetmeyi neden istedim?
Aramızda kalsın; hoş bayanların bütün konulara ''hiç de öyle değil'' diyerek yaklaştığını biliyorum.başıma geleni ve geleceğini biliyorum yani.itirazlar olacak...ama bu konuya bir çok kes tanık oldum.belki bir nedeni vardır onu öğrenmek için yazıyorum bahsedeceğim konuyu.
Bir kadın için ''GÜÇ''nedir? ve erkeğinin gücünü nasıl tanımlar?
Erkeği çok iyi odun mu kırar,
İş yerinde ceo' olmak mıdır,
Gücünü kalbinden mi alır (dürüst ve aşk kokan bir adam mıdır),
Maço'luk mudur,
Yoksa akıllı-zeki olmak mıdır,
Veya kadınını kimseye ezdirmemek ve onu korumak mıdır?
Bir kadın erkeğinin güçlü olmasını isterken neyi kasteder?
Benim bu deneyimden edindiğim sonuç ve sıralama şöyle arkadaşlar:

GÜÇ
- iş yerinde yönetici olmak (1 adet lacivert takım elbise,sigorta  :))
- kozmetik,kuaför,giyim ve eğlence masraflarına yetecek kadar maaş almak.
- mülk'ü olmak (ev, (araba =mümkünse 2 adet), yazlık, ileride şoför yada kişi başı devasa bir motorsiklet.
- ün'lü olmak.
- maço olmak.  (evet duygusallıktan ve melankoliden anlamayan yada sıkılan öyle çok bayan var ki)
- gezmeyi sevmek ve fazla soru sormayacak kadar kibar olmak.
- ileride çocuk olursa sırayla bez değiştirmeyi,mama yedirmeyi ve dışarıda çocuğu taşımayı peşinen kabul     
   etmektir.

Bayanları sanki hayatlarını kurtarma derdine düşmüş gibi görüyorum. bu yolunda erkeğin maddi olarak güçlü olmasından geçtiğine inanmış ve anneleri tarafından inandırılmışlar:
-kızım bag bana guru egmege talim.
Hani okul bitireyim,iyi bir işe girip kendi geleceğimi kurayım yok.hazır gelsin hayatımı yaşayayım var :) sonra da yapılan evliliklerin yanlış olduğu anlaşılınca (dayak,aldatma,ilgisizlik v.b) ortada kalıveriyorlar.tv'lerde magazin programlarında görüyoruz;'' ya bu kadın bu adamla nasıl evlenmiş'' diyoruz.adama bakıyoruz 50 yaşında bayana bakıyoruz 23 yaşında.adama bakıyoruz  X holdingin sahibi bayana bakıyoruz X teyzenin kızı yada tanınmamış bir manken yada yeni piyasaya girmiş dizi oyuncusu falan....Tv'de kurtarılmaya çalışılan bir sürü evliliklere ve neden bittiğine şahitlik ediyoruz.ama biliyorsunuz ki bu dışarıdaki toplumun içinde de böyle.onlarda kendi çaplarında yaşıyorlar bunları.beklentileri çok yüksek olan bayanlarda özellikle hoş ve alımlı olanlarında  ''hayatımı sıradan biriyle harcayamam'' zihniyeti var.ancak maddi durumu iyi olan biriyle de mutluluğun garantisi yok.bu çok bilinmiş bir şey olmasına rağmen bayanlar bunu nedense hep gözardı ederler ve şanslarını(eğer varsa) bunun için kullanacak kadar çekici bulurlar. para,kariyer çoğu zaman saadet getirmez.para bitebilir,kariyer gidebilir ama yanındaki insan her zaman yanında kalmalıdır.
Bir erkeğin gücünün neyle sınandığına günümüzde en güzel örnek malum ''evlilik programları''dır.(''evin var mı? araban var mı?). aday olan adam şiir okur şarkı söyler çiçek getirir;çiçek bir kenara bırakılır adam şarkısını söylerken uğruna oraya gelinen kız kameraya takılır.diğer adaylardan X teyzesine göz kırpar,tiyo almaya çalışır ''nasıl?'' ve konu döner dolaşır maddiyata ve ne iş yaptığına gelir. hiç bir erkek arkadaş görmedim ki bayana ''eviniz var mı? çalışıyor musunuz?'' diye sorsun.sanki biz erkeklerin üzerine yapışıp kalmış bir şey bu: iş-ev-araba.... e kadında da olsun biraz da erkek rahat etsin olmaz mı?
Bayanlar için kendi hem cins'leri arasında ''TOP'' olmakta çok önemlidir.gözde olmak,dikkat çekmek...girdikleri ortamlarda bakışların kendi üzerinde toplanması onu inanılmaz mutlu eder acaba farkında olmazmıdır tüm bu ilginin kendisini sepet gibi taşıyan adam'ın ününden dolayı olduğunun.ne yazık ki bu ilgi ona öyle tarif edilemez şeyler yaşatır ki o adamın hayatındaki yerinin bile önemi yoktur kendisi için...anı yaşar ve tanınıyordur bu vesileyle...bu da her şeye değerdir onun için. bu kötü bir örnekleme ama bunlar da var.kendi cinsimde de var kötü örnekler.ÜN şımartır,yanlış kararlar aldırtır,dost kaybettirir.en kötüsü de artık eski ününüz kalmadığında bunu kabullenme safhasının acısıdır.o esnada kim vardır yanınız da mesela o bayan nerdedir?  :)
Kendisini hırpalayan,kaba konuşan adamların peşinden tıpış tıpış giden kadınlar da gördüm.para mı bunu yaptırıyordu yoksa sevgi mi? olur mu ya sevginin aşkın olduğu yerde kabalığın ne işi vardı.demek para her şeyi kirletendi.
Biliyorum hepsine itiraz ediyorsunuz ama :)) 
İşin özeti; benim için erkeğinin maaşından işinden mülkünden utanan kadın onu mutlu edemez.buna odaklanmış bir insanı da asla bir erkek tadmin edemez;her şey tükenir o ilişkide.
Nerede o zaman bizim söylediğimiz aşk şarkıları,
O özlemler,o tutkular nerede...
Arabaların,yazlıkların,kariyerin neresinde masumiyet.
İmzadan önce ''iyi günde kötü günde,hastalıkda sağlıkda'' nerede...
Günümüzde gerçekliğini yitiren ilişkilerin nedeni değil midir dünya malı.
Ve de gerçekten sevenlere sadece tüm zenginlikleri birbirleri olan o insanlara da diğerleri yüzünden aynı gözle bakılmaz mı?
Bu kötü imajı yıkacak olan yine sizlersiniz;bizim güzel,akıllı,şevkatli kadınlarımız.erkeğinizin gücü inanın kalbinden ve de midesinden geçer :) bu kadar basit.sizler bizleri her halimizle sevdiğinizde inanın doğacak çocuklarımızda ileride sağlıklı düzgün ilişkiler kuracaktır.sınıf gözetmeksizin yola çıkmak sadece mutlu olmak için ''sevgi'' için bazı şeylerden belki egonuzdan vazgeçmek gerekebilir.Ama inanın bu bir ''insan'' için değer.

4 Nisan 2013 Perşembe

ANKET & OPEN

 
 
ANKET & OPEN
 
 
''yollar yollar bazen bomboş ıssız bazende tıklım tıklım yalnız.her insan ayrı bir hikaye;bu kadar insan farklı amaçlarla yoldalar ve bu kalabalığı oluşturuyorlar.kimbilir anlatacak neleri var.'' diye düşünürken.kutu içine yerleştirilen kapağını açınca üzerinize sıçrayan yaylı oyuncaklar var ya aynı o misal önüme yeşil önlüklü bir hatun fırladı;anlatacak bir şeyi vardı.anketlere pek inanmam çünkü kimse katılmaz ve çoğu anket yapanlar tarafından doldurulur.anketör'ün yüzünde güller açıyor öyle mutlu ki sanki milyarları var ve hayatında her şey mükemmel.
- merabaaaaa. bi kaç dakkanızı alabilir miyim?
ağzıma gelen ''yok olman için 3 sn.'yen var'' cümlesini yuttum.
şimdi diyeceksiniz ki ;
''ama onlar var ya onlar yağmurda çamurda o soğukta ekmek parası kazanıyor yaaaa''
esasında işin bu tarafı beni ilgilendirmiyor.beni ilgilendiren tarafı; insanların birbirlerine işi düşünce veya birisinden bir çıkarı olacağını düşündüğünde ona ne kadar güleç ve sevecen yaklaşıyor olduğu...ben anketi kabul etmeyince ters yöne doğru dönen hatunun düşen suratını bir görseydiniz.yanımdan uzaklaşırken başka birine gidene kadar maskesini cebine koymuştu.
bu bayanı sivil düşünelim ve bir de bay olsun uzaktan oturduğu yerden onunla ilgilenen ve bu bay cesaretini toplayıp medenice tanışmaya gitse hanım kızımızın yanına;
iş hayatında bir anket doldurmak ve anket başına  X lira alacağım diye erkek kadın tanımadığı kişilere gidip sorular sormak isteyen anketör kızımızın ne yapacağını tahmin edebiliyorsunuz herhalde : yerinden kalkıp uzaklaşma,çantayla kafaya vurma,biber gazı sıkma,ufak bir çığlık,tel ile tanıdık çağırmaca gibi gibi ihtimaller.
biri para için iletişim kurma çabası diğeri insani güdülerle bir duygusal bağ istemi için iletişim kurma çabası.yani işin özeti; insanlar kendi işine ne kadar yarayacaksa bir insanı o kadar kendine yaklaştırıyor ve iletişime izin veriyor.kişi zor durumdaysa çıtasını iyice düşürüyor,iletişime daha da kolaylık sağlıyor.insanların duygusallığa ve birbirlerine olan güvenleri yerlerde.üzücü.
sokaklarda belki zamanında milyonları olan ve kimseye bir hayrı dokunmamış bir kişi şimdi gözünün görmediği o insanların 1lirasına muhtaç kalmış olarak dolaşıyor,avuç açıyor. insan yok olacağını anlayınca insan seviyor,bir insanı hayatına sokuyor.bir doktoru,bir avukatı,bir öğretmeni tanıyor.halbu ki onlarında o kalabalıkta yürüyen ve uzak durduğu insanlardan biri olduğunu bilmiyor insan.
------------------------------------------------------------------------------------müzik setleri ve dvd player'lardaki open tuşu cd'yi yerleştirmek yada geri almak için o aparatın açılıp kapanmasına yarar değil mi?
peki uzaktan kumandada ki ''open'' tuşu ne işe yarar ?
cd bitti tamam kumandaya basıp kapağı açtın.e kardeşim kalkıp cd'yi almayacak mısın? uçmayacak ya cd ordan yerine.o zaman kumandaya o tuşu koymanın ne alemi var aletin yanına gideceksen.yarım yamalak iş.sonunu düşünmeden üretilen teknoloji :)  ''kapağı açtırttık e bari bir yay taksaydık içine koltuğa doğru fırlatıp atsaydı'' diye düşünememişler.belki başka bir mantıklı açıklaması vardır o uzaktan kumandadaki ''open'' tuşunun.ben kaçırmışımdır.bilen varsa da merakta bırakmasın bu gerçeği açıklasın artık :)

 

3 Nisan 2013 Çarşamba

SATIŞ

 
 
 
SATIŞ
 
 
 
 
adam elindeki poşetten lastik gibi renkli bir şeyler avuçluyor sonra birini alıp diğerlerini poşetin içine bırakıyor.önünde durduğu banka'nın camına dönerek;
- örümcek adam istanbulda abla  (niye ablaysa? herhelde otomatikman adamcağız şey düşünüyor:örümcek adam kaslı falan,atletik hani ablaların daha bir dikkatini çeker,''aaa  nerde hani'' der diye herhalde. e abicim tezgahın önünü bu yolla kalabalıklaştırdın da elindeki bamya kadar oyuncak lastik örümcek adamı görünce ablaya nasıl açıklayacaksın durumu;eve gidince şişirirsin mi diyeceksin :) satıcı devam ediyor:
- duvarda yürüyen örümcek adam burda (e boşuna örümcek dememişler kardeşim) satıcı banka camına atıyor örümcek adamı oyuncak lastik örümcek adam yapışa yapışa yuvarlana yuvarlana camdan aşağı iniyor. fiyatı 1 lira.garantisi yok oyuncağın çünkü köpeğinizin ağzına yapışmazsa ya da bir yerinize kaçmazsa bozulma olasılığı yok.
- çocuğunu sevindir dost canlısı örümcek adam geldi (bak sen oyuncağı bile dostu düşmanı ayırt edebiliyor.kahraman olmak kolay değil kardeşim.bir de türkçe de biliyor bak sen. bir de işi bırakmış çocukların derdini dinliyooor bak bak. ya kardeşim toyzz shop'ta bunun uzaktan kumandalısı var oyuncağın yemediği halt yok kimse suratına bakmıyor.çocuk bu lastik parçasını ne yapsın.)
(yaşlı amcanın biri de satıcının önünde durmuş ağzını açmış kasketi de geriye atıvermiş hayranlıkla; ''adamlar yapmış be'' edasıyla yuvarlanan lastik parçasını izliyor örümcek adam niyetine.)
satıcı tekrar ''örümceeek....'' diye cümle kuracaktı ki içeriden güvenlik görevlisi hışımla çıktı ''so..cam örümcek adamına şimdi ha. al örümceklerinı de get la'' adam bir torba örümcekle tozzzz.
trende bir zamanlar seyyar satıcılar çoktu.trenin kapıları açıldı.james bond çantayla lastik terlikli kafada fotr şapkalı biri bindi.biner binmezde dikkati çekmeyi başardı.(satış taktiği he?)
çok geçmeden de yeteneklerini sunmaya başladı.önce özür diledi rahatsız ettiği için ama istemeden yapıyor herhalde tik olmuş artık;rahatsız etmeye de devam etti.
 
- sayın yolcular şu elimde gördüğünüz küçük  japon devi  ''okşayi çakmak'' bir mucize olarak ayağınıza geldi. cagmağın sibop kısmının yanında gördüğünüz siyah noktaya bastırıp bıraktığınızda orada küçük bir çıkıntı belirecek.o baş vermiş çıkıntıyı iki parmağınızın tırnağıyla yakalayıp çektiğinizde yıldız uçlu bir tonavidanız olduğunu göreceksiniz. (yani teknoloji bir yandan ateş olanağı sunarken bir yandan da vida sıkma keyfi yaşatıyor.ama alet ikisini aynı anda yapamıyor.o bir üst modeliymiş elinde kalmamış)
- bu cagmakla ateş,sigara,kagıt,uç vermiş kaçık kazak ipliği,mangal,uzamış binumum vücud kılı,konserler de romantik ışık yakabiliyorsunuz. (çok mantıklı açıklamalar ya,allah seni ne yapmasın.uzaya çık inşallah bu akılla.milleti kıçınla güldürdün kendine ya....)
(artık satıcı baktı ki alan çıkmadı.son bombasını patlattı:)
- çok kıymetli yolcular bu cagmak yüzerken,koşarken her türlü fırtınada yanar.
(dedi ya. ulan hangi insan evladı yüzerken sigara yakar,hangi manyak koşarken sigara içer,ya kim söyle kim fırtına da bir sigara yakayım der yaaaaa.''dur şu tufan koparken son bir sigara yakayım dur elleme beni'' )
arkadaşlar benim gibi oha dediniz , hadi be dediniz belki inanmadınız bunlara ama gerçek bunlar gerçek ühü ühü.....
 

2 Nisan 2013 Salı

DIŞARI ÇIKTIM

DIŞARI ÇIKTIM

 
dışarı çıkmak istedim,dışardakiler ne yapar,nasıl yaşar bakmak istedim.yok arabayla değil,kimseyle değil kaçamak yaparak bir şapka bir eşofmanla.kapıyı kapadım,heyecanla hiç görmediğim bir filmi izleyecek olmanın merakı sarmışcasına  indim merdivenleri.siteden çıktım.havayı kokladım mevsim dönümü polenleri hapşırttı beni.hapşırmayla başım öne eğildi.cebimden bir mendil çıkartarak başımı kaldırdım.bir duvarla yüzyüze geldim.dibi çöp dolu bir duvarla.''BURAYA ÇÖP DÖKEN İBİNEDİR'' yazılıydı duvarın üzerinde yamuk yumuk yazılmış bir yazıyla.yazan nasılda duygulanmıştı kimbilir.içi cız edip eli titremişti belli bu mısrayı yazarken.başım önde bir yüz metre yürüdüm caddeye çıkmak için.evet etraf kalabalıktı anlaşılan haftasonunun etkisiydi bu.karşıya geçmek için arabaları kolluyordum. sağım müsait solumda yirmi metre ileride bir taksi müşterisini indiriyor.eh geçeyim bari; aniden kulaklarımda bir patinaj sesi çınladı şoförle gözgöze geldim.arabanın burnu havalanmıştı adam kuzu görmüş bir kurt edasıyla üzerime doğru bir anda gelmişti.karşıya atar atmaz kendimi el işaretiyle durdurdum taksi'yi göz kırpıp kafa salladım.taksici meşhur şoför rajonuyla açtı camını, ''abicim beni görünce neden gazladın öyle anlayamadım'' dedim. kafayı yana doğru yatıran şoför kısık gözlerle ''ben seni nerden tanırım birader,ne basacam gaza yağğğ'' dedi. ''e eziyordun beni'' dedim. ''atlamasaydın yola birader'' dedi. arabayı hareket ettirip ilerlemeye başladı.dursun diye ne demeliydim,daha sözüm bitmemişti ''beyfendi bir dakka daha istirham edeyim.'' diyemezdim.''hassittir lan beyfendi'' diye seslendim kibarca durmadı :(  yolda ilerleyip sağıma soluma bakmaya başladım.bir otobüs durağının önünden geçiyordum.biri ordan sanırım erkekti ''geldi geldi 31 T'' diye bağırdı sonra ne olduysa kendimi otobüsün kapısında buldum bana doğru gelen 20 kişi bana abanarak kapıya kadar sürüklemişti beni hatta kapıya yapıştırmıştı.adeta gideri tıkayan bir havlu kağıt gibiydim kapıda.sonra da iri bir amca ''binmeyeceksen cekil la'' diyerek beni avucuyla eledi.düşen şapkamı ayak altlarından kurtararak hızlı adımlarla arkama dönüp dönüp onlara bakarak oradan uzaklaştım.kafamı önüme doğru çevirmemle bir vatandaşla dudak dudağa öpüşmeme ramak kalmıştı.ben bi şey demeden o dedi ''abi cakmagın va mı'' ''yok ben sigara kullanmam'' dedim. o zaman ''bi liran va mı abi'' dedi. acaba bir lirayla çakmak mı alacaktı? cebime elime attım ilk çıkan kağıt parayı verdim.adam beni öpmeye kalktı.eline baktım elli lira. ''abi gel yemek ısmarlayayım'' dedi. gülerek yanından uzaklaştım.yürümeye devam ettim.oldum olası yürümeyi severim zaten.yürürken dikkatimi bir şey çekti.benim yürüdüğüm istikamette bana doğru gelen insanlar yanımdan geçip gitmiyorlardı.hep onlarla yol boyu  vals edermişcesine sağa sola kaçıştık ve kucaklaştık.bazen de gurbette ki bir yakınıymışım gibi kucakladılar beni.kimisi de sağolsun düşmeyeyim diye ''önüne baksana'' diye uyardı.sanki mubarek sevimli hayalet casper'dım.kimse görmüyordu beni.ya da herkes bunalımdaydı; kimsenin gözü beni görmüyordu.e bayağı yol kat etmiştim ve acıkmıştım.ismi lazım değil bir yere girdim karnımı doyurmak için.garson gülümseyerek karşıladı.oturttu beni,menüyü verdi.bir on dakika sonra geldi.siparişimi aldı.hemen sonrasında da ''ne iş yaparsınız'' dedi.bu soru siparişe dahil miydi anlayamadım.hani ''soslu mu sossuz mu?'' gibi.''şarkı söylerim'' dedim.iki elini hızlıca birbirine vurdu,kafayı yana salladı ''ah gerçekten mi?'' dedi.belki inanmayacaksınız,sallıyorum zannedeceksiniz ama adam bana geldi gitti kendi bestelediği şarkıları söyledi.bir ara kamera falan aradım şaka mı bu diye.yan masalar bakıyor,adam kollarını açıp söylüyor.ulan tam makara..geçmişten beri şarkı söylemek ve sahneye çıkmak isteyen bir arkadaşımızdı o. ve ben isteyip de hayat şartları yüzünden istemediği işi yapmanın ne demek olduğunu çok iyi bildiğimden hep onu teselli ettim.ve ona albümü mü hediye edeceğime söz verdim (mehmet burdan sevgiler sana).gerçekten güzel bir sesi vardı ama bilmeliydi ki şarkı söyleyebilmenin yolu sıkı bir torpilden geçiyordu.eve dönmeden bu yakınlardaki bir müzik markete uğrayıp piyasayı  kolaçan etmek istedim.''D... '' girdim içeri her zaman yaptığım gibi yeni çıkanların rafından konser dvd'lerine.....dolandım.çıkmadan görevliye ''burak kırmızıtuna var mı?'' diye sordum. uzatarak ve yayarak ''kimm'' dedi.''experience burak kırmızıtuna adlı albüm var mı dedim.'' gitti orhan babanın yanından benim albümü getirdi.ya ne alaka pop albümü değil mi bu hadi onu da geçtim kapağına baksana arkadaşım arabesk albümüne benziyormu bu. hadi onu da geçtim bu raftakiler alfabetik dizilmiyor mu?  orhan'ın ''O'' su yanında ne işi var burağın ''B'' sinin.sonra görevli canım kardeşime dedim ki ''albüm ne kadar var elinizde soran oluyor mu?'' ne dese beğenirsiniz. ''var var toplu alım mı yapacaksınız?'' dedi sonunda dayanamayıp albümü suratımın yanına doğru tuttum.birbirimize gülümsedik.''eee siz siz şey'' alı al,moru mor durumları.konuştuk gülüştük.ve artık yuvama dönmenin vakti gelmişti benim için.fakat o kadar yolu tekrar yürümek ve yeni maceralara yelken açmak hiç içimden gelmiyordu.bir taksi çevirdim.(yok bana çarpıcak olan taksici değildi o kadar da değil :) hoş bu da beni sigara dumanından öldürüyordu ama... evimin önüne gelmiştim.parayı verdim üstünü aldım.kapıyı açtım.inerken hemen iki adım ötemden geçmekte olan bir vatandaş boğazında,genizinde ne kadar sümük varsa ayağımın dibine boşaltmasın mı. ah yavrum ''tarlada cebimize mi tükürecektik'' de mi. zaten bu sağlık sorunu bir tek bizim insanımızda var. hiç bir ülkede yolda ''hırrrrrg'' diye böğürüp ağzından pislik atan birine rastladınız mı acaba.sümküren adam elinin tersiyle ağzını burnunu silerken yüzüme baktı.ben de tebessüm edip kafamla selam verdim ona.taksinin kapısını kapadım.ve koşarcasına canım evime girdim.bundan böyle çıkarken yanıma alacaklarımı da belli başlı yerlerden sipariş ettim.


BURAK KIRMIZITUNA VİDEOLARI İÇİN TIKLA