Sayfa Görüntüleme Sayısı

28 Şubat 2018 Çarşamba

ÖLMEDEN ÖNCE


Dr. John Izzo ‘’Ölmeden Önce Keşfetmeniz Gereken Beş Sır’’ adlı kitabından;

-         ‘’Altın kurala uyun; size nasıl davranılmasını istiyorsanız başkalarına o şekilde davranın. Wayne Huffman, age 68’’

Benim de hayatımın kontrolünü elimde tutarken başvurduğum yöntemlerden biridir bu. Ben bunu ‘’ayna olmak’’ diyorum. Hayatımdaki her farklı insan o aynada kendisini görüyor. Ben ne görmüşsem ondan, ben de ona onu veriyorum. Neden böyle olduğunu ve nedenini bulması için kendi kendisiyle hesaplaşma ve yüzleşmesini umuyorum. Bunu gerçek bir netlikle yapıyorum. Her birine cevaplarım hazır olarak…

-               ‘’Balıklama dalın, paçalarınızı katlayın ve kirlenin, hayatı, aşkı ve dostluğu yaşarken tüm     cesaretinizle yaşayın. Ann Britt age 67’’

    Bu öneriye de sonuna kadar katılıyorum ancak benim koyduğum birkaç kural var; Bunu yaparken cahilce davranmamak ve kendini kaybetmemek gibi…

-              ‘’Kendine karşı dürüst ol, kendin için doğru neyse onu yap ve kendin ol, kalbin neyi işaret ediyorsa onu yap Carolyn Mann age 67’’

Kendini kandırmamak en büyük farkındalıklardan biri. ‘’Gerçekci Olmak’’… Yani hayatınızı karmaşıklaştıracak ve komplike hale getirecek durumlardan sizi uzak tutar. Ve de kimse için yaşamamak kendim için yaşamak ve birilerinin doğrularını uygulamak zorunda olmamak hayatımın kitabında bulunan hayat felsefelerimden bir tanesidir.

-              ‘’Kalbinizi dinlemek için gereken disipline sahip olun, ve onu izleyecek cesarete de sahip olun. Ron Polack age 72’’

Kalbimi dinlediğim bazı durumlarda mantığım ve iç sesimle ters düştüğüm doğrudur. Mantığımı kullandığımda da kalbimin sızladığı çok oldu. Acaba hangisi doğru yol, doğru karar? Kalp bir karar vermişse beyni aradan çıkarmak lazım. Bir karar esnasında o bana bir sürü sorular sormaya başlar ve iş içinden çıkılmaz bir hal alır. Bu durumda biraz riski göze alıp üzerine giderek kalp sesi dinlemek bazı pişmanlıklardan bizi alıkoyar gibi geliyor bana. Benim izlediğim yolu soracak olursanız kalp ve beyin arasında kalmış durumdayım.

-              ‘’Diz çökün ve toprağı öpün, var olduğunuz için teşekkür edin, kendinizi ve çevrenizdekileri sevin, didişmeyin ve hayatta olmanın tadını çıkarın. Craig Neal age 60’’

Esasında bu hayat, yaşadığın hayat öyle kıymetli ki, fırsat dolu ve de dümeni sende. Ne ekersen onu biçiyorsun. Kader, şans bazen doğru bazen de bahane… Onları düşünmeden saf dışı bırakarak tamamen dümene ve yola odaklanmak lazım. Kimseyle sidik yarıştıracak, kendimi ispat edecek vaktim yok. Zamanım öyle kıymetli ki…Şükürler olsun sağlıklıyım ve karşıma çıkacak süprizleri merak ediyorum.

-              ‘’Mezarların üzerine dökülen acı gözyaşları, söylenmemiş kelimelerin ve yapılmamış eylemlerin bir sonucudur. Harriet Beecher Stowe age 68’’

Çokca bahsettiğim bir konudur bu. Vakit kaybetmemek. Anı yakalamak, anında… Söylenecek şeyler için beklememek. Kaçırmamak, kaptırmamak, mutluluğu ertelememek, sonucu geciktirmemek… Konuşmak, Konuşmak, Konuşmak… Hiç kimse telepatiyle iletişim kuramaz, her şeyin çözümü ‘’Konuşmaktır’’ ‘’Konuşarak’’ bilmektir. Ben sessiz duranın yada uzak duranın ne istediğini bilemem, ne beklediğini de, ne düşündüğünü de… Bu onun için de geçerli; uzak duran da benim ne düşündüğümü bilemez. Konuşmak gideceğiniz yolu kısaltır. Konuşmak benim için kesin ve net bir iletişim yoludur ve hep cevaplar için kullandığım bir araç olmuştur. Çok açığımdır. Netimdir. Acıtsa da, işine gelmese de söylerim. Söylenmesi gerekiyorsa söylerim. Ama boş konuşmamaya da özen gösteririm. Kırmamaya da…

-         ‘’Hayat benim için mum gibi değildir. An için tuttuğum bir çeşit muhteşem meşaledir ve bunu gelecek kuşaklara vermeden önce yapabildiğim kadar onu aydınlık kılmak istiyorum. George Bernard Shaw age 70’’

Ben de… ;)







BURAK KIRMIZITUNA VİDEOLARI İÇİN TIKLA:


YAĞMURLU HAVADA


Bu yağmurlu ve kasvetli havada evinizde cam önü sohbetleri yapıyormuş gibi bir muhabbet. Önünüzde çayınız, kurabiyeniz, atıştırmalıklarınız karşınızda en muhabbetli arkadaşınız oh ne güzel.

    Arada bir camdan dışarı bakıp dalıp dalıp, bazende arkadaşınızın yüzünde kaybolduğunuz sohbetler.

    Neler konuşuyorsunuz?

    Komşularınızın osundan busundan mı? Geçen günlerinize yanmalarınızdan mı? Televizyonda haberlerde gördüklerinizden mi? Nerelere gitseklerden mi? Ne olacak bu insanların hali‘nden mi? Yaşam şartlarından mı?  Kocanızdan mı? ………

Sizi bilmem ama ben bu gün ciddi şeyler konuşmak istemiyorum. Çünkü çok ciddi şeyler konuşuluyor zaten. Hani bazen istemeden yapılan şeyden; gülmekten, hatta istemeden topluluk içinde yada arkadaşınıza yapılan esprili konuşmalardan bahsetmek istiyorum. Yani artık bir insanda gülmek ve neşe dolu olmanın çok özel bir vasıf olarak görülmesine neden olan şeylerden değil. Kötülüğün hakim olmasından memnun olanların ve bunu yaymaya çalışanların aynı bir vampirin gün ışığından rahatsız olduğu gibi kaçındığı şeyden mutluluktan, huzurdan konuşalım diyorum.

Bu konuşmaları bu zamanlarda çok sık yapamadığımızdan hemen geçmişteki anılarım aklıma geliyor:

Bu anılardan bahsedeceğimi düşünüyorsunuz değil mi? Yo hayır.

‘’Bir toplum içinde nasıl sağlıklı kalınır?’’ın tiyolarının verildiği Dr.Wayne W.Dyer’ın kitabından yaptığım alıntıları sizinle paylaşmak istiyorum.

 Her ne kadar ciddi konulardan bahsetmek istemesemde gülmelere ulaşmak için düzelmeye (normal normlara) dönmek gerektiğinin şart olduğunu düşünüyorum.
Zekisiniz, çünkü büyük bir saldırıya –sinir krizi- ne karşı tek etkili silaha sahipsiniz: ‘’Zekanız’’  Sanırım aslında sinir krizi diye bir şey olmadığını duyunca şaşıracaksınız. Sinirler krize girmez. Birisinin içini açın ve bakın, krize girmiş tek bir sinir bile bulamazsınız. ‘’Zeki’’ insanlar sinir krizi geçirmezler, çünkü kendilerine hakimdirler. Depresyona girmek yerine mutluluğu nasıl seçeceklerini bilirler. Çünkü yaşamlarında ortaya çıkan sorunlarla nasıl baş edebileceklerini öğrenmişlerdir. Dikkat edin, Sorunları çözmek demedim. Zekalarını sorunu çözmek yerine, sorun çözülse de çözülmese de kendilerini mutlu tutabilme yetenekleri ile ölçerler.

&

Genel olarak sizi mutsuz edenin insanlar yada olaylar olduğunu inanırsınız, ama bu tam olarak doğru değildir. Mutsuz olmanızın nedeni, yaşamanızdaki insanlar ya da olaylar hakkındaki düşüncelerinizdir. Özgür ve sağlıklı bir insan olmak, değişik bir düşünce tarzı yaratmakla mümkündür. Düşüncelerinizi değiştirmeye başladığınız anda yeni duygular hissetmeye başlayacaksınız ve bireysel özgürlüğe doğru ilk adımınızı, ancak böyle atabilirsiniz.

&

Duygularınızı kontrol ederken kendinizi savunmak için bir dizi laf öğrendiniz, işte kullandığınız sözlerden bazıları:

-          Beni incitiyorsun

-          Kendimi kötü hissetmeme neden oluyorsun

-          Açıklamamamı isteme kızgınım işte

-          Beni hasta ediyor

-          Yükseklik beni korkutur

-          Beni utandırıyorsun

-          Beni gerçekten heyecanlandırıyor

-          Beni herkesin içinde aptal yerine koydun

Her bir söz ne hissettiğinizden tutun sorumlu olmadığınıza dair mesajlar içerir. Şimdi yukarıdaki cümleleri doğru olarak yani duygularınızı kontrol edebildiğiniz ve onların düşncelerinizin sonucu oluştuğu gerçeklerini yansıtacak tarzda yeniden yazalım.

-          Senin bana karşı tepkin nedeniyle oluşturduğum düşüncelerle kendimi incittim

      -          Kendimi kötü hissetmeme neden oldum

-          Duygularımı kontrol edebiliyorum, ama üzgün olmayı tercih ettim

-          Kızgın olmaya karar verdim, çünkü diğer insanları genelde kızgınlığımla kontrol edebiliyorum. Onları benim kontrol ettiğimi düşündürüyorum.

-          Kendimi hasta ediyorum

-          Yüksek yerlerde kendimi korkuturum

-          Kendimi utandırıyorum

-          Onun yakınında olduğum zaman kendimi heyecanlandırıyorum.

-          Hakkımdaki fikirlerini kendi  fikirlerimden daha ciddiye aldım ve diğer insanların da aynı şeyi yapacağına inandım. Bu nedenle kendimi aptal hissettim.

                                                              &

Bir ‘’düşünceniz’’ , bir kez deneyip ilk başarısızlığınızı vazgeçme bahanesi yaparak değil, sürekli tekrarlayarak inanca dönüşür.

&

Sadece siz , kendinizi mutlu kılabilirsiniz. Aklınızın kontrolünü elinize almak ve sonra tercih ettiğiniz yönde hissetmek ve davranmak, ancak sizin yapabileceğiniz şeylerdir.

&

Paralize olmak, yani düşünme yeteneğini kısa süreli yitirmek, küçük kararsızlık ve çekimserliklerden tam bir hareketsizliğe kadar değişik biçimlerde ortaya çıkabilir. Utandığınız için tanışmak istediğiniz insanlarla tanışamıyor musunuz? Öyleyse paralize oluyor, hak ettiğiniz deneyimleri yaşayamıyorsunuz. Öfkeniz ve kıskançlığınız kan basıncınızı arttırıyor ya da ülserinizi mi azdırıyor? Bu nedenle işinizde etkili olamıyor musunuz? Olumsuz bir anlık duygu nedeniyle uyumanız yada sevişmeniz olanaksız hale mi geliyor? Tüm bunlar paralize olma belirtileridir. Kontrol kaybolur, Konsantireniz yok olur.

İşte size paralize olduğunuzu anlayabileceğiniz bazı durumlar:

-          Hoşlandığınız biriyle tanışamıyorsanız.

-          Öfkeniz sağlıklı düşünmenizi engelliyorsa

-          Sevdiğiniz birine kötü bir şey söylüyor durup dururken onu üzüyorsanız.

-          Yüz kaslarınız irade dışı hareket ediyor yada sinirinizden istediğiniz gibi davranamıyorsanız, soğuk terler döküyorsanız….

                                                                     &

Öfke, sizin sandığınız gibi ‘’insana özgü’’ değildir. Onu taşımak zorunda değilsiniz, mutlu ve doyumlu olmanıza zerre kadar katkısı olmaz. Öfke; tıpkı fiziksel bir hastalık gibi sizi engelleyen psikolojik bir rahatsızlık, bir hatalı alandır. Öfke kavramını tanımlayalım:
Burada kullanıldığı şekliyle öfke, bir beklentinin karşılanmamasına yada kişiye dışarıdan gelen hiddetli bir tepkiye aynı şekilde şiddetle karşılık vermesidir. Hiddet ve düşmanlık şekline bürünür ve başkalarına, hatta sessizliğe saldırmanıza yol açar. Basit bir rahatsızlık ve sinirlenme değildir. Öfke; ‘’Keşke dünya ve insanlar daha farklı olsalardı’’ dileğinin sonucudur.

Öfkeyi kontrol edemeyen tipik bir anne düşünün çocuklarının sürekli kötü davranması onu çok üzüyor. Sanki o ne kadar üzülürse, çocuklar o kadar kötü davranıyorlar. Onları cezalandırıyor, odalarına gönderiyor, sürekli bağırıyor ve çocuklarıyla uğraşırken daima kırılıyor gibi. Anne olarak yaşamı tam bir cehennem. Bildiği tek şey bağırmak ve her akşam, gün boyunca yaptığı savaştan dolayı duygusal bir çöküntüye uğruyor. Peki çocuklar annelerinin üzüldüğünü bildikleri halde neden hala kötü davranıyorlar? Çünkü uygulanan öfke başkalarını değiştiremez, yalnızca karşıdaki insanın öfkeli insanı kontrol etme isteğini arttırır. Yani iki tarafta davalarında kendini haklı görür kimse değişmez ancak öfkelendiren kişi (daha sakin olan) karşısındakini öfkelendirerek onu kontrol etmeye çalışır. Çocukların kötü davranışlarını sürdürme mantığı dile gelseydi şöyle derdi:
‘’Annemi çıldırtmak için bu kadar yeter. Tek yapmam gereken şunu söylemek yada bunu yapmak, böylece onu denetleyebilir ve sinir krizine sokabilirsin. Belki kısa bir süre odanda kapalı kalacaksın, ama buna değer! Sonra yine devam. Böyle küçük bir bedel ödeyip onu duygusal olarak tamamen kontrol ediyorsun. Onun enerjisini emiyorsun. Başka türlü ona hükmedemeyeceğimize göre, biraz daha yaramazlık yapıp delirmesini izleyelim’’

Sevmediğiniz bir durum ile karşılaştığınızda öfkeyi seçersiniz, gerçekler yüzünden acı çekip paralize olmaya karar verirsiniz. Asla değişmeyecek şeyler hakkında üzülmek gerçekten çok aptalcadır. Öfkelenmeyi seçmek yerine, başkalarının isteklerinize aykırı davranma, kabul etmeme hakkının olduğunu kabul etmelisiniz. Hoşlanmayabilirsiniz, ama öfkelenmek zorunda da değilsiniz. Öfke onları (karşındakini) aynı davranışı sürdürmeye iter ve sonuç yukarıda anlattığımız fiziksel stres ve ruhsal acıyı doğurur. Tercih sizin, ya öfkelenecek ya da öfkelenme gereksiniminizi yok edecek yeni düşünce tarzları geliştireceksiniz.
Geliştirdiğiniz düşünce tarzları ve taktiklerle başkalarının düşünce ve davranışlarını, sizi kontrol edecek kadar etkili hale getirmemelisiniz. Kendinize değer verip başkaları tarafından denetlenmeyi redettiğinizde, öfke duymaz ve acı çekmezsiniz.

Öfkenin sayısız görünümleri vardır. Mesela ‘’Beni çok öfkelendiriyor.’’ Veya ‘’Beni gerçekten sinirlendiriyorsun.’’ gibi sözler söylemek. Bunları söylediğinizde; başkasının davranışının sizi mutsuz etmesine izin vermiş oluyorsunuz. Öfkeyi seçmenizin sonucunda olacaklar şunlardır: Gergin ya da dışlanmış olduğunuzu hissettiğinizde kontrolü elinize almak yerine, duygularınızın sorumluluğunu karşılaştığınız kişi ya da olaylara yüklemek için öfkenizi kullanacaksınız. Başkalarının ‘’Onu bu kadar sinirlendirecek ne yaptım?’’ diye düşünmesini ve suçluluk duymasını sağlayarak onları yönetebilirsiniz. Çünkü suçluluk duyduklarında kendinizi güçlü hissedersiniz.
Öfke anında; herkesin istediği gibi davranma hakkı olduğunu ve onların değişmesini istemenizin yalnızca öfkenizi arttıracağını düşünün. Sizin istediğiniz gibi olma hakkınız vardır, bu nedenle aynı hakkı başkalarına da tanımaya çalışın.

Bir öfke günlüğü tutarak öfkelendiğiniz zaman, yer ve durumları kaydedin. Bu kayıtları özenle tutun ve tüm öfkeli davranışlarınızı yazmaya çalışın. İnatçı biriyseniz, göreceksiniz ki her öfkelendiğinizde bunu yapma zorunluluğu sizi daha az öfkelenmeye götürecektir.

Öfkelendiğinizde sevdiğiniz bir insanın yanına gidin. Kininizi sıfırlamanın bir yolu; istememenize rağmen sevdiğinizle el ele tutuşmak ve duygularınızı açılayıp öfkenizi atana dek buna devam etmektir.

Başkalarından beklenti duymayı bırakın. Beklentiler yok olursa öfke de yok olur. Kendinizi sevin. Böylece öfkenin tahrip edici yanını kavrayacak ve kendinize zarar vermek istemeyeceksiniz.

&

Kahkaha, ruhun güneş ışığıdır. Ve güneş ışığı olmadan hiçbir şey yaşayıp gelişemez. Winston Churchill’in dediği gibi: ‘’İnancıma göre; dünyanın en komik şeylerini anlamadığınız sürece en ciddi olanları da kavrayamazsınız’’

Her şeyi bu kadar ciddiye almanın ne kadar saçma olduğunu göremeyecek kadar ciddi misiniz? Gülmemek, patolojik bir durumdur. Kendiniz ve yaptıklarınız hakkında kederlenmeye başlarsanız, zamanınızın çok değerli olduğunu hatırlayın. Gülmek bu kadar güzel bir şeyken neden öfkelenerek boşa zaman harcayasınız?

&

Canlı bir çiçekle ölü bir çiçeği nasıl ayırt edersiniz? Gelişen çiçek canlıdır. Yaşamın tek işareti gelişimdir. Gelişmezseniz, yol kat etmezseniz, kendinizi gününüze uyarlamazsanız, kokuşmuş bir eski olarak kalırsınız. Bu kural psikolojik dünyada da geçerlidir. Gelişiyorsanız, yaşıyorsunuz. Gelişmiyorsanız, ölseniz daha iyi!

&

Motive edici unsur olarak gelişmeyi seçmenin sonucu, yaşamınızın her anında kişisel egemenliktir.  Egemenlik kendi kaderinizi kendinizin belirlemesi demektir; yani dünyaya uymaya çalışan biri değilsinizdir. Bunun yerine; dünyanızın nasıl olacağını ve o dünyada kimlerin olması gerektiğini siz seçersiniz.  ‘’İnsanlar, kendi durumlarının sorumlusu olarak hep koşulları suçlar. Ben koşullara inanmam. Bu dünyada mutlu olan insanlar, ayağa kalkıp istedikleri koşulları arayan, bulamazlarsada ona yakınını yaratan insanlardır. Yeter ki bunun isteğiyle dolu olsunlar, odaklansınlar. Hem kalben, Hem beynen. Doyuma ulaşabilmek için aklınızın gerçekten size ait olduğunu ve isterseniz duygularınızı denetleyebileceğinizi sürekli tekrarlamalısınz. ‘’Kendinize egemen olmayı tercih edin ve ‘’Zamanda şimdi, tadını çıkarmak için vardır’’, bunu unutmayın.
Sizin değerinizi başkası ölçemez. Değerlisiniz, çünkü öyle olduğunuzu düşünüyorsunuz. Kendi değerinizi başkalarının ölçtüğünü düşündüğünüz an, o artık sizin değil, onların değeridir. Her zaman kendi bakış açınız ve kararlarınızdan sorumlusunuzdur. Bunun başkası için önemli olması gerekmez. Doğrusu da zaten bunun sizin için önemli olmasıdır. Sizi de bütün negatifliklere karşı bu ayakta tutar.

&

Toplumsal mesajlar çok ama çok güçlüdür. ‘’Kötü davrandın’’ yerine ‘’Sen kötü bir çocuksun’’,’’Annen senin tavırlarını hoş karşılamıyor’’ yerine ‘’Böyle davrandığında annen seni sevmiyor’’ denir. Bu mesajların oluşturduğu sonuç; ‘’Beni sevmiyor ama bu onun kararı ve bu durumdan hoşlanmamama rağmen ben yine de değerliyim’’ yerine ‘’Beni sevmiyor, ben bir aptalım. Kimse beni sevmeyecek’’tir.

&

Şunu iyi bilin ki; kendiniz hakkınızdaki duygularınız; fiziksel, entelektüel, sosyal ve duygusal olarak dörde ayrılır. Bu başlıklarla kendinizi denetleyip gözden geçirebilirsiniz.

&

Bir zamanlar oldukça çekici ve tüm erkekleri peşinden koşturan Shirley adlı bir kadın üzerinde çalışmıştım. Ancak o, tüm ilişkilerinin kötü bittiğini ve evlenmeyi çok istediği halde bir türlü bu fırsatı yakalayamadığını düşünmekte ısrar ediyordu. Danışma seanslarında, Shirley’nin farkında olmadan tüm ilişkilerini tahrip ettiği ortaya çıktı. Bir erkek ona sevgisini ifade ettiğinde veya hep onu düşündüğünü söylediğinde Shirley, ‘’Bunu söylemesinin tek nedeni, bu sözleri duymak istediğimi biliyor ve bana yalakalık yapıyor olması’’ diye düşünüyordu. Söylenen her sözde kendi değerini aşağılayan bir kelime arıyordu. Kendini hiç sevmediğinden, başkalarının onu sevme çabalarını redediyordu. Bahaneler arıyordu. Bir insanın onu çekici bulabileceğine, onunla mutlu olmak isteyeceğine inanmıyordu. Neden?? Her şeyden önce kendini sevilmeye değer bulmuyordu, kaçıyordu ve böylece yok edemediği, her zaman yaşadığı ayrılıklar zinciri, değersiz olduğuna dair düşüncesini güçlendiriyodu.

&


Böbürlenmeci tavır başkaları tarafından motive edilir, çünkü onların takdirini kazanma çabasıdır. Yani birey başkalarının gözüyle kendisini değerlendirir. Yaptığı şeylerle böbürlenip destek almak, takdir görmek ister. Asla bunları anlatmadan birinin kendisini övmesini beklemez. Çünkü böyle bir şey hiç olmazsa moral olarak çöker. Garantici bir şekilde davranarak kendi kendini met edip takdir görmeyi hedefler.

&

Kendi değerinize dayanan bir özgüven düşüncesi geliştirme sürecinde yapmanız gerekenlere iki örnek:

Gerçekten sevgi duyduğunuz biri varsa, ona hiç çekinmeden ‘’Seni Seviyorum’’ deyin ve aldığınız tepkiyi değerlendirirken de bu riski almaktan korkmadığınız için kendinizi kutlayın.

Kendi değerinizi başkalarıyla kıyaslayarak belirliyorsunuz; Unutmayın ki insanların sizi değil başkalarını seçmesinin nedeni, sizinle ilgili olmayabilir; kendinizde kusur yada eksik aramayın. Belirli bir insan tarafından seçilmiş olup olmamanız, kendi değerinizi belirlemeniz için bir ölçü değildir. Değerinizi böyle belirlerseniz sonsuza dek kendinizden kuşku, duyarsınız, çünkü karşınızdaki insanın herhangi bir zamanda neler hissettiğinden emin olamazsınız. Kararları dengesiz, yanlış olabilir. Depresyonda olabilir, ruh hali bozuk olabilir veya çok tutulmuş, aşık olmuş olup gözü hiçbir şey görmüyor olabilir. O insan başkasını seçtiğinde bu sadece seçtiği kişiyi yansıtır sizi değil. Demek ki o ona yetecektir. Bu yönden bakarak öz sevgiyi kazanma çabasıyla, önceden kendinizi kıskanç hissettiğiniz durumlarda çok daha iyi hissedeceksiniz. Kendinizi onun için büyük bir kayıp olarak görüp seçimiyle onu yalnız bırakarak uzaklaşın. Unutun gitsin. Önem vermeyin. Kendinize o kadar inanın ki değerinizi belirlemek için başkalarının sevgi ve onayına gereksinim duymayın. Ne olduğunuzu bilin.

&

Onay Aramak,

Onay aramanın bir gereksinimden çok bir istek olduğunu anlayarak başlayabilirsiniz. Takdir edilmek, övülmek ve teşekkür almak hepimizin hoşuna gider. Ruhumuzun okşanması güzel bir duygudur. Kim bunu bırakmak ister ki? Bu duyguyu bırakmanız gerekmiyor. Onaylanmak tek başına ele alındığında sağlıksız değildir; tam tersine, övülmek çok zevklidir. Onay aramak, bir istek olmaktan çıkıp gereksinim haline dönüştüğü zaman hatalı alanlardan biri olur. Onay almak istiyorsanız, başka insanların takdirini almaktan mutlu oluyorsunuz demektir. Motive oluyorsunuz… Beğeniler kişiye göre çok değişkenlik kazanacağından sizi beğenen biri yanlışınızı görmeksizin, doğru yanlış her yaptığınızı, her söylediğinizi beğenebilir. Bu da sizi kararlarınızda, onaylarınızda yanıltır. Doğru sonuç çıkaramazsınız. Onaya gereksinim duyuyorsanız yani illaki onaylanmadan bir şey yapamam yada onaylanmazsam kötü bir şey yapmışımdır düşüncesindeyseniz bu sizi çökertir ve başarısızlığa sürükler. Onay gereksinimi yok edilmelidir. Bu çok açık. Kişisel doyuma ulaşmak istiyorsanız, bu gereksinimi yaşamınızdan silip atmalısınız. Böyle bir gereksinim, size hiçbir çıkar sağlamayan psikolojik çıkmaz bir sokaktır. Onaylanmaya; olsa da olur olmasa da olur gözüyle bakın ki hayatınızın vazgeçilmez bir parçası olmaktan çıksın. Olmazsa olmazınız olmaktan çıksın. Onay gereksinimi tek bir varsayıma dayanır: ‘’Sakın kendine güvenme her şeyi önce başkalarıyla değerlendir.’’ Onay arayıcı davranışları bir yaşam standartı olarak dayatan bir toplumda yaşıyoruz. Bağımsız düşünce yalnızca aykırı değil, aynı zamanda toplumun belkemiğini oluşturan geleneklerin de düşmanıdır.Böyle bir toplumda yetiştirildiğinizde bu yaklaşım ile lekelenirsiniz. Başkasının görüşünü kendinizinkinden daha önemli yapın göreceksiniz ki onların onayını almadığınız zaman  çökmüş, değersiz veya suçlu hissetmeniz için ortam hazır olacakır. Bu da sizi zayıf kılar, güçsüz bir kişilik kolay ele geçirilir ve idare edilir. Onaylanmak sizi yöneten dev bir mekanizma olabilir. Değeriniz başkalarına bağlıdır ve sizi onaylamayı redettiklerinde elinizde hiçbir şeyiniz kalmaz. Değersizsiniz. Bu böyle sürüp gider; ne kadar çok pohpohlanma gereksinimi duyarsanız başkaları tarafından o kadar bilinç altınızdan yönetilirsiniz. Onayı kendi içinizde arama ve başkalarının takdirinden bağımsız olmaya doğru atılan her adım, onların denetiminden uzaklaşmak demektir. Sonuçta bu tip sağlıklı adımlar, bağımsızlığınızı korumak için bencillik, düşüncesizlik, kendini beğenmişlik, saygısızlık v.s olarak damgalanır. Sizi dışlarlar ki onların onayına geri dönesiniz. Siz her şeyi ilk kendiniz için  yapıyorsanız bu umurunuzda olmayacaktır. Onların onayının var olup olmaması zerre kadar önemli değildir. Kendi onayınız herkesin önündedir. Ve bu sizin kendi gözünüzdeki değerinizdir. Kendinizi önemseme ve değer biçme herkesden çok sizin hakkınızdır. Ancak bu sağlıklı bir ruh haliyle ve sağlıklı bir akılla yapıldığında sizi insanların eline koz vermekten ve alaycı tavırlarından kurtarır. Bu acımasız yönetilme çemberini anlamak için onay arayıcı toplumsal mesajların ne kadar çok olduğuna bakın.Onay arayıcı eylemlerin en yaygın olan birkaç tanesi şöyledir:

Birinin sizi sevmesini sağlamak için yağcılık yapmak. Birisi sizinle aynı kanıda olmayınca üzülmek yada endişelenmek.

Birisi sizinkinin tam tersi bir fikir belirttiğinde hakaret edilmiş yada aşağılanmış hissetmek.

Birisini kibirli yada burnu büyük olarak damgalamak –ki bu sadece ‘’Bana daha çok ilgi gösterin.’’ demenin başka bir yoludur.

Yaşamınızda belli bir kişinin memnuniyetsizliğinden korktuğunuz için konuşmak, alışveriş yapmak v.s için ondan izin almak gibi…

Onay aramakta ısrar etmenin en çok rastlanan nedenleri:


Duygularınızın sorumluluğunu başkalarının eline vermek. Birisi sizi onaylamadı diye kendinizi incinmiş, berbat, moralsiz v.s hissediyorsanız duygularınızdan siz değil başkaları sorumlu olur.

Duygularınızdan başkaları sorumluysa kendinizde en ufak bir değişiklik gerçekleştirmeniz de imkansızdır. Çünkü görünüşe göre hata sizde değil onlardadır. Öyleyse değişmenizi engelleyen de onlardır. Böylece bu onay arama değişiminden kaçmak için size bir bahane olur.

Kendinizden daha önemli bir hale getirdiğiniz insanların sizi sevdiğini düşünerek kendinizi aldatmak, böylece içinizde hoşnutsuzluk dolu bir kazan kaynarken böylelikle dışarıya rahat görünebilmek. Diğer insanların önemli olduğunu düşünerek dış görünümünüzü de önemli kılmak.

Mutluluk, onay arama gereksiniminin yokluğu demektir. Bununla ilgili size küçük bir hikaye anlatayım:

Büyük bir kedi, kendi kuyruğunu kovalayan küçük bir kediye sormuş: ‘’Neden kuyruğunu kovalıyorsun? Yavru kedi yanıt vermiş: ‘’Bir kedi için en güzel şeyin mutluluk, mutluluğun da kuyruğum olduğunu öğrendim. Bu nedenle onu kovalıyorum., yakaladığımda mutluluğa ulaşacağım’’ Bunun üzerine yaşlı kedi şöyle demiş: ‘’Gençken ben de evrenin sorunlarına ilgi duymuş ve mutluluğun kuyruğum olduğuna karar vermiştim. Ama şunu fark ettim; ne zaman onu kovalasam benden uzaklaşıyor, ne zaman kendi işime baksam hep peşimden geliyor.’’

&

Onay aramak adlı düğümü çözmek için şu noktalara dikkat etmelisiniz:

Onaylanmaya aldırmayabilir ve ikazlarıyla sizi yönetmeye kalkışanlara ilgi  göstermeyebilirsiniz. Bir meslektaşım, Berlin’de büyük bir izleyici kitlesine konferans veriyordu. İzleycilerden biri belirli yorumlara sürekli tepki gösteriyor ve onaylamadığını açıkca belli ediyordu. En sonunda daha fazla dayanamadı ve meslektaşımın ifade ettiği küçük bir noktadan yola çıkarak, sorular ardına gizlenmiş bin türlü hakarette bulundu. Konuşmacıyı paralize ederek onu nevrotik bir değişime zorlama amacındaydı. Bu tiradlara meslektaşımın tepkisi basit bir ‘’peki’’ oldu ve konuşmasına devam etti. Hakaretleri görmezden gelerek, kendini başkalarının duygularıyla değerlendirmeyeceğini kanıtlamıştı. İzleyici susmuştu. Meslektaşım kendisi hakkında olumlu düşüncelere sahip olmasaydı, başkalarının onay vermemesini kendine ait görüşünden daha önemli kılabilir ve onay almadığında da üzüntüye kapılabilirdi. Başkalarının düşünce, söz ve davranışları ile kendinize verdiğiniz değer arasındaki bağlantı zincirini kırabilirsiniz. Onaylanmama ile karşılaştığınızda kendinize şunları söyleyin: ‘’Bu onun sorunu. Onun böyle davranmasını bekliyordum. İnsan psikolojisi nerde ve ne zaman nasıl olacağını bilemezsiniz. Benimle bir ilgisi yok.’’ Bu yaklaşım, başkalarının duygularını kendi düşüncelerinizle ilişkilendirdiğiniz zaman yaşadığınız kırılmayı yok edecektir. Onaylanmadığınızda kendinize. şu önemli soruyu sorun: ‘’Benimle aynı kanıda olsalardı kendimi daha mi iyi hissederim?’’ Yanıt kesinlikle olumsuzdur. Siz izin vermedikçe, başkalarının düşünceleri üzerinizde asla etkili olamaz. Daha da ötesi, büyük olasılıkla şunu keşif edeceksiniz; Kaygı duymadan farklı görüşler dile getirdiğinizde, patronunuz ya da sevgiliniz gibi önemli kişilerin daha çok sevgisini kazanırsınız. Düşünce veya davranışınızın doğru olduğuna dair başkalarıyla tartışmayı ve onları ikna etme çabasını rededin ve kendinize inanmayı seçin.
Arkadaşlarınızla toplandığınızda, konuşmalarınızın diğerleri tarafından kaç kere kesildiğini ve birisiyle aynı anda konuşmaya başladığınızda önceliği hep ona bırakıp bırakmadığınızı belirleyin. Onay arayışınız utangaçlık şekline de dönüşebilir. Ancak utangaçlık ya da kibarlık görgüsüzlüğün altında kalmamalıdır. Sosyal çevrenizde sözünüzü kesme tavrı oluşursa, bu tavrı kınayarak kesintisiz ve ses düzeyinizin biraz daha yüksek olduğu konuşma stratejileri oluşturabilirsiniz. Sonuçta görgü kurallarından bir haber olan insanları kibarca (taktiklerle) sirkelemeyi becermekte sizin gelişmesi gereken taraflarınızdandır. İstediğiniz şey, alkış almadığınız zamanlarda acı duymaya karşı bağışıklık kazanmaktır.

&

Etiketler;

Ufak yaşlarımızdan beri aile içinde ve toplum içinde duruşumuza yönelik bazı yakıştırmalara maruz kalırız ya da kendimize bazı şeyleri yakıştırırız:

Utangacım – Tembelim – Çekingenim – Korkağım – Sakarım – Endişeliyim – Unutkanım – El becerim yok – Aritmetik Yeteneğim Yok – Yalnızlığı seviyorum – Frijitim – İğrencim – Ukalayım – Sahtekarım – Zavallıyım – İyi okuyamıyorum – Çabuk yoruluyorum – Keyifsizim – Hiçbir şeyden zevk almıyorum – Savruğum – Mütevazyim – Kendimi kaybediyorum – Ciddiyim – Küfürbazım – Sıkılganım – Şişmanım – Ter kokarım – Uyumsuzum – Atletik değilim – Mükemmelim – Şapşalım – Asiyim – Olgun değilim – Aşırı titizim – Dikkatsizim – Kinciyim – Sinirliyim….

Kendinizi geçmişe bağlayan ve hep öyle kalmanıza neden olan kısır kelimeleri (etiketleri) silip atmaya, yok etmeye başlayabilirsiniz.

Etiketlerinizi öne sürerek geçmişinize tutunmanın bedelleri tek bir kelimeyle özetlenebilir: Sakınmak. Belirli bir eylemde bulunmak ya da bir kişilik sorununuzla uğraşmak isterseniz kendinizi her zaman bir eiketle haklı çıkarabilirsiniz. İşin aslı; Bu damgaları belirli bir süre kullandıktan sonra onlara kendiniz de inanmaya başlarsınız ve o andan itibaren yaşamınızın sonuna kadar değişmemeyi amaçlayan tamamlanmış bir ürün olursunuz.
Etiketler sizi değişme çabasının risk ve zorunluluklarından korur ve onları doğuran davranışın devamını sağlarlar. Örneğin; genç bir erkek partiye giderken utangaç olduğu inancını taşırsa, öyleymiş gibi davranacak ve bu davranış inancını daha da güçlendirecektir. Kısır bir döngüdür bu.

1.Utangacım

2.Şu çekici kızlara bak!

3.Sanırım onlarla tanışmalıyım

4.Hayır, yapamam

5.Neden?

6.Çünkü…

İşte durumunuz bu. Sıralamadaki üçüncü ve dördüncü noktalar arasındaki sürece müdahale etmek yerine, davranışını bir etiket kullanarak haklı çıkarıyor. Böylece bu tuzaktan kurtulmak için gerekli olan risk alıcı davranışlar ustaca atlatılır.

Dört navrotik cümleye dikkat edin ve onları kullandığınızda kendinizi yüksek sesle düzeltin: ‘’Ben buyum’’ yerine ‘’Ben buydum’’ ‘’Elimden gelen bir şey yok’’ yerine ‘’Çalışırsam değişebilirim’’ ‘’Hep böyle oldum’’ yerine ‘’Değişeceğim’’ ‘’Benim doğam bu’’ yerine ‘’Bunun doğam olduğuna inanırdım’’

İnsan doğası diye bir şey yoktur. Bu söz tuzağa düşürerek mazeretler yaratmak için tasarlanmıştır. Siz tercihlerinizin toplamalısınız ve sevdiğiniz her etiket ‘’Bunu tercih ettim’’ olarak yeniden yazılabilir.

‘’Bir hafta içinde hiçbir zaman endişe duymadığım iki gün vardır, korku ve endişeden özenle uzak tutulan iki dertsiz gün. Bunlardan biri dün, diğeri de yarındır.’’

Ön Yargı ve Katılık

Önceden yargılamak anlamına gelen ön yargının temeli katılıktır. Ön yargı; nefret duymak veya belirli insanlara, fikirlere ve davranışlara antipati hissetmek gibi şeylere değil, ‘’bilinen’’ ile olmanın daha güvenli ve kolay olduğu duygusuna dayanır. Bu ‘’bilinen’’ de, sizin gibi insanlardır. Ön yargılarınız lehinize gibi görünürler. Sizi, bilinmeyen ve tehlike potansiyeli taşıyan insanlardan, nesnelerden ve fikirlerden uzak tutarlar. Ama aslında, bilinmeyeni araştırmanızı engelleyerek aleyhinize işlerler. Kendiliğinden olmak, ön yargılarınızı yok ederek yeni insan ve fikirlerle tanışabilmeniz demektir. Ön yargılar, bulanık ya da karmaşık alanlardan sakınarak gelişmeyi engellemek için birer güvenlik valfıdır. Anlayamadığınız insanlara güvenmemek anlamına gelir.

Gizemli ve bilinmeyeni ciddiyetle ele almanıza yönelik staretejiler geliştirin. Rutin yaşamınızın dışına çıkmanızı sağlayacak riskler almaya başlayın. Örneğin; karşınıza çıkacak her durumla baş etmek için yalnızca kendinize güvendiğiniz plansız, rezervazyonsuz veya haritasız bir geziye çıkın. Yeni bir işe başvuru yapın, ya da ne yapacağını bilmedeiğiniz için sakındığınız bir insanla konuşun. Kendinizi bir çıta yukarıya aşın. Size çılgınlık gibi gelen daha önce hiç bilmediğiniz bir şey yapın. İşe gtmek için başka bir yol seçin. Döngüyü kırın, ferahlatın. Akşam yemeğini gce yarısında yiyin. Neden? Çünkü bunlar değişik aktivitelerdir ve onları yapmak istiyorsunuz. Hayatnıza ve size iyi gelecek.

Süreç, sakınma tavrınıza yeni bir açıdan bakmakla başlar, bunu da eski davranışınızla yüzleşmek ve yeni yönelimler geliştirmek ister. Geçmişin büyük kaşif veya mucitlerinin bilinmeyenden korktuğunu farz edin. Tüm dünya insanları hala Tigris-Euphrates vadisinde yaşıyor olurdu. Gelişimin var olduğu alan bilinmeyendir.  Hem uygarlık, hem de birey için…

İkiye ayrılan bir yol düşünün. Bir patika güvenceye, diğeri ise o büyük bilinmeyene götürüyor. Hangisini seçerdiniz? Robert Frost, ‘’Seçilmeyen Yol’’da bu soruyu yanıtlıyor:

‘’Ormanın içinde iki yol vardı ve ben daha az seçileni tercih ettim. Tüm değişikliği bu yarattı.’’

Seçim sizin. Bilinmeyen korkusunu içeren hatalı alanınız, yaşamınza zevk katacak yeni ve heyecan verici aktivitelerle değiştirilmeyi bekliyor. Seçtiğiniz yolda olduğunuz sürece ve bu kimseye zarar vermeyecekse nereye gittiğinizi bilmeniz gerekmez. O yollar bir sevgiliye, bir işe, bir arkadaşlığa çıkabilir. Kötüsüne de çıkabilir. Ama işin özü; kararınızdan ve denemenizden pişman olmamaktır yaptığınız eylem. Ne olursa olsun…

&

Kahramanlarınız:

Başkalarını ve başarılarını takdir etmenin size bir zararı yoktur, ama davranışlarınızı onların standartlarına göre belirlerseniz bu tavır bir hatalı alana dönüşür.

Tüm kahramanlarımız insandır. Hepsi size benzer, her gün yaptığınız şeyleri yaparlar. Tuvalete girerler, yemek yerler, gizliden osurur, burnunu karıştırırlar, ağızları uyanınca kötü kokar… sonuçta insandırlar. Doğa üstü değillerdir. İnanın hiç biri onlara benzeme çabanıza değmez. Yaşamınızın büyük kahramanlarından hiçbiri size bir şey öğretmemiştir. Kahramanlar hep kendi bildiğini yapar sadece onlar sizden daha cesaretlidirler. Hiç biri hiçbir açıdan sizden daha iyi değildir. Politikacılar, atletler, aktörler, rock yıldızları, diğer artistler, patronunuz, terapistiniz, öğretmeniniz, eşiniz, … hepsi yalnızca yaptıkları işte iyidirler, o kadar.

&

 
Adalet:

Yaşamda adalet aramaya şartlanmışızdır ve onu bulamadığımızda sinirlenir, gerginleşir ve sıkıntı duyarız aslında gençlik iksiri ya da başka bir mitin peşinde koşmak ve ne kadar sonuç vericiyse, bu arayış da o kadar verimlidir. Adalet yoktur. Hiç olmadı ve olmayacak. Dünya böyle düzenlenmiştir. Ağaçkakanlar solucan yer. Bu, solucanlara haksızlıktır. Örümcekler sinek yer. Bu da sineklere haksızlıktır. Pumalar kurt öldürür, kurtlar da porsuk. Porsuklar fareleri öldürür, fareler de böcekleri. Böcekler… Dünyanın adaleti olmadığını anlamak için doğaya bakmak yeter. Bu düzenin (yaşamın) adaletsizliğidir. İnsanlar arasında da bu böyledir. Var olma mücadelesi ve daha sonra daha iyi şartlarda var olma savaşı. Kim kimi yerse ayaktadır, daha iyi hisseder, kimin gücü kime yetiyorsa daha çok ayakta kalır. Tornadolar, seller, dev dalgalar, hortumlar hiçbir insan için adil değildir. Adalet kavramı mitolojik bir kavramdır. Dünya ve içindeki insanlar, her gün adaletsiz davranmaya devam ederler. Mutlu ya da mutsuz olmayı seçebilirsiniz, ama bunun çevrenizde gördüğünüz adaletsizliklerle bir bağı yoktur. Kurnazca o döngüden sıyrılabilirsiniz. Söylediklerimiz dünya ve insanlığa kötü bakmak değil, dünyanın durumunun ve hayat düzeninin gerçekçi bir tarifidir. Adalet hemen hiçbir duruma uygun olmayan bir kavramdır, özellikle de doyum ve mutluluk hakkındaki tercihlerinizle ilişkili olduğunda. Tüm bunlara rağmen çoğumuz, adaletin başkalarıyla ilişkimizin ayrılmaz bir parçası olmasını isteriz, olmayacağını bile bile. Kullandığımız cümleler; ‘’Bu çok adaletsizce’’ , ‘’Ben yapamıyorsam senin de hakkın yok’’ , ‘’Ben burada şu kadar aylığa sürünerek çalışıyorum adam benim aylığımı bir günde harcayarak gününü gün ediyor.’’ ve ‘’Ben sana hiç bunu yapar mıyım?’’ olur. Toplum adalet vaat eder. Politikacılar tüm kampanya konuşmalarında ondan bahsederler.; ‘’Herkes için adalet ve eşitliğe ihtiyacımız var’’ Ancak günler, aylar yüzyıllar geçer ama adaletsizlikler sürüp gider. Yoksulluk, savaş, salgın, hastalıklar, suç, fahişelik, uyuşturucu bağımlılığı, aldatma ve cinayetler, toplumsal ve özel yaşamda nesiller boyu devam eder. Ve insanlık tarihine bir göz attığınızda, sonsuza dek devam edeceklerini anlayabilirsiniz. ‘’ Hukuk sistemi adalet vaat eder. ‘’İnsanlar adalet talep eder ve bazıları onu elde etmek için çaba bile gösterir. Ama bu çabalar boşunadır. Parası olanlar asla suçlu bulunmaz. Yargıç ve polisler genellikle güçlüler tarafından satın alınır. Güçsüzler hep piyon olur ve harcanır. Burada yapılacak en kurnazca hareket güçlülülerin boyundurluğu altına girmemek, onlara muhtaç kalmamaktır. Onların hayatlarından ve çevrelerinden uzaklaşmak gibi.
 

&

İşleri ertelemek:

İşlerini erteleyen kişinin kullandığı üç nevrotik sözcük, bu tavrı korumaya yarayan, savunma sistemini oluşturur.

‘’Umarım işler iyi gider’’

‘’İşlerin daha iyi olmasını dilerdim’’

‘’Belki düzelir’’

Bu cümleleri kullandığınız sürece, şimdi hiçbir şey yapmamak için bir nedeniniz olur. Ummak ve dilemek bir zaman kaybı (zamana yaymak) periler ülkesinde yaşayanaların kullandığı saçmalıklardır, masallarda olur. İstediğiniz kadar umun ve bekleyin, hiçbir işiniz halolmaz. Bu sözcükler yalnızca kolları sıvayıp aktiviteler listenizin önemli parçalarını gerçekleştirmeye başlamaktan kaçınmak için uygun kaçış sözleridir. Kafanıza koyduğunuz her işi yapabilirsiniz. Güçlüsünüz, yeteneklisiniz ve hiç de kırılgan değilsiniz. Ama işleri gelecek bir ana erteleyerek kaçışa, kendinizden şüphe etmeye ve en önemlisi, hayaller kurmaya başlarsınız. Tamamiyle vakit kaybı. Erteleme alanınız, bu gününüzde güçlü olmaktan uzaklaşan ve işlerin gelecekte düzeleceğini umut etmeye yaklaşan bir adımdır.

&

Eleştirenler ve iş yapanlar:

İşlerinizi geciktirmek, kaçınmanızın mümkün olduğu bir alışkanlıktır. İş yapmayan birisi genellikle eleştiricidir. Çünkü üretmeyince, üretilenleri yorumlamaya yoğunlaşır. Yani oturup iş yapanları izler, sonra da onların yaptıkları hakkında felsefi yorumlar yapar. Eleştirmen olmak kolaydır, ama iş yapan biri olmak, risk ve değişim gerektirir. Çoğu insan riske girmez, üretmez ve körelir. Uzaktan eleştirmek ve de üreteceği şeyin güvensizliğini yaşamamak daha garantidir. Kendinizi ve çevrenizi izlerseniz, eleştiriye ayrılan sosyal ilişki miktarının ne kadar çok olduğunu göreceksiniz. Neden ? Çünkü bir başkasının performansından bahsetmek iş yapmaktan daha kolaydır. Yapıcı eleştiri yararlı olabilir. Ama iş yapan bir insan olmak yerine bir gözlemci rolünü benimsediyseniz gelişemezsiniz.

&

Evlilik:

Evlilik erkek ve kadın arasında öyle bir ilişkidir ki bağımsızlık eşit, bağımlılık ortak, zorunluluk ise karşılıklıdır.
Aşağıda, evlilikte hakimiyet ve denetim ağlarını örmek için kullanılan bazı staretejiler sıralanmıştır:

-          ‘’Seni terk edeceğim’’ ‘’Boşanacağız’’ gibi tehdit edici sözler

-          Suçluluk oluşturmaya çalışmak: ‘’Bunu yapmaya hiç hakkın yoktu’’ , ‘’Böyle bir şeyi nasıl yaparsın anlayamıyorum’’ Suçluluktan kurtulmuş biri değilseniz, bu tip ifadelerle ‘’teslim alınabilirsiniz’’

-          Eşyaları frlatmak, küfür etmek, çevreye zarar vermek gibi öfkeli ve tahrip edici davranışlar göstermek.

-          Fiziksel hastalık oyunu oynamak. Bir taraf diğeri istediği gibi davranmadığında kalp krizi, baş yada sırt ağrısı gibi rahatsızlıklar gösterdiğini ima eden hareketler yapmak. Eşinize; hastalandığında istediği gibi davranacağınızı öğretmişseniz, bu yolla yönetilebilirsiniz.

-          Sessizlik. Konuşmamak ve bilinçli olarak surat asmak, karşı tarafı yola getirmek için kullanılan etkili staretejilerdir.

-          Karşınzdaki insanın suçluluk hissetmesini sağlamak için ağlamak.

-          Terk etme seneryosu. Ayağa kalkıp dışarı çıkmak, diğer tarafı belli bir davranışa zorlamak için kullanılan etkili bir yöntemdir.

-          İlişkide bağımlılığı sağlamak için söylenen ‘’Beni sevmiyorsun’’ , ‘’Beni anlamıyorsun’’ gibi tuzak cümleler kurmak.

-          Uzunca bir süre ayrı yerlerde yatıp uyumak.

-          İntihar seneryoları: ‘’İstediğimi yapmazsan kendimi öldürürüm’’ yada ‘’ Beni terk edersen yaşamıma son veririm’’

Yukarıdaki staretejilerin tümü, evlilike eşi istenen kalıpta tutmak için kullanılan yöntemlerdir. Aile içinde tek kişinin sözünün geçtiği ve tek kişi tarafından yönetilen ailelerde çok daha sık görülen sorunlar için yapılan taktiklerdir. Ancak işe yararlarsa ömür boyu kullanılırlar, eş bu yöntemlerle yönetilmeyi redederse, yavaş yavaş bu uygulamalardan vazgeçilmeye başlanılır.

&

Tüm Hatalı Alanlarını Yok Etmiş Bir Bireyin Portresi:

Hatalı alan davranışlarının tümünden kurtulmuş bir insan olmak hayal gibi görülebilir, ama benliğinizi tahrip edici davranışlardan özgür olmak masalsı bir kavram değil, gerçekleşmesi mümkün olan bir idealdir. Tam olarak verimli yaşamak elinizdedir ve mükemmel bir ruhsal sağlık yalnızca bir tercih sorunudur. Lütfen ama lütfen hayatınızı bir gözden geçirin ve hatalı yanlarınızın notunu alın ve düzeltmek için üzerine gidin. Tüm hatalı alanlarını yok etmiş insanlar toplumun genelinde oldukça farklıdır ve her an canlı ve yaratıcı olma yeteneğiyle ayırt edilir. Öncelikle bu insanlar yaşamın her yönünü severler, her işi yaparken rahattırlar ve şikayet etmekle ya da olayların daha değişik olmasını istemekle zaman kaybetmezler. Yaşamdan heyecan duyup ondan alabilecekleri her şeye istek duyarlar. Piknikleri, filmleri, kitapları, konserleri, sporu, şehirleri, çiftlikleri, dağları, hayvanları, yani her şeyi severler. Yaşamdan hoşlanırlar. Ve hoşlandıkları şeyleri paylaşmayı. İnsanları severler çünkü kendilerini güzel şeyleri paylaşarak iyi hissederler. Bu şekilde yaşama sıkı sıkı bağlıdırlar. Bu insanların yanındayken hiç homurdandıklarını duyamazsınız. Sızlanmaz, iç çekmezler. Yağmur yağınca hoşlarına gider. Trafik sıkışıklığında, bir partide veya yalnız başınayken; sadece onlarla ilgilenirler. Eğleniyor gibi yapmaz, var olanı mantıklı bir şekilde kabullenirler ve bu gerçekliklerden zevk alma yetenekleri müthiştir. Gelecek için ayrıntılı planlar oluşturmazlar, ama bu geleceği düşünmüyorlar demek değildir. Endişelenmeyi redederek onun getireceği gerginlikten de uzak dururlar.  Endişeyi bilmezler, bu onların bir parçası değildir. Her zaman sakin değillerdir ama hiçbir değiştirme şansları olmayan gelecek olaylar hakkında korku duyarak zamanlarını da harcamazlar. Hep bu güne yaşadıkları ana bakarlar ve şu iç sinyale sahiptirler: Endişlendiğimde yaşamımı boşa harcamış olurum. Bu anda yaşamalıyım. Bu sağlıklı insanlar bağımsızlıklarına çok düşkündürler. Yuvayı çoktan terk etmişlerdir ve aileye güçlü bir sevgi ve bağlılık duymalarına rağmen, tüm ilişkilerinde bağımsız olmaya özen gösterirler. Demokratiktirler. Özgürlüklerini beklentilerinden soyutlamışlardır. Kurdukları ilişkilerin temeli, bireylerin kendi kararlarını verme hakkına karşılıklı olarak duyulan saygıdır. Sevgi anlayışları sevdikleri kişiye hiçbir değeri zorla kabul ettirmemeyi gerektirir. Bu insanları gözlediğinizde, toplumsal kurallara aldırmadıklarını görürsünüz. Asi değillerdir, ama tercihleri başkalarının yaptıklarıyla çelişse bile seçtikleri yolu izlerler. Anlamsız kurallar gördüklerinde dikkate almaz, çoğu insanın yaşamının önemli bir parçası olan geleneklerden sessizce sakınırlar. Kokteyl ve partilerin insanı değillerdir. Sırf nazik olmak için sohbetlere katılmazlar. Kendileri için yaşarlar; toplumu yaşamlarının önemli bir parçası olarak görmelerine rağmen, toplum tarafından yönetilmeye ya da onun bir kölesi olmaya karşı çıkarlar. Mesafeleri iyi ayarlarlar. İsyancı saldırılarda bulunmazlar, ama mantıklı ve sağlam düşünce tarzları sayesinde neyi ne zaman kabul edip rededeceklerini bilirler. Yerinde tepkiler gösterirler. Yancı, taraf değillerdir. Kahramanları ya da putlaştırdıkları insanları yoktur. Herkesi insan olarak görür  ve hiç kimseyi kendilerinden üstün bir konuma getirmezler. Öngörüleri gelişmiştir. İnsan tasfirlerini zamanında çözerler. Her köşe başında adalet talep etmezler. Başka birisi daha çok avantaja sahip olduğunda bunu mutsuz olmak için gerekçe saymak yerine, onun adına mutluluk duyarlar. Başkalarının başarılarını takdir etmeyi bilirler. Başkalarının başarısızlıklarından zevk almaz, başkalarının düştüğü kötü durumlardan faydalanmaya da kalkmazlar. Çünkü varolmakla meşguldürler ve hayatlarının her saniyesini içlerine sindire sindire zevk alarak pozitif yaşarlar.

&

 
Son Söz:

Kendinizden başka kimsenizin olmadığını düşünün ki hayatın içinde karşılaşabileceğiniz zorlukların büyüklüğüne hazır olabilin. Donanımınızı ona göre yapın. Tedbirinizi ona göre alın. Kendinizi hep kendi iyiliğiniz için kendi çıkarınıza göre hazırlayın. Kendinizi çok sevin. Ve hayatınızı başkalarının eline verecek kadar uzun olduğunu sanmayın. Böyle bir yanlışı yapmanın yaşam hakkınıza bir haksızlık olacağını unutmayın. Hayatın tadını çıkarmakta gecikmeyin. Sevdiklerinize sevginizi göstermekte de… Onlarla bolca güzel vakitler geçirin.

Hiç kimseyi rahatsız etmeden gönlünüzce, doya doya, güle güle, kendi çizginizde yaşayın.
 
 
 
 
 
BURAK KIRMIZITUNA VİDEOLARI İÇİN TIKLA: