Bu yağmurlu ve kasvetli havada
evinizde cam önü sohbetleri yapıyormuş gibi bir muhabbet. Önünüzde çayınız,
kurabiyeniz, atıştırmalıklarınız karşınızda en muhabbetli arkadaşınız oh ne
güzel.
Arada bir camdan dışarı bakıp dalıp dalıp,
bazende arkadaşınızın yüzünde kaybolduğunuz sohbetler.
Neler konuşuyorsunuz?
Komşularınızın osundan busundan mı? Geçen
günlerinize yanmalarınızdan mı? Televizyonda haberlerde gördüklerinizden mi? Nerelere
gitseklerden mi? Ne olacak bu insanların hali‘nden mi? Yaşam şartlarından mı? Kocanızdan mı? ………
Sizi bilmem ama ben bu gün ciddi
şeyler konuşmak istemiyorum. Çünkü çok ciddi şeyler konuşuluyor zaten. Hani
bazen istemeden yapılan şeyden; gülmekten, hatta istemeden topluluk içinde yada
arkadaşınıza yapılan esprili konuşmalardan bahsetmek istiyorum. Yani artık bir
insanda gülmek ve neşe dolu olmanın çok özel bir vasıf olarak görülmesine neden olan şeylerden değil. Kötülüğün hakim olmasından memnun olanların ve bunu yaymaya
çalışanların aynı bir vampirin gün ışığından rahatsız olduğu gibi kaçındığı
şeyden mutluluktan, huzurdan konuşalım diyorum.
Bu konuşmaları bu zamanlarda çok sık yapamadığımızdan
hemen geçmişteki anılarım aklıma geliyor:
Bu anılardan bahsedeceğimi
düşünüyorsunuz değil mi? Yo hayır.
‘’Bir toplum içinde nasıl sağlıklı
kalınır?’’ın tiyolarının verildiği Dr.Wayne W.Dyer’ın kitabından yaptığım
alıntıları sizinle paylaşmak istiyorum.
Her ne kadar ciddi konulardan bahsetmek istemesemde gülmelere ulaşmak için düzelmeye (normal
normlara) dönmek gerektiğinin şart olduğunu düşünüyorum.
Zekisiniz, çünkü büyük bir saldırıya
–sinir krizi- ne karşı tek etkili silaha sahipsiniz: ‘’Zekanız’’ Sanırım aslında sinir krizi diye bir şey
olmadığını duyunca şaşıracaksınız. Sinirler krize girmez. Birisinin içini açın
ve bakın, krize girmiş tek bir sinir bile bulamazsınız. ‘’Zeki’’ insanlar sinir
krizi geçirmezler, çünkü kendilerine hakimdirler. Depresyona girmek yerine
mutluluğu nasıl seçeceklerini bilirler. Çünkü yaşamlarında ortaya çıkan sorunlarla
nasıl baş edebileceklerini öğrenmişlerdir. Dikkat edin, Sorunları çözmek
demedim. Zekalarını sorunu çözmek yerine, sorun çözülse de çözülmese de
kendilerini mutlu tutabilme yetenekleri ile ölçerler.
&
Genel olarak sizi mutsuz edenin
insanlar yada olaylar olduğunu inanırsınız, ama bu tam olarak doğru değildir.
Mutsuz olmanızın nedeni, yaşamanızdaki insanlar ya da olaylar hakkındaki
düşüncelerinizdir. Özgür ve sağlıklı bir insan olmak, değişik bir düşünce tarzı
yaratmakla mümkündür. Düşüncelerinizi değiştirmeye başladığınız anda yeni
duygular hissetmeye başlayacaksınız ve bireysel özgürlüğe doğru ilk adımınızı,
ancak böyle atabilirsiniz.
&
Duygularınızı kontrol ederken
kendinizi savunmak için bir dizi laf öğrendiniz, işte kullandığınız sözlerden
bazıları:
-
Beni incitiyorsun
-
Kendimi kötü hissetmeme neden
oluyorsun
-
Açıklamamamı isteme kızgınım işte
-
Beni hasta ediyor
-
Yükseklik beni korkutur
-
Beni utandırıyorsun
-
Beni gerçekten heyecanlandırıyor
-
Beni herkesin içinde aptal yerine
koydun
Her bir söz ne hissettiğinizden tutun
sorumlu olmadığınıza dair mesajlar içerir. Şimdi yukarıdaki cümleleri doğru
olarak yani duygularınızı kontrol edebildiğiniz ve onların düşncelerinizin
sonucu oluştuğu gerçeklerini yansıtacak tarzda yeniden yazalım.
-
Senin bana karşı tepkin nedeniyle
oluşturduğum düşüncelerle kendimi incittim
-
Kendimi kötü hissetmeme neden oldum
-
Duygularımı kontrol edebiliyorum, ama
üzgün olmayı tercih ettim
-
Kızgın olmaya karar verdim, çünkü
diğer insanları genelde kızgınlığımla kontrol edebiliyorum. Onları benim
kontrol ettiğimi düşündürüyorum.
-
Kendimi hasta ediyorum
-
Yüksek yerlerde kendimi korkuturum
-
Kendimi utandırıyorum
-
Onun yakınında olduğum zaman kendimi
heyecanlandırıyorum.
-
Hakkımdaki fikirlerini kendi fikirlerimden daha ciddiye aldım ve diğer
insanların da aynı şeyi yapacağına inandım. Bu nedenle kendimi aptal hissettim.
&
Bir ‘’düşünceniz’’ , bir kez deneyip
ilk başarısızlığınızı vazgeçme bahanesi yaparak değil, sürekli tekrarlayarak
inanca dönüşür.
&
Sadece siz , kendinizi mutlu
kılabilirsiniz. Aklınızın kontrolünü elinize almak ve sonra tercih ettiğiniz
yönde hissetmek ve davranmak, ancak sizin yapabileceğiniz şeylerdir.
&
Paralize olmak, yani düşünme yeteneğini
kısa süreli yitirmek, küçük kararsızlık ve çekimserliklerden tam bir
hareketsizliğe kadar değişik biçimlerde ortaya çıkabilir. Utandığınız için
tanışmak istediğiniz insanlarla tanışamıyor musunuz? Öyleyse paralize oluyor,
hak ettiğiniz deneyimleri yaşayamıyorsunuz. Öfkeniz ve kıskançlığınız kan
basıncınızı arttırıyor ya da ülserinizi mi azdırıyor? Bu nedenle işinizde
etkili olamıyor musunuz? Olumsuz bir anlık duygu nedeniyle uyumanız yada
sevişmeniz olanaksız hale mi geliyor? Tüm bunlar paralize olma belirtileridir.
Kontrol kaybolur, Konsantireniz yok olur.
İşte size paralize olduğunuzu
anlayabileceğiniz bazı durumlar:
-
Hoşlandığınız biriyle
tanışamıyorsanız.
-
Öfkeniz sağlıklı düşünmenizi
engelliyorsa
-
Sevdiğiniz birine kötü bir şey
söylüyor durup dururken onu üzüyorsanız.
-
Yüz kaslarınız irade dışı hareket
ediyor yada sinirinizden istediğiniz gibi davranamıyorsanız, soğuk terler
döküyorsanız….
&
Öfke, sizin sandığınız gibi ‘’insana
özgü’’ değildir. Onu taşımak zorunda değilsiniz, mutlu ve doyumlu olmanıza
zerre kadar katkısı olmaz. Öfke; tıpkı fiziksel bir hastalık gibi sizi
engelleyen psikolojik bir rahatsızlık, bir hatalı alandır. Öfke kavramını
tanımlayalım:
Burada kullanıldığı şekliyle öfke,
bir beklentinin karşılanmamasına yada kişiye dışarıdan gelen hiddetli bir
tepkiye aynı şekilde şiddetle karşılık vermesidir. Hiddet ve düşmanlık şekline
bürünür ve başkalarına, hatta sessizliğe saldırmanıza yol açar. Basit bir
rahatsızlık ve sinirlenme değildir. Öfke; ‘’Keşke dünya ve insanlar daha farklı
olsalardı’’ dileğinin sonucudur.
Öfkeyi kontrol edemeyen tipik bir
anne düşünün çocuklarının sürekli kötü davranması onu çok üzüyor. Sanki o ne
kadar üzülürse, çocuklar o kadar kötü davranıyorlar. Onları cezalandırıyor,
odalarına gönderiyor, sürekli bağırıyor ve çocuklarıyla uğraşırken daima
kırılıyor gibi. Anne olarak yaşamı tam bir cehennem. Bildiği tek şey bağırmak
ve her akşam, gün boyunca yaptığı savaştan dolayı duygusal bir çöküntüye
uğruyor. Peki çocuklar annelerinin üzüldüğünü bildikleri halde neden hala kötü
davranıyorlar? Çünkü uygulanan öfke başkalarını değiştiremez, yalnızca
karşıdaki insanın öfkeli insanı kontrol etme isteğini arttırır. Yani iki
tarafta davalarında kendini haklı görür kimse değişmez ancak öfkelendiren kişi
(daha sakin olan) karşısındakini öfkelendirerek onu kontrol etmeye çalışır.
Çocukların kötü davranışlarını sürdürme mantığı dile gelseydi şöyle derdi:
‘’Annemi çıldırtmak için bu kadar
yeter. Tek yapmam gereken şunu söylemek yada bunu yapmak, böylece onu
denetleyebilir ve sinir krizine sokabilirsin. Belki kısa bir süre odanda kapalı
kalacaksın, ama buna değer! Sonra yine devam. Böyle küçük bir bedel ödeyip onu
duygusal olarak tamamen kontrol ediyorsun. Onun enerjisini emiyorsun. Başka
türlü ona hükmedemeyeceğimize göre, biraz daha yaramazlık yapıp delirmesini
izleyelim’’
Sevmediğiniz bir durum ile
karşılaştığınızda öfkeyi seçersiniz, gerçekler yüzünden acı çekip paralize
olmaya karar verirsiniz. Asla değişmeyecek şeyler hakkında üzülmek gerçekten
çok aptalcadır. Öfkelenmeyi seçmek yerine, başkalarının isteklerinize aykırı
davranma, kabul etmeme hakkının olduğunu kabul etmelisiniz.
Hoşlanmayabilirsiniz, ama öfkelenmek zorunda da değilsiniz. Öfke onları
(karşındakini) aynı davranışı sürdürmeye iter ve sonuç yukarıda anlattığımız
fiziksel stres ve ruhsal acıyı doğurur. Tercih sizin, ya öfkelenecek ya da
öfkelenme gereksiniminizi yok edecek yeni düşünce tarzları geliştireceksiniz.
Geliştirdiğiniz düşünce tarzları ve
taktiklerle başkalarının düşünce ve davranışlarını, sizi kontrol edecek kadar
etkili hale getirmemelisiniz. Kendinize değer verip başkaları tarafından
denetlenmeyi redettiğinizde, öfke duymaz ve acı çekmezsiniz.
Öfkenin sayısız görünümleri vardır.
Mesela ‘’Beni çok öfkelendiriyor.’’ Veya ‘’Beni gerçekten sinirlendiriyorsun.’’
gibi sözler söylemek. Bunları söylediğinizde; başkasının davranışının sizi
mutsuz etmesine izin vermiş oluyorsunuz. Öfkeyi seçmenizin sonucunda olacaklar
şunlardır: Gergin ya da dışlanmış olduğunuzu hissettiğinizde kontrolü elinize
almak yerine, duygularınızın sorumluluğunu karşılaştığınız kişi ya da olaylara
yüklemek için öfkenizi kullanacaksınız. Başkalarının ‘’Onu bu kadar sinirlendirecek
ne yaptım?’’ diye düşünmesini ve suçluluk duymasını
sağlayarak onları yönetebilirsiniz. Çünkü suçluluk duyduklarında kendinizi
güçlü hissedersiniz.
Öfke anında; herkesin istediği gibi
davranma hakkı olduğunu ve onların değişmesini istemenizin yalnızca öfkenizi
arttıracağını düşünün. Sizin istediğiniz gibi olma hakkınız vardır, bu nedenle
aynı hakkı başkalarına da tanımaya çalışın.
Bir öfke günlüğü tutarak
öfkelendiğiniz zaman, yer ve durumları kaydedin. Bu kayıtları özenle tutun ve
tüm öfkeli davranışlarınızı yazmaya çalışın. İnatçı biriyseniz, göreceksiniz ki
her öfkelendiğinizde bunu yapma zorunluluğu sizi daha az öfkelenmeye
götürecektir.
Öfkelendiğinizde sevdiğiniz bir
insanın yanına gidin. Kininizi sıfırlamanın bir yolu; istememenize rağmen
sevdiğinizle el ele tutuşmak ve duygularınızı açılayıp öfkenizi atana dek buna
devam etmektir.
Başkalarından beklenti duymayı
bırakın. Beklentiler yok olursa öfke de yok olur. Kendinizi sevin. Böylece
öfkenin tahrip edici yanını kavrayacak ve kendinize zarar vermek
istemeyeceksiniz.
&
Kahkaha, ruhun güneş ışığıdır. Ve
güneş ışığı olmadan hiçbir şey yaşayıp gelişemez. Winston Churchill’in dediği
gibi: ‘’İnancıma göre; dünyanın en komik şeylerini anlamadığınız sürece en
ciddi olanları da kavrayamazsınız’’
Her şeyi bu kadar ciddiye almanın ne
kadar saçma olduğunu göremeyecek kadar ciddi misiniz? Gülmemek, patolojik bir
durumdur. Kendiniz ve yaptıklarınız hakkında kederlenmeye başlarsanız,
zamanınızın çok değerli olduğunu hatırlayın. Gülmek bu kadar güzel bir şeyken
neden öfkelenerek boşa zaman harcayasınız?
&
Canlı bir çiçekle ölü bir çiçeği
nasıl ayırt edersiniz? Gelişen çiçek canlıdır. Yaşamın tek işareti gelişimdir.
Gelişmezseniz, yol kat etmezseniz, kendinizi gününüze uyarlamazsanız, kokuşmuş
bir eski olarak kalırsınız. Bu kural psikolojik dünyada da geçerlidir.
Gelişiyorsanız, yaşıyorsunuz. Gelişmiyorsanız, ölseniz daha iyi!
&
Motive edici unsur olarak gelişmeyi
seçmenin sonucu, yaşamınızın her anında kişisel egemenliktir. Egemenlik kendi kaderinizi kendinizin
belirlemesi demektir; yani dünyaya uymaya çalışan biri değilsinizdir. Bunun
yerine; dünyanızın nasıl olacağını ve o dünyada kimlerin olması gerektiğini
siz seçersiniz. ‘’İnsanlar, kendi
durumlarının sorumlusu olarak hep koşulları suçlar. Ben koşullara inanmam. Bu
dünyada mutlu olan insanlar, ayağa kalkıp istedikleri koşulları arayan,
bulamazlarsada ona yakınını yaratan insanlardır. Yeter ki bunun isteğiyle dolu
olsunlar, odaklansınlar. Hem kalben, Hem beynen. Doyuma ulaşabilmek için
aklınızın gerçekten size ait olduğunu ve isterseniz duygularınızı
denetleyebileceğinizi sürekli tekrarlamalısınz. ‘’Kendinize egemen olmayı
tercih edin ve ‘’Zamanda şimdi, tadını çıkarmak için vardır’’, bunu
unutmayın.
Sizin değerinizi başkası ölçemez.
Değerlisiniz, çünkü öyle olduğunuzu düşünüyorsunuz. Kendi değerinizi
başkalarının ölçtüğünü düşündüğünüz an, o artık sizin değil, onların değeridir.
Her zaman kendi bakış açınız ve kararlarınızdan sorumlusunuzdur. Bunun başkası
için önemli olması gerekmez. Doğrusu da zaten bunun sizin için önemli
olmasıdır. Sizi de bütün negatifliklere karşı bu ayakta tutar.
&
Toplumsal mesajlar çok ama çok
güçlüdür. ‘’Kötü davrandın’’ yerine ‘’Sen kötü bir çocuksun’’,’’Annen senin
tavırlarını hoş karşılamıyor’’ yerine ‘’Böyle davrandığında annen seni
sevmiyor’’ denir. Bu mesajların oluşturduğu sonuç; ‘’Beni sevmiyor ama bu onun
kararı ve bu durumdan hoşlanmamama rağmen ben yine de değerliyim’’ yerine
‘’Beni sevmiyor, ben bir aptalım. Kimse beni sevmeyecek’’tir.
&
Şunu iyi bilin ki; kendiniz
hakkınızdaki duygularınız; fiziksel, entelektüel, sosyal ve duygusal olarak
dörde ayrılır. Bu başlıklarla kendinizi denetleyip gözden geçirebilirsiniz.
&
Bir zamanlar oldukça çekici ve tüm
erkekleri peşinden koşturan Shirley adlı bir kadın üzerinde çalışmıştım. Ancak
o, tüm ilişkilerinin kötü bittiğini ve evlenmeyi çok istediği halde bir türlü
bu fırsatı yakalayamadığını düşünmekte ısrar ediyordu. Danışma seanslarında,
Shirley’nin farkında olmadan tüm ilişkilerini tahrip ettiği ortaya çıktı. Bir
erkek ona sevgisini ifade ettiğinde veya hep onu düşündüğünü söylediğinde
Shirley, ‘’Bunu söylemesinin tek nedeni, bu sözleri duymak istediğimi biliyor
ve bana yalakalık yapıyor olması’’ diye düşünüyordu. Söylenen her sözde kendi
değerini aşağılayan bir kelime arıyordu. Kendini hiç sevmediğinden,
başkalarının onu sevme çabalarını redediyordu. Bahaneler arıyordu. Bir insanın
onu çekici bulabileceğine, onunla mutlu olmak isteyeceğine inanmıyordu. Neden??
Her şeyden önce kendini sevilmeye değer bulmuyordu, kaçıyordu ve böylece yok
edemediği, her zaman yaşadığı ayrılıklar zinciri, değersiz olduğuna dair
düşüncesini güçlendiriyodu.
&
Böbürlenmeci tavır başkaları
tarafından motive edilir, çünkü onların takdirini kazanma çabasıdır. Yani birey
başkalarının gözüyle kendisini değerlendirir. Yaptığı şeylerle böbürlenip
destek almak, takdir görmek ister. Asla bunları anlatmadan birinin kendisini
övmesini beklemez. Çünkü böyle bir şey hiç olmazsa moral olarak çöker.
Garantici bir şekilde davranarak kendi kendini met edip takdir görmeyi
hedefler.
&
Kendi değerinize dayanan bir özgüven
düşüncesi geliştirme sürecinde yapmanız gerekenlere iki örnek:
Gerçekten sevgi duyduğunuz biri
varsa, ona hiç çekinmeden ‘’Seni Seviyorum’’ deyin ve aldığınız tepkiyi
değerlendirirken de bu riski almaktan korkmadığınız için kendinizi kutlayın.
Kendi değerinizi başkalarıyla
kıyaslayarak belirliyorsunuz; Unutmayın ki insanların sizi değil başkalarını
seçmesinin nedeni, sizinle ilgili olmayabilir; kendinizde kusur yada eksik
aramayın. Belirli bir insan tarafından seçilmiş olup olmamanız, kendi
değerinizi belirlemeniz için bir ölçü değildir. Değerinizi böyle belirlerseniz
sonsuza dek kendinizden kuşku, duyarsınız, çünkü karşınızdaki insanın herhangi
bir zamanda neler hissettiğinden emin olamazsınız. Kararları dengesiz, yanlış
olabilir. Depresyonda olabilir, ruh hali bozuk olabilir veya çok tutulmuş, aşık
olmuş olup gözü hiçbir şey görmüyor olabilir. O insan başkasını seçtiğinde bu
sadece seçtiği kişiyi yansıtır sizi değil. Demek ki o ona yetecektir. Bu yönden
bakarak öz sevgiyi kazanma çabasıyla, önceden kendinizi kıskanç hissettiğiniz
durumlarda çok daha iyi hissedeceksiniz. Kendinizi onun için büyük bir kayıp
olarak görüp seçimiyle onu yalnız bırakarak uzaklaşın. Unutun gitsin. Önem
vermeyin. Kendinize o kadar inanın ki değerinizi belirlemek için başkalarının
sevgi ve onayına gereksinim duymayın. Ne olduğunuzu bilin.
&
Onay Aramak,
Onay aramanın bir gereksinimden
çok bir istek olduğunu anlayarak başlayabilirsiniz. Takdir edilmek, övülmek
ve teşekkür almak hepimizin hoşuna gider. Ruhumuzun okşanması güzel bir
duygudur. Kim bunu bırakmak ister ki? Bu duyguyu bırakmanız gerekmiyor.
Onaylanmak tek başına ele alındığında sağlıksız değildir; tam tersine, övülmek
çok zevklidir. Onay aramak, bir istek olmaktan çıkıp gereksinim haline
dönüştüğü zaman hatalı alanlardan biri olur. Onay almak istiyorsanız, başka
insanların takdirini almaktan mutlu oluyorsunuz demektir. Motive oluyorsunuz…
Beğeniler kişiye göre çok değişkenlik kazanacağından sizi beğenen biri
yanlışınızı görmeksizin, doğru yanlış her yaptığınızı, her söylediğinizi
beğenebilir. Bu da sizi kararlarınızda, onaylarınızda yanıltır. Doğru sonuç çıkaramazsınız. Onaya gereksinim
duyuyorsanız yani illaki onaylanmadan bir şey yapamam yada onaylanmazsam kötü
bir şey yapmışımdır düşüncesindeyseniz bu sizi çökertir ve başarısızlığa
sürükler. Onay gereksinimi yok edilmelidir. Bu çok açık. Kişisel doyuma
ulaşmak istiyorsanız, bu gereksinimi yaşamınızdan silip atmalısınız.
Böyle bir gereksinim, size hiçbir çıkar sağlamayan psikolojik çıkmaz bir
sokaktır. Onaylanmaya; olsa da olur olmasa da olur gözüyle bakın ki
hayatınızın vazgeçilmez bir parçası olmaktan çıksın. Olmazsa olmazınız olmaktan
çıksın. Onay gereksinimi tek bir varsayıma dayanır: ‘’Sakın kendine güvenme her
şeyi önce başkalarıyla değerlendir.’’ Onay arayıcı davranışları bir yaşam
standartı olarak dayatan bir toplumda yaşıyoruz. Bağımsız düşünce
yalnızca aykırı değil, aynı zamanda toplumun belkemiğini oluşturan geleneklerin
de düşmanıdır.Böyle bir toplumda yetiştirildiğinizde bu yaklaşım ile
lekelenirsiniz. Başkasının görüşünü kendinizinkinden daha önemli yapın
göreceksiniz ki onların onayını almadığınız zaman çökmüş, değersiz veya suçlu hissetmeniz için
ortam hazır olacakır. Bu da sizi zayıf kılar, güçsüz bir kişilik kolay ele
geçirilir ve idare edilir. Onaylanmak sizi yöneten dev bir mekanizma olabilir.
Değeriniz başkalarına bağlıdır ve sizi onaylamayı redettiklerinde elinizde
hiçbir şeyiniz kalmaz. Değersizsiniz. Bu böyle sürüp gider; ne kadar çok
pohpohlanma gereksinimi duyarsanız başkaları tarafından o kadar bilinç
altınızdan yönetilirsiniz. Onayı kendi içinizde arama ve başkalarının
takdirinden bağımsız olmaya doğru atılan her adım, onların denetiminden
uzaklaşmak demektir. Sonuçta bu tip sağlıklı adımlar, bağımsızlığınızı
korumak için bencillik, düşüncesizlik, kendini beğenmişlik, saygısızlık v.s
olarak damgalanır. Sizi dışlarlar ki onların onayına geri dönesiniz. Siz her
şeyi ilk kendiniz için yapıyorsanız bu umurunuzda olmayacaktır.
Onların onayının var olup olmaması zerre kadar önemli değildir. Kendi onayınız
herkesin önündedir. Ve bu sizin kendi gözünüzdeki değerinizdir. Kendinizi
önemseme ve değer biçme herkesden çok sizin hakkınızdır. Ancak bu sağlıklı bir
ruh haliyle ve sağlıklı bir akılla yapıldığında sizi insanların eline koz
vermekten ve alaycı tavırlarından kurtarır. Bu acımasız yönetilme çemberini
anlamak için onay arayıcı toplumsal mesajların ne kadar çok olduğuna bakın.Onay
arayıcı eylemlerin en yaygın olan birkaç tanesi şöyledir:
Birinin sizi sevmesini sağlamak için
yağcılık yapmak. Birisi sizinle aynı kanıda olmayınca üzülmek yada endişelenmek.
Birisi sizinkinin tam tersi bir fikir
belirttiğinde hakaret edilmiş yada aşağılanmış hissetmek.
Birisini kibirli yada burnu büyük
olarak damgalamak –ki bu sadece ‘’Bana daha çok ilgi gösterin.’’ demenin başka
bir yoludur.
Yaşamınızda belli bir kişinin
memnuniyetsizliğinden korktuğunuz için konuşmak, alışveriş yapmak v.s için
ondan izin almak gibi…
Onay aramakta ısrar etmenin en çok
rastlanan nedenleri:
Duygularınızın sorumluluğunu başkalarının eline vermek. Birisi sizi onaylamadı diye kendinizi
incinmiş, berbat, moralsiz v.s hissediyorsanız duygularınızdan siz değil
başkaları sorumlu olur.
Duygularınızdan başkaları sorumluysa
kendinizde en ufak bir değişiklik gerçekleştirmeniz de imkansızdır.
Çünkü görünüşe göre hata sizde değil onlardadır. Öyleyse değişmenizi engelleyen
de onlardır. Böylece bu onay arama değişiminden kaçmak için size bir
bahane olur.
Kendinizden daha önemli bir hale
getirdiğiniz insanların sizi sevdiğini düşünerek kendinizi aldatmak, böylece
içinizde hoşnutsuzluk dolu bir kazan kaynarken böylelikle dışarıya rahat
görünebilmek. Diğer insanların önemli olduğunu düşünerek dış görünümünüzü de
önemli kılmak.
Mutluluk, onay arama gereksiniminin
yokluğu demektir. Bununla ilgili size küçük bir hikaye
anlatayım:
Büyük bir kedi, kendi kuyruğunu
kovalayan küçük bir kediye sormuş: ‘’Neden kuyruğunu kovalıyorsun? Yavru kedi
yanıt vermiş: ‘’Bir kedi için en güzel şeyin mutluluk, mutluluğun da kuyruğum
olduğunu öğrendim. Bu nedenle onu kovalıyorum., yakaladığımda mutluluğa
ulaşacağım’’ Bunun üzerine yaşlı kedi şöyle demiş: ‘’Gençken ben de evrenin
sorunlarına ilgi duymuş ve mutluluğun kuyruğum olduğuna karar vermiştim. Ama
şunu fark ettim; ne zaman onu kovalasam benden uzaklaşıyor, ne zaman kendi
işime baksam hep peşimden geliyor.’’
&
Onay aramak adlı düğümü çözmek için
şu noktalara dikkat etmelisiniz:
Onaylanmaya aldırmayabilir ve
ikazlarıyla sizi yönetmeye kalkışanlara ilgi
göstermeyebilirsiniz. Bir meslektaşım, Berlin’de büyük bir izleyici
kitlesine konferans veriyordu. İzleycilerden biri belirli yorumlara sürekli
tepki gösteriyor ve onaylamadığını açıkca belli ediyordu. En sonunda daha fazla
dayanamadı ve meslektaşımın ifade ettiği küçük bir noktadan yola çıkarak,
sorular ardına gizlenmiş bin türlü hakarette bulundu. Konuşmacıyı paralize
ederek onu nevrotik bir değişime zorlama amacındaydı. Bu tiradlara
meslektaşımın tepkisi basit bir ‘’peki’’ oldu ve konuşmasına devam etti.
Hakaretleri görmezden gelerek, kendini başkalarının duygularıyla
değerlendirmeyeceğini kanıtlamıştı. İzleyici susmuştu. Meslektaşım kendisi
hakkında olumlu düşüncelere sahip olmasaydı, başkalarının onay vermemesini
kendine ait görüşünden daha önemli kılabilir ve onay almadığında da üzüntüye
kapılabilirdi. Başkalarının düşünce, söz ve davranışları ile kendinize verdiğiniz
değer arasındaki bağlantı zincirini kırabilirsiniz. Onaylanmama ile
karşılaştığınızda kendinize şunları söyleyin: ‘’Bu onun sorunu. Onun böyle
davranmasını bekliyordum. İnsan psikolojisi nerde
ve ne zaman nasıl olacağını bilemezsiniz. Benimle bir ilgisi yok.’’ Bu
yaklaşım, başkalarının duygularını kendi düşüncelerinizle ilişkilendirdiğiniz
zaman yaşadığınız kırılmayı yok edecektir. Onaylanmadığınızda kendinize. şu
önemli soruyu sorun: ‘’Benimle aynı kanıda olsalardı kendimi daha mi iyi
hissederim?’’ Yanıt kesinlikle olumsuzdur. Siz izin vermedikçe, başkalarının
düşünceleri üzerinizde asla etkili olamaz. Daha da ötesi, büyük olasılıkla şunu
keşif edeceksiniz; Kaygı duymadan farklı görüşler dile getirdiğinizde,
patronunuz ya da sevgiliniz gibi önemli kişilerin daha çok sevgisini
kazanırsınız. Düşünce veya davranışınızın doğru olduğuna dair başkalarıyla
tartışmayı ve onları ikna etme çabasını rededin ve kendinize inanmayı seçin.
Arkadaşlarınızla toplandığınızda,
konuşmalarınızın diğerleri tarafından kaç kere kesildiğini ve birisiyle aynı
anda konuşmaya başladığınızda önceliği hep ona bırakıp bırakmadığınızı
belirleyin. Onay arayışınız utangaçlık şekline de dönüşebilir. Ancak utangaçlık
ya da kibarlık görgüsüzlüğün altında kalmamalıdır. Sosyal çevrenizde sözünüzü
kesme tavrı oluşursa, bu tavrı kınayarak kesintisiz ve ses düzeyinizin biraz
daha yüksek olduğu konuşma stratejileri oluşturabilirsiniz. Sonuçta görgü
kurallarından bir haber olan insanları kibarca (taktiklerle) sirkelemeyi
becermekte sizin gelişmesi gereken taraflarınızdandır. İstediğiniz şey, alkış
almadığınız zamanlarda acı duymaya karşı bağışıklık kazanmaktır.
&
Etiketler;
Ufak yaşlarımızdan beri aile içinde
ve toplum içinde duruşumuza yönelik bazı yakıştırmalara maruz kalırız ya da
kendimize bazı şeyleri yakıştırırız:
Utangacım – Tembelim – Çekingenim –
Korkağım – Sakarım – Endişeliyim – Unutkanım – El becerim yok – Aritmetik
Yeteneğim Yok – Yalnızlığı seviyorum – Frijitim – İğrencim – Ukalayım –
Sahtekarım – Zavallıyım – İyi okuyamıyorum – Çabuk yoruluyorum – Keyifsizim –
Hiçbir şeyden zevk almıyorum – Savruğum – Mütevazyim – Kendimi kaybediyorum –
Ciddiyim – Küfürbazım – Sıkılganım – Şişmanım – Ter kokarım – Uyumsuzum –
Atletik değilim – Mükemmelim – Şapşalım – Asiyim – Olgun değilim – Aşırı titizim
– Dikkatsizim – Kinciyim – Sinirliyim….
Kendinizi geçmişe bağlayan ve hep
öyle kalmanıza neden olan kısır kelimeleri (etiketleri) silip atmaya, yok
etmeye başlayabilirsiniz.
Etiketlerinizi öne sürerek
geçmişinize tutunmanın bedelleri tek bir kelimeyle özetlenebilir: Sakınmak.
Belirli bir eylemde bulunmak ya da bir kişilik sorununuzla uğraşmak isterseniz
kendinizi her zaman bir eiketle haklı çıkarabilirsiniz. İşin aslı; Bu damgaları
belirli bir süre kullandıktan sonra onlara kendiniz de inanmaya başlarsınız ve
o andan itibaren yaşamınızın sonuna kadar değişmemeyi amaçlayan tamamlanmış bir
ürün olursunuz.
Etiketler sizi değişme çabasının risk
ve zorunluluklarından korur ve onları doğuran davranışın devamını sağlarlar.
Örneğin; genç bir erkek partiye giderken utangaç olduğu inancını taşırsa,
öyleymiş gibi davranacak ve bu davranış inancını daha da güçlendirecektir.
Kısır bir döngüdür bu.
1.Utangacım
2.Şu çekici kızlara bak!
3.Sanırım onlarla tanışmalıyım
4.Hayır, yapamam
5.Neden?
6.Çünkü…
İşte durumunuz bu. Sıralamadaki
üçüncü ve dördüncü noktalar arasındaki sürece müdahale etmek yerine,
davranışını bir etiket kullanarak haklı çıkarıyor. Böylece bu tuzaktan
kurtulmak için gerekli olan risk alıcı davranışlar ustaca atlatılır.
Dört navrotik cümleye dikkat edin ve
onları kullandığınızda kendinizi yüksek sesle düzeltin: ‘’Ben buyum’’ yerine
‘’Ben buydum’’ ‘’Elimden gelen bir şey yok’’ yerine ‘’Çalışırsam
değişebilirim’’ ‘’Hep böyle oldum’’ yerine ‘’Değişeceğim’’ ‘’Benim doğam bu’’
yerine ‘’Bunun doğam olduğuna inanırdım’’
İnsan doğası diye bir şey yoktur. Bu
söz tuzağa düşürerek mazeretler yaratmak için tasarlanmıştır. Siz
tercihlerinizin toplamalısınız ve sevdiğiniz her etiket ‘’Bunu tercih ettim’’
olarak yeniden yazılabilir.
‘’Bir hafta içinde hiçbir zaman
endişe duymadığım iki gün vardır, korku ve endişeden özenle uzak tutulan iki
dertsiz gün. Bunlardan biri dün, diğeri de yarındır.’’
Ön Yargı ve Katılık
Önceden yargılamak anlamına gelen ön
yargının temeli katılıktır. Ön yargı; nefret duymak veya belirli insanlara,
fikirlere ve davranışlara antipati hissetmek gibi şeylere değil,
‘’bilinen’’ ile olmanın daha güvenli ve kolay olduğu duygusuna dayanır. Bu
‘’bilinen’’ de, sizin gibi insanlardır. Ön yargılarınız lehinize gibi
görünürler. Sizi, bilinmeyen ve tehlike potansiyeli taşıyan insanlardan,
nesnelerden ve fikirlerden uzak tutarlar. Ama aslında, bilinmeyeni
araştırmanızı engelleyerek aleyhinize işlerler. Kendiliğinden olmak, ön
yargılarınızı yok ederek yeni insan ve fikirlerle tanışabilmeniz demektir. Ön
yargılar, bulanık ya da karmaşık alanlardan sakınarak gelişmeyi engellemek için
birer güvenlik valfıdır. Anlayamadığınız insanlara güvenmemek anlamına gelir.
Gizemli ve bilinmeyeni ciddiyetle ele
almanıza yönelik staretejiler geliştirin. Rutin yaşamınızın dışına çıkmanızı
sağlayacak riskler almaya başlayın. Örneğin; karşınıza çıkacak her durumla baş
etmek için yalnızca kendinize güvendiğiniz plansız, rezervazyonsuz veya
haritasız bir geziye çıkın. Yeni bir işe başvuru yapın, ya da ne yapacağını bilmedeiğiniz
için sakındığınız bir insanla konuşun. Kendinizi bir çıta yukarıya aşın. Size
çılgınlık gibi gelen daha önce hiç bilmediğiniz bir şey yapın. İşe gtmek için
başka bir yol seçin. Döngüyü kırın, ferahlatın. Akşam yemeğini gce yarısında
yiyin. Neden? Çünkü bunlar değişik aktivitelerdir ve onları yapmak
istiyorsunuz. Hayatnıza ve size iyi gelecek.
Süreç, sakınma tavrınıza yeni bir
açıdan bakmakla başlar, bunu da eski davranışınızla yüzleşmek ve yeni
yönelimler geliştirmek ister. Geçmişin büyük kaşif veya mucitlerinin
bilinmeyenden korktuğunu farz edin. Tüm dünya insanları hala Tigris-Euphrates
vadisinde yaşıyor olurdu. Gelişimin var olduğu alan bilinmeyendir. Hem uygarlık, hem de birey için…
İkiye ayrılan bir yol düşünün. Bir
patika güvenceye, diğeri ise o büyük bilinmeyene götürüyor. Hangisini
seçerdiniz? Robert Frost, ‘’Seçilmeyen Yol’’da bu soruyu yanıtlıyor:
‘’Ormanın içinde iki yol vardı ve ben
daha az seçileni tercih ettim. Tüm değişikliği bu yarattı.’’
Seçim sizin. Bilinmeyen korkusunu
içeren hatalı alanınız, yaşamınza zevk katacak yeni ve heyecan verici
aktivitelerle değiştirilmeyi bekliyor. Seçtiğiniz yolda olduğunuz sürece ve bu
kimseye zarar vermeyecekse nereye gittiğinizi bilmeniz gerekmez. O yollar bir
sevgiliye, bir işe, bir arkadaşlığa çıkabilir. Kötüsüne de çıkabilir. Ama işin
özü; kararınızdan ve denemenizden pişman olmamaktır yaptığınız eylem. Ne olursa
olsun…
&
Kahramanlarınız:
Başkalarını ve başarılarını takdir
etmenin size bir zararı yoktur, ama davranışlarınızı onların standartlarına
göre belirlerseniz bu tavır bir hatalı alana dönüşür.
Tüm kahramanlarımız insandır. Hepsi
size benzer, her gün yaptığınız şeyleri yaparlar. Tuvalete girerler, yemek
yerler, gizliden osurur, burnunu karıştırırlar, ağızları uyanınca kötü kokar…
sonuçta insandırlar. Doğa üstü değillerdir. İnanın hiç biri onlara benzeme
çabanıza değmez. Yaşamınızın büyük kahramanlarından hiçbiri size bir şey
öğretmemiştir. Kahramanlar hep kendi bildiğini yapar sadece onlar sizden daha
cesaretlidirler. Hiç biri hiçbir açıdan sizden daha iyi değildir.
Politikacılar, atletler, aktörler, rock yıldızları, diğer artistler,
patronunuz, terapistiniz, öğretmeniniz, eşiniz, … hepsi yalnızca yaptıkları
işte iyidirler, o kadar.
&
Adalet:
Yaşamda adalet aramaya şartlanmışızdır
ve onu bulamadığımızda sinirlenir, gerginleşir ve sıkıntı duyarız aslında
gençlik iksiri ya da başka bir mitin peşinde koşmak ve ne kadar sonuç
vericiyse, bu arayış da o kadar verimlidir. Adalet yoktur. Hiç olmadı ve
olmayacak. Dünya böyle düzenlenmiştir. Ağaçkakanlar solucan yer. Bu,
solucanlara haksızlıktır. Örümcekler sinek yer. Bu da sineklere haksızlıktır.
Pumalar kurt öldürür, kurtlar da porsuk. Porsuklar fareleri öldürür, fareler de
böcekleri. Böcekler… Dünyanın adaleti olmadığını anlamak için doğaya bakmak
yeter. Bu düzenin (yaşamın) adaletsizliğidir. İnsanlar arasında da bu böyledir.
Var olma mücadelesi ve daha sonra daha iyi şartlarda var olma savaşı. Kim kimi
yerse ayaktadır, daha iyi hisseder, kimin gücü kime yetiyorsa daha çok ayakta
kalır. Tornadolar, seller, dev dalgalar, hortumlar hiçbir insan için adil
değildir. Adalet kavramı mitolojik bir kavramdır. Dünya ve içindeki insanlar,
her gün adaletsiz davranmaya devam ederler. Mutlu ya da mutsuz olmayı
seçebilirsiniz, ama bunun çevrenizde gördüğünüz adaletsizliklerle bir bağı
yoktur. Kurnazca o döngüden sıyrılabilirsiniz. Söylediklerimiz dünya ve
insanlığa kötü bakmak değil, dünyanın durumunun ve hayat düzeninin gerçekçi bir
tarifidir. Adalet hemen hiçbir duruma uygun olmayan bir kavramdır, özellikle de
doyum ve mutluluk hakkındaki tercihlerinizle ilişkili olduğunda. Tüm bunlara
rağmen çoğumuz, adaletin başkalarıyla ilişkimizin ayrılmaz bir parçası olmasını
isteriz, olmayacağını bile bile. Kullandığımız cümleler; ‘’Bu çok adaletsizce’’
, ‘’Ben yapamıyorsam senin de hakkın yok’’ , ‘’Ben burada şu kadar aylığa
sürünerek çalışıyorum adam benim aylığımı bir günde harcayarak gününü gün
ediyor.’’ ve ‘’Ben sana hiç bunu yapar mıyım?’’ olur. Toplum adalet vaat eder.
Politikacılar tüm kampanya konuşmalarında ondan bahsederler.; ‘’Herkes için
adalet ve eşitliğe ihtiyacımız var’’ Ancak günler, aylar yüzyıllar geçer ama
adaletsizlikler sürüp gider. Yoksulluk, savaş, salgın, hastalıklar, suç,
fahişelik, uyuşturucu bağımlılığı, aldatma ve cinayetler, toplumsal ve özel
yaşamda nesiller boyu devam eder. Ve insanlık tarihine bir göz attığınızda,
sonsuza dek devam edeceklerini anlayabilirsiniz. ‘’ Hukuk sistemi adalet vaat
eder. ‘’İnsanlar adalet talep eder ve bazıları onu elde etmek için çaba bile
gösterir. Ama bu çabalar boşunadır. Parası olanlar asla suçlu bulunmaz. Yargıç
ve polisler genellikle güçlüler tarafından satın alınır. Güçsüzler hep piyon
olur ve harcanır. Burada yapılacak en kurnazca hareket güçlülülerin
boyundurluğu altına girmemek, onlara muhtaç kalmamaktır. Onların hayatlarından
ve çevrelerinden uzaklaşmak gibi.
&
İşleri ertelemek:
İşlerini erteleyen kişinin kullandığı
üç nevrotik sözcük, bu tavrı korumaya yarayan, savunma sistemini oluşturur.
‘’Umarım işler iyi gider’’
‘’İşlerin daha iyi olmasını
dilerdim’’
‘’Belki düzelir’’
Bu cümleleri kullandığınız sürece,
şimdi hiçbir şey yapmamak için bir nedeniniz olur. Ummak ve dilemek bir zaman
kaybı (zamana yaymak) periler ülkesinde yaşayanaların kullandığı
saçmalıklardır, masallarda olur. İstediğiniz kadar umun ve bekleyin, hiçbir
işiniz halolmaz. Bu sözcükler yalnızca kolları sıvayıp aktiviteler listenizin
önemli parçalarını gerçekleştirmeye başlamaktan kaçınmak için uygun kaçış
sözleridir. Kafanıza koyduğunuz her işi yapabilirsiniz. Güçlüsünüz, yeteneklisiniz
ve hiç de kırılgan değilsiniz. Ama işleri gelecek bir ana erteleyerek kaçışa,
kendinizden şüphe etmeye ve en önemlisi, hayaller kurmaya başlarsınız.
Tamamiyle vakit kaybı. Erteleme alanınız, bu gününüzde güçlü olmaktan uzaklaşan
ve işlerin gelecekte düzeleceğini umut etmeye yaklaşan bir adımdır.
&
Eleştirenler ve iş yapanlar:
İşlerinizi geciktirmek, kaçınmanızın
mümkün olduğu bir alışkanlıktır. İş yapmayan birisi genellikle eleştiricidir.
Çünkü üretmeyince, üretilenleri yorumlamaya yoğunlaşır. Yani oturup iş
yapanları izler, sonra da onların yaptıkları hakkında felsefi yorumlar yapar.
Eleştirmen olmak kolaydır, ama iş yapan biri olmak, risk ve değişim gerektirir.
Çoğu insan riske girmez, üretmez ve körelir. Uzaktan eleştirmek ve de üreteceği
şeyin güvensizliğini yaşamamak daha garantidir. Kendinizi ve çevrenizi
izlerseniz, eleştiriye ayrılan sosyal ilişki miktarının ne kadar çok olduğunu
göreceksiniz. Neden ? Çünkü bir başkasının performansından bahsetmek iş
yapmaktan daha kolaydır. Yapıcı eleştiri yararlı olabilir. Ama iş yapan bir
insan olmak yerine bir gözlemci rolünü benimsediyseniz gelişemezsiniz.
&
Evlilik:
Evlilik erkek ve kadın arasında öyle
bir ilişkidir ki bağımsızlık eşit, bağımlılık ortak, zorunluluk ise
karşılıklıdır.
Aşağıda, evlilikte hakimiyet ve
denetim ağlarını örmek için kullanılan bazı staretejiler sıralanmıştır:
-
‘’Seni terk edeceğim’’
‘’Boşanacağız’’ gibi tehdit edici sözler
-
Suçluluk oluşturmaya çalışmak: ‘’Bunu
yapmaya hiç hakkın yoktu’’ , ‘’Böyle bir şeyi nasıl yaparsın anlayamıyorum’’
Suçluluktan kurtulmuş biri değilseniz, bu tip ifadelerle ‘’teslim
alınabilirsiniz’’
-
Eşyaları frlatmak, küfür etmek,
çevreye zarar vermek gibi öfkeli ve tahrip edici davranışlar göstermek.
-
Fiziksel hastalık oyunu oynamak. Bir
taraf diğeri istediği gibi davranmadığında kalp krizi, baş yada sırt ağrısı
gibi rahatsızlıklar gösterdiğini ima eden hareketler yapmak. Eşinize;
hastalandığında istediği gibi davranacağınızı öğretmişseniz, bu yolla
yönetilebilirsiniz.
-
Sessizlik. Konuşmamak ve bilinçli
olarak surat asmak, karşı tarafı yola getirmek için kullanılan etkili
staretejilerdir.
-
Karşınzdaki insanın suçluluk
hissetmesini sağlamak için ağlamak.
-
Terk etme seneryosu. Ayağa kalkıp
dışarı çıkmak, diğer tarafı belli bir davranışa zorlamak için kullanılan etkili
bir yöntemdir.
-
İlişkide bağımlılığı sağlamak için
söylenen ‘’Beni sevmiyorsun’’ , ‘’Beni anlamıyorsun’’ gibi tuzak cümleler
kurmak.
-
Uzunca bir süre ayrı yerlerde yatıp
uyumak.
-
İntihar seneryoları: ‘’İstediğimi
yapmazsan kendimi öldürürüm’’ yada ‘’ Beni terk edersen yaşamıma son veririm’’
Yukarıdaki staretejilerin tümü,
evlilike eşi istenen kalıpta tutmak için kullanılan yöntemlerdir. Aile içinde
tek kişinin sözünün geçtiği ve tek kişi tarafından yönetilen ailelerde çok daha
sık görülen sorunlar için yapılan taktiklerdir. Ancak işe yararlarsa ömür boyu
kullanılırlar, eş bu yöntemlerle yönetilmeyi redederse, yavaş yavaş bu
uygulamalardan vazgeçilmeye başlanılır.
&
Tüm Hatalı Alanlarını Yok Etmiş Bir Bireyin
Portresi:
Hatalı alan davranışlarının tümünden
kurtulmuş bir insan olmak hayal gibi görülebilir, ama benliğinizi tahrip edici
davranışlardan özgür olmak masalsı bir kavram değil, gerçekleşmesi mümkün olan
bir idealdir. Tam olarak verimli yaşamak elinizdedir ve mükemmel bir ruhsal
sağlık yalnızca bir tercih sorunudur. Lütfen ama lütfen hayatınızı bir gözden
geçirin ve hatalı yanlarınızın notunu alın ve düzeltmek için üzerine gidin. Tüm
hatalı alanlarını yok etmiş insanlar toplumun genelinde oldukça farklıdır ve
her an canlı ve yaratıcı olma yeteneğiyle ayırt edilir. Öncelikle bu insanlar
yaşamın her yönünü severler, her işi yaparken rahattırlar ve şikayet etmekle ya
da olayların daha değişik olmasını istemekle zaman kaybetmezler. Yaşamdan heyecan duyup
ondan alabilecekleri her şeye istek duyarlar. Piknikleri, filmleri, kitapları,
konserleri, sporu, şehirleri, çiftlikleri, dağları, hayvanları, yani her şeyi
severler. Yaşamdan hoşlanırlar. Ve hoşlandıkları şeyleri paylaşmayı. İnsanları
severler çünkü kendilerini güzel şeyleri paylaşarak iyi hissederler. Bu şekilde
yaşama sıkı sıkı bağlıdırlar. Bu insanların yanındayken hiç homurdandıklarını
duyamazsınız. Sızlanmaz, iç çekmezler. Yağmur yağınca hoşlarına gider. Trafik
sıkışıklığında, bir partide veya yalnız başınayken; sadece onlarla
ilgilenirler. Eğleniyor gibi yapmaz, var olanı mantıklı bir şekilde
kabullenirler ve bu gerçekliklerden zevk alma yetenekleri müthiştir. Gelecek
için ayrıntılı planlar oluşturmazlar, ama bu geleceği düşünmüyorlar demek değildir.
Endişelenmeyi redederek onun getireceği gerginlikten de uzak dururlar. Endişeyi bilmezler, bu onların bir parçası
değildir. Her zaman sakin değillerdir ama hiçbir değiştirme şansları olmayan
gelecek olaylar hakkında korku duyarak zamanlarını da harcamazlar. Hep bu güne
yaşadıkları ana bakarlar ve şu iç sinyale sahiptirler: Endişlendiğimde yaşamımı
boşa harcamış olurum. Bu anda yaşamalıyım. Bu sağlıklı insanlar
bağımsızlıklarına çok düşkündürler. Yuvayı çoktan terk etmişlerdir ve aileye
güçlü bir sevgi ve bağlılık duymalarına rağmen, tüm ilişkilerinde bağımsız
olmaya özen gösterirler. Demokratiktirler. Özgürlüklerini beklentilerinden
soyutlamışlardır. Kurdukları ilişkilerin temeli, bireylerin kendi kararlarını
verme hakkına karşılıklı olarak duyulan saygıdır. Sevgi anlayışları sevdikleri
kişiye hiçbir değeri zorla kabul ettirmemeyi gerektirir. Bu insanları
gözlediğinizde, toplumsal kurallara aldırmadıklarını görürsünüz. Asi
değillerdir, ama tercihleri başkalarının yaptıklarıyla çelişse bile seçtikleri
yolu izlerler. Anlamsız kurallar gördüklerinde dikkate almaz, çoğu insanın
yaşamının önemli bir parçası olan geleneklerden sessizce sakınırlar. Kokteyl ve
partilerin insanı değillerdir. Sırf nazik olmak için sohbetlere katılmazlar.
Kendileri için yaşarlar; toplumu yaşamlarının önemli bir parçası olarak
görmelerine rağmen, toplum tarafından yönetilmeye ya da onun bir kölesi olmaya
karşı çıkarlar. Mesafeleri iyi ayarlarlar. İsyancı saldırılarda bulunmazlar,
ama mantıklı ve sağlam düşünce tarzları sayesinde neyi ne zaman kabul edip
rededeceklerini bilirler. Yerinde tepkiler gösterirler. Yancı, taraf
değillerdir. Kahramanları ya da putlaştırdıkları insanları yoktur. Herkesi
insan olarak görür ve hiç kimseyi
kendilerinden üstün bir konuma getirmezler. Öngörüleri gelişmiştir. İnsan
tasfirlerini zamanında çözerler. Her köşe başında adalet talep etmezler. Başka
birisi daha çok avantaja sahip olduğunda bunu mutsuz olmak için gerekçe saymak
yerine, onun adına mutluluk duyarlar. Başkalarının başarılarını takdir etmeyi bilirler.
Başkalarının başarısızlıklarından zevk almaz, başkalarının düştüğü kötü
durumlardan faydalanmaya da kalkmazlar. Çünkü varolmakla meşguldürler ve
hayatlarının her saniyesini içlerine sindire sindire zevk alarak pozitif
yaşarlar.
&
Son Söz:
Kendinizden başka kimsenizin
olmadığını düşünün ki hayatın içinde karşılaşabileceğiniz zorlukların
büyüklüğüne hazır olabilin. Donanımınızı ona göre yapın. Tedbirinizi ona göre
alın. Kendinizi hep kendi iyiliğiniz için kendi çıkarınıza göre hazırlayın.
Kendinizi çok sevin. Ve hayatınızı başkalarının eline verecek kadar uzun
olduğunu sanmayın. Böyle bir yanlışı yapmanın yaşam hakkınıza bir haksızlık
olacağını unutmayın. Hayatın tadını çıkarmakta gecikmeyin. Sevdiklerinize
sevginizi göstermekte de… Onlarla bolca güzel vakitler geçirin.
Hiç kimseyi rahatsız etmeden
gönlünüzce, doya doya, güle güle, kendi çizginizde yaşayın.
BURAK KIRMIZITUNA VİDEOLARI İÇİN TIKLA: