Sayfa Görüntüleme Sayısı

29 Mart 2015 Pazar

POP




İşin tekniğine ve detayına girmeden kısaca ilgilendiğim müzik hakkında birkaç bir şey yazmak istiyorum:
Çoğu kişinin bildiği üzere ‘’POP’’, ‘’popüler olandan’’ anlamına gelmekte. Benim müzik ile tanıştığım dönemlerde var olmamış olan müzik türlerinin günümüzde varolmuş olduğunu görmekteyim.Bu iyimidir,kötü müdür? belki ayrıca ve uzunca tartışılabilir. ‘’Pop Müzik’’ söyleniş ve esere enstrüman katış şekline göre dallara ayrılır:Soul,Funk,Disco,Reggae. Müzik ile ilgilenen kişiler, pop müziği oluşturan dalları (Soul,Funk,Disco,Reggae) kendi içlerinde birbirleriyle birleştirdikleri gibi, Pop'u temel alarak; Opera,rock,caz,rap,hip-hop,arabesk,fantezi,Türk sanat ve halk müziklerini de kendi içlerinde harmanlayarak bir müzik türü yaratmaktadırlar.
Bana göre çıkan türlerin her biri  dinleyicisine ve takipcisine ulaşmaktadır.Ancak her birinin alıcı kitlesinin sayısı farklı olmuştur.Yani ilgi grafiği değişkendir.Bazı icracılar ürettikleri müziğin kitlesinin azlığına rağmen yaptıkları müziğe sahip çıkmaktadırlar.
Özetle;
Her ne kadar müzik eleştirmenleri tarafından popüler müzik hafife alınsa da bu türün de ‘’kaliteli yapılanı’’ ‘’kalitesiz yapılanı’’ olduğuna inananlardanım.
Sevdalı olduğum ve yapmaya çalıştığım müzik türü; ‘’Pop Müzik’’ tir. Bu müzik, her daim sanki bir yiyecekmiş gibi  güncel (taze) bırakılmalıdır. Alıcılar her şeyden çok çabuk zevk alıp onlardan vazgeçebilmektedir.Günümüzde ‘’eski’’ sıfatı; sizin uzun yıllar ve emekler harcayarak ortaya çıkmış eserinize,kolayca bir günde yapıştırılabilir. Bu nedenle bu müzik türüyle ilgilenen müzisyenler diğerlerinden daha üstün bir efor sarfetmeleri ve müziğini gündemde tutmaları gerekmektedir.Kendi adıma kaliteli bir şekilde (magazinsel olmadan) pop müziğinizle gündemde sabitlenmek ve bu kadar seçeneğin arasından sıyrılıp müziğinizi Pop(üler) kılmak oldukça zordur.
Ritminden, gövdesindeki sözlere kadar Pop müzik yalındır. Ama bu içi boş anlamına gelmez.Barındırdığı neşeli yada hüzünlü duyguları direkt ve kolay anlaşılır şekilde ifade eder. Pop müzik ayrıca sosyal mesajların verilmesine de uygun olan,bunu  kolay aktarılabilen bir müzik türüdür.Ama benim için Pop Müzik; asla kitleleri bölecek ve de herhangi bir şahsı yada kurumu taraf tutacak bir müzik türü olamaz.
Yüksek bütçeli prodüksiyonlar gerçekleştirerek, konserinizde müziğinizi; showlar ve sosyal mesajlı görsellerle desteklediğinizde,Popüler olanı seven büyük bir kitle sizi kabullenecektir.Yapabilirseniz bu sizin imzanız olacaktır.Seyirciniz sizin neler yapabileceğinizi,siz de ne bulabileceğini,açıkcası müziğinizin tadını bilecektir.(aynı sevgilinizin kendine has kokusunu bilmeniz kadar özel) Ve üretken olursanız her zaman tadları damaklarında kalacaktır.Seyirci her zaman değişik deneyimler arar ve kendisini en gerçekci şekilde hayatının endişelerinden koparıp hayal dünyasına götürebilecek bir idol…Bunu yapmak içinde benim için Pop Müzik biçilmiş kaftandır.
Hızlı tüketim yapılan bir zamanda talebin düşük olduğu yada tüm bir kesimin almayacağı bir müzik türü yapmak oldukça risklidir. Etnik müzik, Özgün müzik gibi…Pop Müzikte yok olma,tükenme endişesi vardır. Diğer müzik türlerinde ise, ulaştığınız kitle yüzdesinin düşük olacağı endişesi…


www.burakkirmizituna.com

20 Mart 2015 Cuma

KIRMIZITUNA

16. Asır’dan başlayarak Tuna Nehri, Türküler ve Mehter marşlarıyla, ezanla, tekbirle, salat ü selamla, gülbankla şenlenir. Tuna havzasındaki Osmanlı şehirlerinden bir kısmının adını anmak bile Türkler için şan, şeref, yenilgi, hezimet, hüzün, hasret ve gurbet dolu tarih sayfalarında bir cevelan etmek için kâfidir.Osmanlı atalarımız, en parlak zaferlerini ve en acı mağlubiyet, hatta bozgunlarını Tuna boylarında yaşadılar.Osmanlı’nın Balkanlarda var olma mücadelesi ve direnişi, toprağın ve Tuna sularının bağrına bir fidan gibi düşen yiğitlerin ardından yükselen ağıtlarlarla, gurbet ve hasret türküleriyle, benzersiz direniş destanlarıyla insanlığın tarihine abidevi kayıtlar düştü.Tuna Nehri, Osmanlı’ya Balkanları ve Doğu Avrupa hâkimiyetini verdiği gibi 500 sene kadar sonra bunların tümünü çok ağır savaşlarla  geri verildiğine tanık olan nehrin adıdır.
Verdiğimiz savaşlardan en şanlısı da  Plevne Savunmasıdır. Plevne Savunması, Ruslar'ın 1877 yılında Osmanlılara açtığı savaş sırasında, Türk ordusunun yaptığı askerlik tarihinin en büyük ve şanlı savunmasıdır. Aldığı emir üzerine Plevne'ye gelen komutan Osman Paşa Plevne'ye ulaştığı gün Ruslar tarafından yapılan bir taarruza karşı gelmiş ve ilk Plevne zaferini kazanmıştır. Bundan sonra askerlerini yeni bir savaşa hazırlayan, istihkâmlarını düzenleyen Osman Paşa, düşman kuvvetlerinin saldırılarını beklemiştir. Plevne şehrinin bütün yönlerinin düşman kuvvetleri ile çevrili bulunmasına rağmen Osman Paşa komutasındaki kuvvetler, güçlerinden hiç bir şey kaybetmeksizin, günlerce üstün düşman kuvvetlerine karşı koymaktan çekinmemişlerdir. Aradan aylar geçmesine rağmen, hiç bir yerden yardım gelmemiş olmasına rağmen Osman Paşa, savunmadan bir an şaşmamış, yapılan bütün teslim olma tekliflerini reddetmişti. Sonunda, ordunun yiyecek ve silâh yedeklerinin tükenmeğe başlaması karşısında, Plevne şehrinden bir saldırı ile çıkmak kararı verilmiş, her tarafı üstün düşman kuvvetleri ile çevrili Plevne'den süngü kuvveti ile çıkma planları hazırlanmıştır. Bu planlar gereğince başta Osman Paşa olduğu halde bütün askerler ve komutanlar, 10 aralık 1877 günü Vid suyunu geçerek üstün düşman kuvvetlerine saldırmışlardır. Çok kanlı bir şekilde ve süngü süngüye çok üstün düşman kuvvetlerine karşı yapılan bu çıkış hareketi sırasında pek çok Türk askeri şehit olmuş ve Osman Paşa Ruslara esir düşmüştür.
Bu savaşlar sonucu askerimizin nehre akan kanı, soyadımızın ortaya çıkış nedenini oluşturmuştur. Dedelerimizin aldığı Nevi şahsına münhasır  soyadımızı saygı  ve minnetle taşımaktan gurur duyuyoruz.

11 Mart 2015 Çarşamba

MESAFE

Kişisel Alanımız

Tüm insanların kendilerine ait kişisel bir alanı vardır. Kişisel alanlarımız etrafımıza oluşturduğumuz belli büyüklükteki boşluktan oluşur. Bu boşluklar kişiden kişiye değişir. Bu da yetiştiğimiz alanın sıkışıklığı veya genişliği ileilgilidir. Aynı durum hayvanlar için de geçerlidir. Evimizde beslediğimiz evcil kedimizle, Afrika'nın uzak bölgelerinde yetişmiş bir aslanın kişisel alanları da doğal olarak farklılık gösterir. 

Kişisel alanlarımıza kimleri ne kadar yaklaştıracağımız ve bu yaklaşımdan ne kadar rahatsız olacağımız ya da olmayacağımız 4 ana alana göre belirlenir. 

Mahrem Alan

Etrafımızda oluşturduğumuz 45 cm'lik görünmez daire bizim mahrem alanımızı oluşturur ve bu alanı kendi malımız olarak benimseyip, kullanırız. Bu oldukça önemli bir alandır ve sadece anne, baba, kardeş, sevgili, eş gibi duygusal olarak çok yakın bulduğumuz kişilerin bu alana girmelerine izin veriririz. Onların dışında kalan kimselerin bu alana yaklaşmaları oldukça rahatsız edici bir durumdur. Kişi bundan çok rahatsız olur. Bu onun kendini güvende hissetme sınırlarını zorlar. Bu nedenle kalabalık bir otobüste bize fazla yaklaşan kişilere tepki gösterir, bu yakınlıktan fazlaca huzursuzluk duyarız. Bir yabancının mahrem alanımıza girmiş olması fizyolojik olarak da bizi oldukça fazla rahatsız eder. Örneğin kalp daha fazla kan pompalamaya başlar, adrenalin salgımız yoğunlaşır ve olası bir "kaç veya saldır" durumuna hazırlık yapıldığından beyin ve kaslara normalden daha fazla kan gider. Eğer mahrem bölgemize girmiş olan kişiyle sohbet ediyorsak, sohbete odaklanmamız da iyice zorlaşır. 

İnsanlar normal şartlarda bir başkasının mahrem alanına ancak iki sebeple yaklaşır. Bunlardan birincisi ya çok yakın akraba veya arkadaşımızdır veya bize cinsel olarak yaklaşmaya çalışmaktadır. İkincisi de karşımızdaki kişinin bir saldırgan olması ve bize saldırmak üzere yaklaşmasıdır.

Kişisel Alan

Bu bölge kokteyllerde, ofis partilerinde, sosyal etkinliklerde ve arkadaş toplantılarında başkalarıyla aramıza koymuş olduğumuz mesafedir. Yaklaşık sınırları 30 - 75 cm arasıdır. Kişilerle çok samimi olmadıkça bu alanı kullanmayız.

Sosyal Alan

Kısa süreliğine iletişimde olmak zorunda kaldığımız kişilerle aramıza koymuş olduğumuz mesafedir. genel olarak bu kişiler bize yabancıdır. Bir sebepten dolayı onlarla birlikte olmamız gerekmiştir. Postacı, bakkal, çalıştığımız iş yerine yeni başlamış bir kişi bize ancak bu alanın müsade ettiği 120-210 cm lik mesafe kadar yaklaşabilir. Masa, sehpa vb. engellerle bu alanımızı korumaya gayret ederiz. İş görüşmelerinde en çok kullandığımız alanımız sosyal alanımızdır. 

Ortak Alan

Bu alan, kalabalık bir gruba hitap ettiğimizde ya da kalabalık bir grubun içine girdiğimizde paylaştığımız mesafemizi oluşturur. İnsanlara izin verdiğimiz yakınlık en fazla 3 metredir. Özellikle cafe, restaurant, park vs. gibi yerlerde en çok bu alanımızı kullanma ihtiyacı hissederiz. İnsanlardan en uzak mesafedeki masayı veya sandalyeyi seçme sebebimiz ise tamamen bunla ilgilidir. 

Bu alanlar beden dili konusunda önemi şöyle karşımızı çıkar. Örneğin bir yabancının mahrem bölgemize girmesi vücudumuzda fizyolojik değişikliklere neden olur. Kalp kanı daha hızlı pompalar, adrenalin salgısı yoğunlaşır ve olası bir ´kaç veya saldır´ durumuna hazırlık yapılırken beyin ve kaslara daha fazla kan gider.Bu ise kişinin konuya, sohbete odaklanamamasına yol açar, huzursuz bir hale bürünürüz. 



Günümüzde Karşılaştığımız Durumlar

-Kalabalık toplu taşıma araçlarında nefes nefese yakın bir pozisyonda seyahat ederken…
-Sokakta karşınızdakiyle diyalog halindeyken şahsın size yakınlaşıp uzaklaşarak sabit bir mesafede kalmadan konuşmasını sürdürdüğü durumlardayken…
-Karşınızdakinin size söyleyeceği şeyleri kimsenin duymasını istemediğinden dolayı kulağınıza doğru eğilmek isterken…
-Karşıdan gelen bir hapşırık veya öksürükten dolayı kötü hissedeceğiniz bir duruma maruz kalırken…
-Gideceğiniz yolunuz doğrultusunda ilerlerken karşıdan size doğru gelen kişinin garip bir ısrarla kendi yolundan gitmeyi değil de sizin yolunuzu gasp edişi sonucunda meydana gelen itişme,omuz,eldeki torba, çarpışması esnasında…
-Yine gideceğiniz yolunuz doğrultusunda ilerlerken karşıdan size doğru gelen kişinin tekrar garip bir ısrarla yanındakiyle konuşarak sizi görmezden gelip saygı göstergesi olarak yan durup geçmenize izin vermeyerek,sizin yolunuzdan çıkmanıza,kaldırımdan inmenize yada çarpışmanıza neden olduğu durumlarda…
yukarıda bahsettiğimiz kişisel alan mesafelerinin ihlali konusunun gerçekleşmiş olduğu ortaya çıkar.

Bireylerin karşısındaki insanların hareket ve özgürlük alanlarına taşmaları,alanlarını kısıtlamaları tamamiyle kişinin karşısındaki insana psikolojik baskıyla üstünlük kurma çabasından ve egoların tadmin edilme gösterisinden başka bir şey değildir.Bu durum toplumsal bir sorundur.Bireyin topluma kendini kabul ettirmesinin yanlış ve saygısızca bir yoludur.Detaylardan topladığımız veriler doğrultusunda sorunun geçmişte oluşan nedenlerine ulaşabiliriz ve soruna çözüm yolları bulmamızı kolaylaştırırız.


Kaynak: İrfan Hattatoğlu 



1 Mart 2015 Pazar

KARIN TOKLUĞUNA ÇALIŞIRIM - MAKİNE









Tv kanalının birinde programının her bölümünde bir yöre’yi gezip oranın yemeklerini tanıtan bir yemek sever var. Biliyorum bir çok kişiden,bahsedeceğim şeyi fazlasıyla duydunuz.Ben de rahatsız olduğum izlenimlerimi paylaşmak isterim:
İlk dikkatimi çeken; gidilen yerlere ait hiç mi sebze yemeğinin olmadığıdır. Her program ‘’ET’’? Yahu biz herkesin çiftliği olduğu,kasabalardan oluşan,şehirsiz küçük bir ülke değiliz ki…Bu kadar et’i hem maddi,hem de imkan olarak kim nereden bulacak?
Programı sunan kişinin hareketleri ve anlatım tarzı öyle abartılı ki bunun bir senaryo olduğunu düşünmekten kendimi alamıyorum.Ama itici bir senaryo… Her programda et’in binbir türlüsü anlatılıyor. Et ızgarada pişerken kameraman akan yağlarını yakın plan çekiyor falan… Sunucu:
-Ohhh getir abi getir… (televizyon dili değilde halk dilinden konuşuyor hesapta)
-Ya bu nasıl bir şey…(başlıyor detaydan etin görüntüsünü anlatmaya.Daha yemeden ağzını şapırdatıyor falan)
Adam bir keresinde etin takılı olduğu şişi ağzına götürüp ağzıyla eti şişten çekmeye çalıştı.Ağzı bir yandı.Resmen dilini dağladı adam.Ya bu nasıl bir yeme sevdasıdır? Gözü kararıyor demek ki.
Ahçı yemeğin tarifini anlatıyor. Sunucu beş saniyede bir ‘’Ohh Ohh’’ çekiyor. Ahçı huzursuz ters ters bakıyor.  ‘’Bana mı yapıyor? Et’e mi yapıyor?’’ diye.
Daha yemek yapılırken adam yemeğin harcını yemeye başlıyor; maydonoz,çiğ kıyma,bayat ekmek,yeşil biber…hiçbir şey bulamasa tırnak pideyi zeytinyağına banıyor adam. Ahçı kaç kez uyarıyor adamı gülerek: ‘’Harcı yemeyelimde lazım olacak çünkü onlar’’ Adam anlamıyor elinde mikrafon kafa sallayıp yemeğe devam ediyor.
İnanın bu programda çok takılı kalmadığım halde beş dakikalık görüntü bile tüylerimin diken diken olmasına yetiyor.
Yeri gelmişken; ‘’eğlence programı’’ olarak sınıflandırdığımız gerek sabah gerekse öğlen kuşağında yayınlanan programların stüdyolarının ortasında hep bir mutfak oluyor. Hep yemeği programın sonuna kadar yetiştirmeye çalışan biri ve yalandan onun yanına arada bir gidip kendine bir kaşık yemek payı çıkarmaya çalışan (ilgilenmedi olmasın) bir sunucu görüyorum J Herkes evde iyi kötü yemeğini yapıyor,eğlence programında insan bir iki şarkı dinlemek değişik show’lar izlemek ister değil mi? Ne yapsın insan her gün evde yaptığı şeyi? Hem biz obez bir toplum muyuz? Nedir bu yemek show’ları anlamış değilim? Derseniz ki:
-Sokakta, evde, otelde, yazlıkta her yerde yeme-içme yerleri görüyoruz. Yeme-içme yaşamak için bir ihtiyaç.Yaşamdan bir parça.
E bende aynı yerlerde Wc’ler görüyorum.O da yaşamak için bir ihtiyaç. Şimdi bunu tv programlarına mı taşımak lazım.
-Evet bu gün ki programımızda ünlü herbokolog Nuri Tertemiz ile birlikte damlatmadan nasıl işeriz? Ve de vaktimiz kalırsa minumum tuvalet kağıtı kullanarak nasıl popo sileriz? sorularına cevap arayacağız. J


Büyük market zincirlerinin birinde hızlı kasa gördüm. Mini bir buzdolabı görünümünde olan bu makine bilgisayar sistemiyle çalışıyor.Başında herhengi bir görevli durmuyor. Kasaların yoğun olduğu zamanlar insanlar bu hızlı kasalardan işlerini halletsinler diye konulmuşlar.Ancak kasanın sorduğu soruların ve sorunlarının ardı arkası kesilmiyor;
-Hoş geldiniz…Lütfen aldığınız ürünü okutunuz.
(Kırmızı alana doğru tutuyorsun,sürtüyorsun…yok olmuyor.Makineden uyarı geliyor.)
-Lütfen daha yakına tutunuz. (her halde belli bir süre geçince karşısındakinin beceremediğini anlıyor ve fırçalama kısmına geçiyor)
-Okuttuğunuz ürünü sepet kısmına bırakınız. (elinde tutarsan ödemeden kaçıp gittiğini sanıyor)
-…….. card’ınız var mı? , ……..marka makarnalarda %20 promosyonumuz var.Bir sonraki aşama için kısa anketimizi cevaplandırmanız gerekiyor….
Bu sıralamadan sonra ve diğer ürünlerinizi de okutabildikten sonra bir sonraki aşama;
-Lütfen ödeme şeklini seçiniz. (bir pencere açılıyor; Nakit,Kredi kartı v.b çıkıyor. Bir de dudak şekli vardı ama onu anlayamadım.)
Mesela ‘’nakit’’ tuşuna bastınız. Makine:
-Lütfen nakti yerleştiriniz. Şeklinde bir argo kullanıyor. J Nakti görelim misali…
Kağıt paranızı göze doğru itiyorsunuz.Makine alıyor geri fırlatıyor.Siz itiyorsunuz parayı çekiyor sonra (paran kadar kadar konuş misali) geri atıyor parayı. On defa karşılıklı para alışverişinden sonra da para üstü geliyor.Örneğin yüz lira vermişsiniz seksen liralık alışverişiniz var.Yirmi lira para üstü ödemesi yapıyor makine…Yirmi tane demir 1 liralık bozuk para.Hani canlı bir kasiyer olsa karşınızda ağlarsınız; ‘’Ya rica etsem bütün olarak verir misiniz? Bunlar bayağı yer kaplıyorda…’’ Yok,makine zaten ister al ister alma modunda…Makine alışverişinizin sonunda;
-‘’Lütfen ürünlerinizi sepetten alınız’’
Uyarısı yapıyor ve işlem tamamlanıyor.Ama bir bakıyorsunuz ki kalabalık diye girmediğiniz kasada kimse kalmamış,kasiyeride ojesini sürüyor.Arkanızdan makine sizi iyi dilekleriyle uğurluyor.
-İyi günler.
Düşünsenize bu makinenin dokunmatik ekranı olmasaydı ve tamamiyle işinizi ses algılama sistemiyle ve sensör’leriyle hallediyor olsaydı.Makinenin karşısına gelen adam hafif iyilerek ekranda tuş arıyor.Makine;
-İyi günler,hoş geldiniz.
Adam hala tuş arıyor.Görevli müdahele etmek zorunda kalıyor.Beyfendi konuşmanız lazım. ‘’Hoşbulduk’’ demezseniz işleminize devam edemezsiniz.