Sayfa Görüntüleme Sayısı

19 Nisan 2024 Cuma

YENİ SINGLE PARÇAMIN ÇIKMASINA ÇOK AZ KALA 19.04.2024

 



Hayat her şeye rağmen güzeldir. Güzel şeyler azalsa da... Herkesin hayatında güç aldığı, enerjisini tazelediği bir şeyler veya insanlar vardır. Bildiğiniz gibi yada yeni öğreneceğiniz üzere, benim için Tabir-i Caizse yakıt aldığım şey; Müzik'tir. O yakıtı dolduran ise sevgili eşim. Ayrıca var olduğunu bilmenin huzurunu ve güvenini yaşadığım ailem ve diğer hayatımın parçaları...

Dileğim, insanların ne durumda olurlarsa olsunlar güzel şeyleri tercih etmeleri. Seçimlerinin vicdanlı ve iyilik dolu olması. Yoksa kötü şeylerin çoğalması ile hayatın ve dünyanın çekilmez bir mecburiyet olduğunu görmek zorunda kalacağız. Her şeyi kolaylaştıracak ve güzelleştirecek tek çözümün taşıdığımız kalpler olduğunu unutmayalım.

Şu hayatta kimin ne olacağının inanın ki hiç bir garantisi yok. Bu gerçeği aklımızın bir kenarında tutmak çok önemli. Anahtar bir cümle bu. Bir çok defa lehimize olarak işimize yarayacak ve bizi belki de uçurumun kenarından alabilecek bir cümle...

- Gün Gelir Hesap Döner, işler birden terse dönebilir. Şartlar değişebilir. Olmaz mı, olur. Kalkar hiç ummayacağınız taş baş yarar.

- Tanrının  Değirmeni Ağır Döner Ama İnce Öğütür, eninde sonunda, yıllar yıllar sonra bile olsa her şey yerini, layığını bulur. Tanrının adaleti eşittir. Hiç kimsenin, neden olduğu yada yaptığı şeyler yanına kalmaz.

- Herkes en azından bir kez düşer, düşenden kaçmak yerine diyebilseydik keşke: Bize şimdi çok iş düşer. Düşenden kaçmak yada onu ezmek yerine düşene doğru koşulabilseydi. Hem belki o zaman daha az insan düşerdi. Keşke daha barışık bir toplum olabilseydik. Herkes birbirini sevebilseydi.

Hayatımda, "her şey benim için var" imasıyla yaşayandan, bana bir şey olmaz düşüncesiyle nefes alandan, kibirden, hoşgörüsüzlükten ve empati yoksunlarından hep uzak durmaya çalıştım. Onlardan hiç haz etmedim. Onlara işim düşse de çok şükür hiç bir minnet duymadım. Bu yüzden çok fazla kalabalığım olmadı. Kalabalıklar sadece işinizi yürütmek için vardır. Bense hep uzun yol yolcuları aradım. 

Kimsye bir faydası olmayan, kendi tarlasından başka kimsenin tarlasına yağmayan, yağmak istemeyen insanlar için diyeceğim: Var olmanızın nedeni "kendiniz" değildir. Doğada hiç bir şey kendisi için yaşamaz. Nehirler kendi suyunu içemez, Ağaçlar kendi meyvesini yiyemez, Güneş kendisi için ısıtmaz, Ay kendisi için parlamaz....

Dilerim bana bir şekilde engel olmuş yada zarar vermek istemiş, dolaylı yoldan da olsa zararı dokunmuş insanlar zor durumlarında karşıma çıkmazlar ve vicdanımla beni karşı karşıya bırakmazlar. Muhtemelen benden bir fayda göremeyeceklerdir.

Her şey değişir bazen zamanla, bazen bir insanla. O sevdiğiniz yerler kalmaz, o sevdiğiniz insanlar kalmaz. Mutlaka her şey değişir. İnsan değişir mi? Cevabım: Kötüyse değişmez, değişemez. Birlikte güzel hikayeler yaratacağınız insanlarınız olsun, dilerim karşınıza çıksın. 

İşte, "Sen" adlı parçam da hemen hemen yukarıda bahsettiğim şeyleri ima ediyor. Bir gözdağı veriyor, bir kendine getiriş görevi üstleniyor. 

Benim için "İyi Mesaj İçeren Ve İçeriği Kaliteli Olan Bir Müziği İcra Etmek" dünyada yapılan bir kaç masum şeylerden birisi. Müzik ve sevdiklerim gerçekten benim için tam bir izolasyon. "İyi şeyler yapan adam" olarak gitmeyi başarabilirsem, bu, hayatta attığım en büyük gol olacaktır. 

Her şey üstünüze gelip, sizi dayanamayacağınız bir noktaya getirdiğinde sakın vazgeçmeyin, işte orası kaderinizin değişeceği noktadır.

Bu güne kadar yanımda olmuş olanlar, sizleri canı gönülden kucaklıyor ve seviyorum. Desteğini gösteren, hissettiren, ben de burdayım diyen, elimi sıkan, bana vaktini ayıran, söylediklerime değer verip dinleyen... o, nadir bulunan insalara en içten hürmetlerimle.


SEN

Söz / Müzik: Burak Kırmızıtuna

Düzenleme: Ödül Erdoğan

Gitar: Caner Güneysu

Klavye: Ödül Erdoğan

Back Vocal: Melihcan Ataklar

Kayıt: Ödül Erdoğan

Mix / Mastering: Başar Yakupoğlu

Stüdio: Ödül's - Sms





BURAK KIRMIZITUNA YOU TUBE SAYFASI İÇİN TIKLA:

https://www.youtube.com/@burakkt

BURAK KIRMIZITUNA INSTAGRAM SAYFASI İÇİN TIKLA:

https://www.instagram.com/burakkirmizituna/



27 Ağustos 2023 Pazar

STAR CAPTURE


 "Müzik piyasasında iki şarkısı bir şekilde duyurulmuş aynı isimler aylarca listelerde bir yukarı çıkıyor, bir aşağı iniyor. On kişi listede dolaşıp duruyor. "Yenilere de fırsat veriliyor" diye bahsedilen kişilerinse ürettikleri müzik bana hitap etmiyor ve anlaşılmaz geliyor. Saçma sapan çalışmalar, vasat sesler. Ama beğeniliyorlar da. Bu zamanda neye akıl erdilebiliniyor ki. Benim beğenimin azalması, beğenmediğim bir çok şeyin çoğunluk tarafından çok beğenilmesi esasında zamanın ne kadar değiştiğini gösteriyor bana. Zamana ayak uydurmak onların yaptığını yapmaksa, bunun benden çok uzak olduğunu düşünüyorum. Çizgim, tarzım değişmez. Bilen bilir. Bu şekilde de sona erecektir.
Müzik dinleyebilmemiz için o alışık olup alkışladığımız standartları ve kriterleri unutmak, iyi yada başarılı teriminin değiştiğini anlamak gerekiyor. Jenerasyonun beğeni ve değer niteliğini de ister istemez sorgulamakta ve anlamaya çalışmaktayım. İyi müzik yapıp bunların arasından çıkamayan sevgili arkadaşlara "İnanın onların sizden fazlası yok, hatta sizin daha iyi olmanız işten bile değil, bir fazlaları varsa da o da paraları olsa gerek" diyorum. Türkiyedeki müzik piyasasında kadın şarkıcılara gelince; Bu piyasada onlara karşı değişik bir yaklaşım var. Bu yaklaşımı bence onların hırsları ve buna onayları besliyor. Bir menajerin yada organizatörün kadın şarkıcının sesinden ve tecrübesinden çok, adeta bir terzi edasıyla vücut ölçüleriyle ilgilenmesi ayrıca görselini sergilerken ne kadar cüretkar olabileceğini de bilmek istemesi, durumu açıklıyor esasında. Yurt dışındaki show business işindeki kadın şarkıcıları taklit etmek buradaki sahnelerde çiğ kalıyor. Çünkü buralarda ses ve sahne şovunu dünya standartlarında harmanlayabilecek bir kadın sanatçının olduğunu düşünmüyorum. İş sadece vücut görseline dayanınca da durum müzik yapmaktan çıkıyor. Ama üzülerek tekrar söyleyeceğim; tutuluyor ve alkışlanıyorlar. Cinselliğin bu kadar prim yapmasının bir avantaja dönüşmesi bence düşündürücü ve üzücü. Bir Sezen Aksu'nun, bir Zuhal Olcay'ın, Zerrin Özer'in, Nükhet Duru'nun, Sertab Erener'in, Şebnem Ferah'ın çıplağa yakın bir şekilde sahneye çıkıp garip danslar yaptıklarını görmedim. Bir sahnede öncelik sestir, ikinci olansa şovdur. Bir kadın sanatçının sahnede, sesinden ve müzikalitesinden çok göğüslerinin takdir toplaması düşündürücüdür. Şov yapmak, çıplağa yakın bir şekilde dans etmek (yada dans eder gibi yapmak) değildir, Bu ülkedeki müzik yapan özellikle yeni dönem kadın şarkıcılar bunu bilmelidir. Beğeniliyor diye, çok sahne alabilmek için, popüler olmak uğruna müziği bu hareketlere ve düşüncelere aracı etmemek gerekir. Çünkü yeri geliyor onların yaptığı sanat oluveriyor. Bu seferde gerçek sanat üreticilerine saygısızlık edilmiş oluyor.
Beni rahatsız eden bir diğer konuysa, şarkı söylemeye çalışanların ve şarkıcı olmak isteyen insanların çoğunluğu. Bir ülkede herkes mi şarkı söyleyebilir. Ayrıca, bu istek nedendir aklım ermez? Herhalde herkes, ünlü olup, paraya boğulacağını, herkesin kendisinin peşinden koşup saygı göstereceğini ve egosunu cilalacağını falan zanneder. Yok öyle bir dünya.
Dediğim gibi; Menajerlerin ve organizatörlerin tuhaf arayışları, ucuzluğa prim verme sevdaları, değişik beklentileri ve garip düşünceleri devam ettiği sürece de ben ve benim gibi düşünenler özel, güzel ve kaliteli sahneler için beklemektedirler. Bir de iyi iş ortaklarını... 
Genellikle her röportjda altını çizdiğim ve sıkca karşıma çıkarak müzik yapabilmek için bir savaş vermeme neden olan konulardır bunlar"

■ Rprtj.Rabia Atak








BURAK KIRMIZITUNA YOU TUBE SAYFASI İÇİN TIKLA:

https://www.youtube.com/@burakkt

BURAK KIRMIZITUNA INSTAGRAM SAYFASI İÇİN TIKLA:

https://www.instagram.com/burakkirmizituna/


18 Temmuz 2023 Salı

AHMET SAN



Hayatta neler oluyor, insanlar ne sınavlardan geçiyor, insanın başına ne mucizeler geliyor ve ne savaşlar veriyor. Yakın zamanda bu cümleye en uyan kişinin değerli organizatör “Ahmet San” olduğuna şahit oldum. Nasıl mı? Kendisinin kaleme aldığı ve tecrübelerini paylaştığı “SAN” adlı kitabını okuyarak.

Elbette herkesin hayatında taşlar yerine oturmayabiliyor. İnsanlar, herhangi bir konuda hayatlarında tıkanıp kalabiliyorlar. İşte bu konuda Ahmet San’ın ne kadar ısrarcı olduğuna şahit oldum. Kitabı okurken başım döndü ve çok etkilendim. Ahmet San’ın hayatı tam bir trafikti. Dur durak bilmeyen bir koşuydu. Bu azim, hırs ve taktik oluşturma becerisini çok kıskandım. Aynı zamanda çok takdir ettim. Sabırına şaşırdım. Ve birkaç senedir yazmadığım bloğumda kendisi hakkındaki duygularımı paylaşmak istedim.

Ahmet San’ın hiçbir zaman ben bunu yapamam gibi bir düşüncesi olmamış. Hiç bir şeyi kendisine uzak görmemiş. Çoğunlukla istediği şeylerin baş kahramanlarıyla direkt muhatap olmaya çalışmış. Mesela çoğu sanatçının  direkt kendisiyle irtibat kurmayı hedeflemiş. Çünkü diyaloglara ve ikili ilişkilere çok önem vermiş. Girişkenliğin ve konuşmanın açamayacağı kapı ve halledemeyeceği konunun olmayacağına inanmış. Çok azmetmiş, çok uğraşmış, çok sıkıntı çekmiş. Ahmet San’ın beceresine ve kendisine olan inancına hayran kaldım. Kendisine hiçbir şeyi çok görmemesinden kaynaklı, ülkesine de bir çok şeyin yakışacağını uygun görmüş. “Dünyanın her ülkesinde oluyor da benim ülkemde neden olmasın?” demiş. Ve ülkemizde, özellikle de Türk gençlerinin ancak dergilerde gördüğü sanatçıları onlarla buluşturmuş. Sanat konusunda Türk gençliğinin önderi olmuş, Türkiyenin de sanatsal anlamda en iyi ve en doğru temsilcisi...

Kitapta gördüğüm bir başka şey de çevrenin ve kurulan arkadaşlıkların ne kadar önemli olduğuydu. Fark ettiğim şey, güzel bir işin çıkması ve oldurulabilmesi için basamakları çıkarken iki elinden sağlı sollu tutacak birilerinin gereksiminin duyulmasıydı. İşin içinden çıkılamayacak durumlarda hep arkadaşlar ve tanıdıklar yardıma koşmuşlar. Bizzat tanışıklıkların dışında, alınan görüşme randevuları, önemli isimlerle buluşmalar yada ziyaretler bir tanıdık aracılığıyla da yada tanıdığın tanıdığı sayesinde de gerçekleşmiş. Yani bazı isimler işleri kolaylaştırmış. Bu da Ahmet San’ın geçmişte oluşturduğu güzel iletişimin sonucunda mümkün olmuş.

Ben bu kadar uçağa sıklıkla binen bir insan daha ne gördüm, ne duydum. Ahmet San ülkeler arasında bir semtten bir semte gider gibi gitmiş. Gündüz bir yerde, birkaç saat sonra başka bir yerde yada bir gün konaklamalı olarak bir o ülkede bir bu ülkede olmuş. Seyyah gibi yaşamış. Otellerde hayatını sürdürmeye çalışmış. Telefonla konuşabilinecek konuları bile kilometrelerce yol kat ederek yüzyüze görüşmeyi tercih etmiş.

Galatasaray Lisesine gelince, orası neymiş öyle? Sanki Fame Academy gibi. Ülkemizin önemli pozisyonlarında bulununan hemen hemen tüm isimleri oradan mezun olmuşlar. Dayanışmanın ilke edinildiği bir eğitim kurumuymuş. Ve burada okuyanlar, okurken de, mezun olduktan sonra da birbirlerine bağlı kalmışlar.

İlginç bir nokta da, Ahmet San’ın tek başına, bir şirket olmadan organizasyon işlerini yürütüyor olmasına rağmen mekancılık konusunda çok ortaklı çalışmasıymış. Ortaklı işlerde uzun soluklu ve istikrarlı olamamış ne yazık ki.

Ahmet San’ın babasının fabrikası olmasına ve yönetimde yer alma imkanına rağmen kendi hayallerinin peşinden gitmesinin de ne kadar takdire şayan olduğunu belirtmek isterim. Hayallerinde ısrarcı olması aklıma kendimi getirtdi.

Ahmet San, aynı zamanda devasa showroom’ların, fuarların, festivallerin, yurtdışı patentli tiyatro oyunlarının, yabancı sanatçıların yeni çıkan albümlerinin dağıtım haklarının, yine yabancı sanatçıların dönemin gazinolarında sahne alma organizelerinde, disco işletmeciliğinde, siyasi bir partinin seçim reklamlarının organizesinde, uluslar arası müzik yarışması düzenlenmesinde, zamanın meşhur yabancı dizi oyuncularının da Türkiye’yi ziyaret etmesinde başı çekmiş. Kısa bir dönem dizi yapımcılığı bile yapmış Ahmet San.

Kitapda bir çadır (organizasyonlar için) meselesi var ki dillere destan. Buradan anlatmak ne mümkün. Bence kitabı alarak Ahmet San’ın kendi kaleminden okuyun derim.

Ahmet San ülkemizin kültürel gelişiminde büyük rol oynamış. Çeşme’yi sanat şehri yapmış, turistik değerini arttırmış ve esnefa, ticaret anlamında büyük katkısı olmuş. Her organizasyonda basını iyi kullanmayı bilmiş. Dış basının önemini de göz ardı etmemiş.

Ayrıca bu kitapla tüm dünyada olduğu gibi ”Para”nın gücüne de bir kez daha tanıklık etmiş oluyoruz. Para ölüm ve çaresiz hastalıklar hariç her şeye çözüm oluyor. Parayla bir çok şeye sahip olabiliyorsunuz. Para gelişmeyi, büyümeyi sağlıyor. Ve de kim olursa olsun herkesin sizi dinlemesine olanak sağlıyor. Paranın ciddi bir güç olduğunu kabul etmek gerekir. Nerdeyse para için yaşıyoruz ve parasız hiçbir şey olmuyor. Sırf bu yüzden yok olanlar var, sesini duyuramayanlar, kaile alınmayanlar var, bu çok büyük talihsizlik tabi. Parasız gerçekleşen duygusal ve manevi ufak tefek tasvirler ve tatminler ruhu beslemez oluyor ne yazık ki.

Ahmet San bu dünyada hep büyük hayallerin adamı olmuş ve o hayalleri gerçeğe dönüştürmek ile görevlendirilmiştir. Aynı bir noel baba gibi amacı net bellidir.

Midwood İstanbul Film Stüdyosu Kompleksi’nin Hollywood Universal Stüdyolarının bir benzeri olarak Ahmet San tarafından yaptırıldığını biliyor muydunuz? Peki bunun Türkiye’ye olumlu anlamda katkısının ne kadar büyük olacağını kestirebiliyor musunuz? Hollywood yıldızlarının ülkemizde sanatını gerçekleştireceğini ve turizm’e olan katkısını düşündükçe heyecanlanıyorum.

Evet Ahmet abi, lafı uzatmadan zaten önemli bir yere sahip olduğun hayatımda yine farklılık yarattığını söylemek isterim. Azminin ve stilinin önünde şapkamı çıkarıyorum. Yaşadıkların ve vermiş olduğun mücadele yaşamımın geri kalan kısmında rehberim olacaktır. Senin yazdıklarında ve dolayısıyla yaşadıklarında gördüm ki, birkaç şeyde yanlış yapmışım. Konunun muhatabıyla direkt muhatap olmak nasıl aklıma gelmemiş. Bir şeyi rica etmekte ne kadar gecikmişim. Sana Müzik hakkında bir şeyler sormak için neden beklemişim, senden fikir almak için neden çekinmişim, bu kitaptan sonra hatamı anlayabiliyorum. Yol gösterebilme ihtimalini hiç yoktan mümkün kıldırmamışım. İşte böyle, hayatımızda dönüm noktamız olabilecek şeylerin öneminin farkına varamıyoruz ve garip bir şekilde kendimizi geri çekiyoruz, kısıtlıyoruz. Belki de kendimize çok görüyoruz bilemiyorum. Ben hep, karşımda bulunan kişinin beni yanlış anlamasından korktuğum ve kendisinin kendimi anlatacak süreyi bana tanımayacağından çekindiğim için bir girişimde bulunmak için çok uzun düşünürüm. Israrcı ise hiç olamam. Ama bu bana kaybettirir. Öyle de oldu. Bunu senin kitabınla çok iyi anladım Ahmet abi.

Elini attığın bütün işleri iyi bir şekilde sonuçlandırmışsın. Ülkemiz sanatçıları için düşündüğün hedeflerin gerçekleşmemesi bence bir başarısızlık değil. Çünkü Türk sanatçılarının dünya çapında bir yer edinebilmesi için ne kadar uğraştığını biliyorum abi. Senin hakkında az bir bilgisi olan bir kişi bile bunu bilir. Bu konuda üzülmeni istemem, bunun oldurulamamasının nedeni seninle ilgili değil onlarla ilgili. Bu tür bir yol için sırtında çantası ile bekleyenler ve o yola götürecek birisinin gelebileceğini düşünenler sence yok mudur? Elbette var abi. Kendimden çok iyi biliyorum. Sadece Türk sanatçılarının yurt dışı kariyerleri için yapılan hamlelerde, sanatçıyı anlama konusunda biraz yetersiz kalınmış olunabilinir yada sanatçıya duyulan güven ve inancın boşa çıkmış olması olabilir.

Ahmet abi satırlarıma son vermeden önce, anıtkabir konserini gerçekleştirebilseydin keşke diyorum. Kitabında o dönemi okurken içimden ılık ılık bir şeyler aktı gitti. Aynı zamanda koptu da… Hala bu proje için geç midir bilemem.

Abi, böyle bir hayatı bizden esirgemediğin ve paylaştığın için çok teşekkürler. Bunları bilmemiz iyi oldu. Bundan sonra ki kalan diğer kısmı da “Part 2” olarak yayınlamayı sakın es geçme. Hayatını beyaz perdeye aktarabilecek kim var şimdi aklıma bir isim gelmiyor ama böyle bir projeyi ancak yine sen bize hediye edebilirsin diye düşünüyorum.

Gümrükte çıkan sorunlarla, sanatçıların garip davranışları ve istekleriyle, bürokrasiyle, önüne çıkan bütün engellerle, aksiliklerle, arkadan iş çevirenlerle, gol atmaya çalışanlarla, sponsorlarla, suçlamalarla nasıl baş etmişsin abi. Örnek bir model oluşturmak ve bunu alın teriyle, emekle yapmak ne büyük gurur. Kendinle gurur duymalısın. Bizler seninle gurur duyuyoruz, bizlere aydınlığı ve sanatı en güzel şekilde yaşattığın için. Her zaman kalbim(iz)desin.

 

“Benim rakibim yolun kendisiydi. Rekabeti hayatın kendisiyle yapmaya karar verdim, insanlarla değil. - Ahmet San”

“Zoru severim sadece biraz zaman alır. - Ahmet San”

“Fakat ben aynı kalamam. - Ahmet San”

“Aradığınıza ulaşamamış olabilirsiniz ama aradığınızın olmadığına dair bir kanıt yoksa sonu gelmeyen bu koşuya devam etmelisiniz. - - Ahmet San”

“Hayata ne katıyorsak onu yaşarız. Neler yapacağımıza bizden başka kimse karar veremez. Belki şanslı değilsin ve belki de olasılıklar aleyhine ama hiçbir şey, en azından bir çok şey yapılamaz değil. - Ahmet San”

“Hayatla son arasında sadece birkaç santim var ve o mesafenin değerini bilerek yaşayın dostlar. - Ahmet San”

“Peşinden gidecek cesaretimiz varsa tüm hayallerimiz gerçek olabilir. – Walt Disney”

“Amaç, ona varmak için yürüdüğün yoldur. Bu gün attığın her adım, senin yarın ki yaşamındır. – Wilhelm Reich”

“Birisi bana hayır derse, bu yapamayacağım anlamına gelmez, sadece onlarla yapamayacağım anlamına gelir. – Karen E. Quinones Millez”

“Aklın öğütlediği her şeyi tutkuya kapılmaksızın yerine getirmek için sağlam bir kararlılık gerekir. Bence erdem bu karar sağlamlığıdır. – Rene Descartes”

“Soluklanıp anlatacağım size, çağlar ötede bir yerlerde ormanda yol ikiye ayrıldı. Ve ben daha az gidilmiş olanı seçtim. İşte her şeyi değiştiren bu oldu. – Robert Frost”

“Hayatı yaşanır kılan, hayallerimizin gerçek olma ihtimalidir. – Paulo Coelho”

“Ağaca çıkmak istiyorsanız, yıldızlara çıkmaya niyet edin. -  Konfüçyus”


                                                                                                                                           

 

BURAK KIRMIZITUNA VİDEOLARI İÇİN TIKLA:

https://www.youtube.com/@themusicofburakkirmizituna/videos

BURAK KIRMIZITUNA INSTAGRAM SAYFASI İÇİN TIKLA:

https://www.instagram.com/themusicofburakkirmizituna/

17 Eylül 2021 Cuma

YOLU YATAKTAN GEÇEN ŞARKILAR


 


Gün geçmiyor ki memlekette yeni ve saçma bir tartışma açılmasın… Cumhurbaşkanı, geçenlerde tuhaf bir laf etti: “Açıkçası sigara ve alkol gibi bağımlılığa yol açan şiir, roman, film gibi büyük finans yönünün arkasında yattığını görüyoruz.” Cümlenin gidişatı ve bir şey anlatmaması bir yana, içeriği de tartışmalı. Söyleyenin, kitap okuyanları (en az sigarayı içenler kadar) sevmediği aşikâr. Sadece kitap değil, resim, heykel, tiyatro, film ve müzik de işin içinde. Nefretini zaman zaman ortaya çıkarıyor. Henüz kitapları (imha ettiği sigara paketleri ya da yıktırdığı heykeller gibi) ortadan kaldırma faslına başlamadı. Şimdilik sadece yasaklıyor ama bu, imha etmeyeceği anlamına gelmiyor. Gün gelecek, kitaplar yeniden yakılacak bu ülkede. Temennimiz, o gün gelmeden onları yakma niyetinde olan(lar)ın gitmesi.


İcraat sadece cumhurbaşkanına ait değil elbette… Avanesi de altta kalmıyor: Yolundan gidiyor ve durup durup şiire, romana, heykele, müziğe laf atıyor. En yakın örnek, dün Diyanet’in verdiği fetva: “Kuran ve sünnette, müzikle meşgul olmanın, müzik dinlemenin mutlak anlamda günah olduğunu gösteren deliller bulunmamaktadır. Bu itibarla, dinimizin temel inanç, amel ve ahlak ilkelerine aykırı olmayan, haramların işlenmesine sebep olmayan müzik türlerini dinlemekte dinen bir sakınca yoktur. Ancak cinsel arzuları tahrik eden ifade ve tasvirleri içeren, haramları güzel gösteren müzikleri yapmak ve dinlemek ise günahtır.” Burada insanın aklına şu soru geliyor: Hangi şarkı cinsel arzuları tahrik eder ya da haramı güzel gösterir?

Yıllar önce Express için bir yazı yazmış ve bu yazıyı, küçük değişikliklerle “Pop Dedik / Türkçe Sözlü Hafif Batı Müziği” (İletişim Yayınları, 2006) adlı kitabıma almıştım. Bugün yazsam bambaşka bir yazı çıkar belki ama madem laf yine dönüp dolaşıp “günahkâr” şarkılara geldi, küçük müdahalelerle yeniden ortaya çıkartayım bu “eski” yazıyı. Eski dediğime bakmayın, tartışmalar her zaman ve hep aynı bu memlekette!

Şunu unutmayalım: Olay, bir dil sürçmesinden ibaret değil. Adım atıldığı anda gerisi gelir. Tahrik eden şarkılar, günahkâr şarkılar, haramı makul kılan şarkılar diye diye ilerlenir ve bu adımlar atılmaya başlandığı an sonuna kadar gidilir. Giderek bütün şarkılardan bir “mânâ” çıkarmaya başlar “yetkili”ler ve tek tek hepsi yasaklanır. Daha önce bunu gördük. “Yeni” Türkiye dedikleri, eskiden çok farklı değil.

Sözü uzatmayayım, on yıl öncesine ışınlanayım. Buyurun, o dönemki bakışımla yazdığım “günahkâr” yazı…

Sevişmek İbadettir: Yolu yataktan geçen şarkılar…

Türküler hepsine parmak ısırtır ama pop ve rock tarihimiz “ayıp” şarkılarla dolu. Barış Manço, en çoçuksu şarkısı “Arkadaşım Eşek”te “Kuzulara oğlaklar sevişiyor mu?” diye sorar örneğin. Orhan Gencebay, “Ya Evde Yoksan”da temennisini dile getirir: “Sabahlara kadar içsek, sevişsek”… Levent Yüksel’in “Med Cezir”inde “Yetmiyor, sevişmeler yetmiyor” sözlerine rastlarız; Mikelam’ın “Terle”si ise başlı başına erotizm şaheseridir. Duman şarkısı “Oje”, şahane bir “ayak güzellemesi”. Erkut Taçkın’ın “Beyaz Ev”inde geçen “o en derin haz” nedir bilinmez ama Yeşim Salkım, “Son Sigara”da şunu söyler: “Hafifledi ellerim / Vücudumdaki yerin / Başının izi yoktu / Başlamıştı ayrılık…” Sertab Erener’in ilk albümündeki “Ateşle Barut”ta da şu sözler var: “Bir dokunursan / Ellerin mızrap olur / Bedenim saz…” Aylin Aslım’ın yeniden söylediği “Ben Kalendermeşrebim” ise, söylemeye gerek yok, tüm kantolar gibi “hafifmeşrep”.

Sevişmeye TRT sansürü

Eurovision tarihimiz, 1975’te “sevişmeli” bir şarkıyla açılır. Semiha Yankı’nın basma entariyle Avrupa kapılarına dayandığı “Seninle Bir Dakika”nın sözleri Hikmet Münir Ebcioğlu’na aittir: “Sevmek bir ömür sürer / Sevişmek bir dakika.” Ondan bir yıl önce yapılan ve Eurovision provası da diyebileceğimiz Topluiğne Şarkı Yarışması’nı kazanan Erol Tanır (Şemi Diriker) bestesi “Unutama Beni”, bir beddua şarkısıdır: “Sevişirken, öpüşürken / Yapayalnız dolaşırken / Unutmaya çalışırken / Unutama beni…” Daha öncesine baktığımızda, “Kumru gibi sevişirdik / Seninle biz sevgilim” gibi şarkılara rastlamak mümkün. Kâmuran Akkor’un seslendirdiği “Sen Başkasın” adlı bu şarkının sözleri Sezen Cumhur Önal’a ait.

1970’li yıllar, “sevişmek” fiilinin henüz ayıp karşılanmadığı yıllar. “Benim gönlüm sarhoştur yıldızların altında / Sevişmek ah ne hoştur yıldızların altında” gibi şarkılar her yerde alenen söyleniyor. Ancak TRT’nin katı denetim mekanizmasını unutmamak gerek tabii. “Sevişmek” fiili ve onu çağrıştıran sözcükler bugün “ayıp” sayılıyorsa, bunda TRT’nin emeği büyük. 2005 yılında kaybettiğimiz Hulki Saner, kendisiyle yaptığımız bir söyleşide, Emel Sayın’ın seslendirdiği “Rüyalar Gerçek Olsa”nın yasaklanma hikâyesini anlatmıştı: Şarkının içinde geçen “o incecik beline sarılarak yürürdüm” sözüne takılmış TRT denetleyicileri ve bunu müstehcen bulmuşlar. Nereden nereye!

“Arkadaşımın Aşkısın”dan “Arkadaşımın Dalgasısın”a, oradan “Seviş Arkadaşımla”ya geçene kadar çok yol kat edildi aslında. Juanito’nun şarkısı, malûm, masum bir aşkı anlatır. “Arkadaşımın Dalgasısın”, Öztürk Serengil’in bu şarkıyla inceden dalgasını geçtiği bir tornistan şarkıdır; pek masum sayılmaz. Sonuncusu ise Rober Hatemo’nun “Esmer” albümünden: “Ah inanmazdım inan / Gelip birisi söylese / İhtimal bile vermezdim / Böyle bir şeye // Birisi sevgilim, birisi arkadaşım” diye başlıyor, “Şimdi sen beni unut / Seviş arkadaşımla” diye devam ediyor! Hazin bir aldatma hikâyesi bu, ancak ifade edilişi kötü; yine de ‘90’ların pop ortamını iyi örnekliyor. “Sevişmek” fiilinin giderek masumiyetini yitirdiği yıllar bunlar. Olayın şarkılara yansıması da haliyle daha dangıl dungul oluyor.

Salla, gül memeler çağlasın

Tarkan’ın seslendirdiği “Seviş Benimle”, bu anlamda bir devrim; ebeveynlerin yanında dinlenmesi sakıncalı bir “aşk” şarkısı: “Seviş benimle / Çıkar ateşten elbiseni / Bir tek çıplaklığın kalsın / Ateşten de sıcak / Ay odada şimdi / Ay yatakta / Ay içindeyken daha çıplak görünüyorsun // Kendini ver bana / Nasıl da büyür bedenin gecenin içinde / Sen sen değilsin artık / Hadi konuş benimle / Utanmak istiyorum sözlerinden / Seviş benimle, savaş benimle / Karışalım birbirimize / Hiç nokta koyma geceye / Dur yok, durak yok…” Şarkının sözlerini Leyla Tuna yazmış; “Sınırsız ol, yasaksız ol” ya da “Bir yılan kadar soğuk ve kıvrak / Bir yalan kadar çekici ve ürkütücü olmalısın” sözleri de bu şarkıdan. “Seviş Benimle”, Tarkan’ın 1994 yazında fırtınalar kopartan albümü “A’acayipsin”de yer alıyordu. Albümün açılış şarkısı, Sezen Aksu imzası taşıyan “Hepsi Senin Mi?”

Aynı minvalde bir başka Sezen Aksu şarkısı, “Seni Yerler”. Aksu kendisi seslendiriyor şarkıyı ve “mahalleye” gelen bir yakışıklının çevresinde kopan fırtınaları anlatıyor: “Ben sokak kedisi gibi sürtünüp yerde / Komşunun kızı kampta, sporda, stepte / Terzi Mukadder satıp savdı malı mülkü / Gizlisi saklısı kalmadı, topumuz niyette…” Niyetin ne olduğu belli! Nitekim “ye çıtır çıtır” sözleri, az sonra karşımıza çıkacak. “Çıtır çıtır” meselesi, Sibel Tüzün’ün söylediği (yine Sezen Aksu’nun yazdığı) “Kaçın Kurası”nda da var: “Gönül gözüm kapalı / Bilerek sana yazılıyorum / A penceresi aralı / Her yerine bayılıyorum // Yavrum baban nereli / Nereden bu kaşın gözün temeli / Sana neler demeli / Ay, seni çıtır çıtır yemeli…” Bu şarkının nakaratını da anımsayalım: “Aman bize nasip olur inşallah / Boyuna da posuna da bin maşallah / Senden gelecek cefalara, nazlara, sözlere, sazlara eyvallah!” Aksu’nun “Salla / Gül memeler çağlasın / Salla / Yer yerinden oynasın” sözlerini içeren “Rakkas”ı ve “Bende bu yetim kirazlar al al dururken / Tek başıma kara gecelerde zar zor uyurken” diye devam eden “Onu Alma Beni Al”ı da unutmamalı tabii.

“Seni Düşünüyorum”, Sezen Aksu’nun ilk cüretli şarkılarından: “Dün bütün gece seni düşündüm yanarak / Bir an geldi zannettim kalbim duracak / Ellerim tutuştu hasretini okşayarak // Nasıl istedim deliler gibi / Sayıkladım hep sıcak nefesini / Gel ne olursun gel son defa sev beni // Gel sarıl bana sarıl seni istiyorum gel / Neden bilmem özlüyorum ellerini ver / Yok yalan değil artık inkar etmiyorum yeter / Hatta belki seviyorum istiyorsan eğer // Bu gece gel yarın istersen yine git / Hatta unut ne varsa verdiğin al götür öyle git / Eve kokun siner duvarlara sesin / Hatta unut sen dün gece nerdeydin kimle seviştin…” Aynı dönemde yapılmış “Bırak Beni”de “hatta sevişirken bile yabancısın” diyen de Sezen Aksu. “Savaşma Seviş Benle”, onun şarkısı. “Işık Doğu’dan Yükselir” albümündeki, sözlerini Yelda Karataş’la birlikte yazdığı “Davet” ise erotizmin doruğu adeta: “…Tutuşan tenime / Zülüflerini sür / Asi, hırçın, hür / Arka bahçelerde / Dişlediğim mür / Gel çıplak ve hür // Çıplağına sar beni, toprağına kar beni / Kaynağından dökül gürül gürül / Çoğalt ki kendini / Dağları seller alsın, selleri yangın sarsın…” Işın Karaca’nın seslendirdiği “Yaz” da öyle: “Doya doya seviş benimle hadi / Açık saçık konuş benimle hadi / Buram buram yaseminler tüterken / Alev alev tutuş benimle hadi…” Aksu’nun “dokunduğu” iki şarkıya daha kulak verip başka hatlardan ilerleyelim: Yaşar Gaga’nın seslendirdiği “Konuşalım, Sevişelim, Kırıştıralım” (“Gel sevişip savunalım aşkı / Sevişmek cesaret işi”) ve Zeynep Casalini’nin seslendirdiği “Duvar” (“Hadi bir cesaret / Sen de taşın altına koy elini / İnadına inadına / Sevişmeli bağır çağır”).

Şimdi sevişme vakti

Kimileri şarkılarını kendi yazıyor, kimi şiir besteliyor. Bazı şiirlerle birlikte cinsellik de sızıyor şarkılara. Yeni Türkü’nün “Günebakan” albümündeki “Bahar Şarkısı”, Turgay Fişekçi’nin “Asmaların Dansı” şiirinden: “Yağmurlu günlerde seviş benimle / Kuşlar çinko damı gagalarken” diye başlıyor, türlü hallerde devam ediyor ve nihayetleniyor: “Ne olursa olsun sabahları seviş benimle / Dinlenmişliğin gücü kaslarında / İçinde ne varsa dökmenin hazzıyla saran”.

Sait Faik’in şiir kitabına da ismini veren “Şimdi Sevişme Vakti”, Ezginin Günlüğü tarafından bestelenen şiirlerden. Bir küçük film şarkısından da söz edelim hızla: Nadir Göktürk’ün “Oyunbozan” filmi için yaptığı müzikler arasında yer alanlardan birinin başlığı “Sevişme”. Filmi izlemedik, ama ihtimal, masum bir sevişme sahnesi için tasarlanmıştır bu ezgi. Serdar Ateşer’in “Avdet Seyri” albümünde yer alan “Sevişme Sahnesi”ni ve Mehmet Teoman’ın tek albümü “Ter İçinde”nin Serge Gainsbourg havalı kült şarkısı “Tam Sevişeceğimiz Anda”yı da analım bu arada. Gainsbourg lafı geçirmişken alameti farikasını unutmayalım ve sevişmeli “Je t’aime… moi non plus” şarkısının Celal Şahin tarafından “Eminem” adıyla ve malûm “ıh”lamalarla memleketimize uyarlandığı bilgisini buracığa iliştirelim.

Bir de sevişme tarifleri var. Beyaz Kelebekler’in 1970 tarihli “Bütün Aşklar Tatlı Başlar”ında karşımıza çıkan “Sevişmek hevesi, Tanrı’nın nefesi” dizesi gibi. Bu sözler, aklımıza bir Neşet Ertaş türküsünü düşürüyor: “Sevişmek İbadettir”. Sibel Tüzün’ün “Nefes Kesen Aşklar” albümündeki “Gözle Seviştik”, belki de yasak bir aşkı tarif ettiği için şu sözlerle nihayetleniyor: “Biz seninle tenle değil / Sözle değil / Gözle seviştik.” “Seninle Bir Dakika”da da “gözlerim gözlerini bir dakikada içti” sözleri geçiyordu; apaçık bir sevişme halini ortaya koymuyor bu dize, ancak çağrışımı o yönde. Erol Büyükburç’un Ajda Pekkan’la başrol oynadığı bir filmi de analım yeri gelmişken: “Plajda Sevişelim”. Özdemir Erdoğan’ın “Kumsalda”sında da bir plaj sevişmesi söz konusu ediliyor. Ahmet Kaya’nın sesini verdiği “Şehirlere bombalar yağardı her gece / Biz durmadan sevişirdik” dizeleri aykırı bir sevişme durumunu tarif ediyor. “Karantinalı Despina”da anlatılan hikâye de öyle. Attilâ İlhan şiirini Timur Selçuk müziklemişti: “bir gül takıp da sevdâlı her gece saçlarına / çıktı mı deprem sanırdın ‘kara kız’ kantosuna”. Despina, Muammer beyi “çapkın gülüşü”yle yakar ve “sınırsız bir mutlulukta uyutur”. Bir yandan da, “körfez’de parıldayan yunan zırhlılarına karşı / miralay zafiru’yla ispilandit palas’ta sevişmeyi” ihmal etmez.

Yine Ahmet Kaya’ya dönelim ve “Biz Üç Kişiydik”e kulak verelim. Nazlıcan, Bedirhan ve Suphi’nin öyküsünü anlatıyor Ahmet Kaya bu şarkıda ve Nazlıcan’ı tarif ederken içinden geçenleri yalansız aktarıveriyor: “Göğsüne kekik sürerdi, Nazlıcan / Tüterdi buram buram / Gizlice ona bakardık / Yüreğimiz göçerdi…” “Gururla Bakıyorum Dünyaya” adlı şarkıda da Orhan Kotan’ın şu dizelerine rastlıyoruz: “Devrim türkülerini / Ve başkaldırmayı öğreten dudaklarını / Bir kere olsun öpmeden / Bir kere olsun tutmadan kaygısızca / Serin bir yaz gecesi gibi ürperen ellerini / Hatta boynunu ve ayak bileklerini / Bilemeden / Vurdum yüreğimi şanlı kavgaya…” “Gül benizli sevgilinin / Titreyen göğüslerini öpmeden doyasıya” dizesi de aynı şarkıdan.

Türkü türkü Türkiyem

Türkülere kulak verelim şimdi de. Hemen akla gelenleri sıralayacağız; yoksa ucunu bulamayız mevzunun. O kadar çok türkü var ki “ayıp” sözlerle bezeli… Örneğin, “Dam üstünde un eler / Tombul tombul memeler / Memeler baş kaldırmış / Kavuşmuyor düğmeler” ‘70’li yıllarda İbrahim Tatlıses’in Gaziantep Ömer Plakçılık tarafından yayımlanan “Doldur Kardaş İçelim” albümünde rastladığımız bu türkü, hâlâ Tatlıses’in repertuvarında. “İndim derelerine / Bilmem nerelerine / Kaytan bıyıklarımı / Sürsem nerelerine” şeklinde sözleri olan türküyü de herhangi bir Tatlıses konserinde duymak mümkün. Burhan Öçal’ın The Trakya All Stars’la yaptığı “Kırklareli İl Sınırı” albümünde yer alan “Melike”yi İbrahim Tatlıses, sansürsüz sözleriyle söylüyor. Öçal, “Tuttum karının memesinden” sözlerini “Tuttum karının eteğinden”e dönüştürmüştü…”Yatırdım yatırdım çam dibine / Batırdım batırdım en dibine” diye başlayan “Can Hatice”nin bu halini söyleyen ise çok azdır. Sözler, (biraz da TRT korkusuyla) alabildiğince yuvarlatılmış, legalleştirilmiştir.

Kalan Müzik tarafından yayımlanan “Pomak Göçmenlerde Müzik ve Pesna” albümünde Cemile Çelik tarafından seslendirilen bir türkü var ki evlere şenlik: “Sevişiyorduk Yavrum Aldatıyorduk”. Türkünün konusu hafiften Yeşilçam filmlerini andırıyor. Üç senelik bir yasak ilişkiyi taraflardan birisinin annesi anlıyor, onların yakın akraba olduğunu söylüyor, bu yüzden birbirlerine varamıyorlar!

Türküler hakkında uzun uzun yazılabilir. Bir yandan Halime’yi “samanlıkta” basan, “şalvarını gül dalına” asan Anadolu insanı, diğer yandan “yarin bağına” girer ve “tomurcuk güllere ellerin” sürer.

“Domur domur emceklerin mintanını gerdirir / Sendeki işve anamda olsa babam geri dirilir” sözleri, Cem Karaca’nın Almanya yıllarında söylediği “Delikanlı Sevdası”ndan. Nitekim Karaca’nın müzik dünyasına ilk adımı da erotik sözlü bir halk şiiriyle oldu. Erzurumlu Emrah’ın şiirini Altın Mikrofon’da seslendirerek ikinci olan Karaca, plağın ilk baskısında çıkardığı dizeleri ikinci baskıya almıştır: “Dedim, ak memeler oy / Dedi, koynumda / Dedim, ver öpeyim / Söyledi, yok yok”

Şimdi, “sendeki işve anamda olsa babam geri dirilir” dizesinden aklımıza gelen türküyü analım: “Armut dalda sallanır / Sallandıkça ballanır / Genç kızların koynunda / Ölmüş eşek canlanır…” Sonra da, Nafi Budak ve Mehmet Özbek’in Şanlıurfa yöresinden derledikleri “Portakal dilim dilim / Gel otur benim gülüm” sözleriyle başlayan türküye kulak verelim. Hemen belirtelim bu türkü, TRT repertuvarına da girmeyi başarmıştır. Zaman zaman, unutulmuş TRT kanallarında, kara giysili amca ve teyzelerce söylenmekte ve her rastladığımızda bizleri şaşkına çevirmektedir: “Dola kolların boynuma / Sok ellerin koynuma / Bir gece eğle beni / Her zaman eğle beni”.

“Sürüler içinde sürmeli koyun / Şafaklar atıyor gel yarim soyun” sözleriyle başlayan türküye de TRT ekranlarında rastlamak mümkün. Zülfü Livaneli’nin “İstanbul Konserleri”nde seslendirdiği “Odam Kireçtir Benim” ise bir öncekini çağrıştırmasına rağmen, hiçbir zaman TRT ekranlarında duyamayacaklarımızdan: “Odam kireçtir benim / Yüzüm güleçtir benim / Soyun da gir koynuma / Terim ilaçtır benim…” Ezginin Günlüğü, henüz bir üniversite topluluğuyken, hemen hemen aynı dönemde “Çamdan Sakız Akıyor”u yorumlamıştı -ki onun da bu türküden aşağı kalır yanı yok: “Çamdan sakız akıyor / Kız nişanlın bakıyor / Koynundaki memeler / Turunç olmuş kokuyor…”

Devam ediyoruz: “Ay gidiyor batmaya / Selam söyle Fatma’ya / Karyolayı onarsın / Geleceğim yatmaya” sözlerini haiz türkü, orta Anadolu yöresinden. “Sil gözünden sürmeleri / Çöz göğsünden düğmeleri / Göreyim gül memeleri” sözleriyle başlayanın yöresini bilmiyoruz ama bir dönem sıklıkla karşımıza çıkardı. Yine bir dönem kulağımıza çalınan bir Karadeniz türküsünün sözlerini eski defterlerden birine not etmişiz, ancak kimin söylediğini yazmamışız: “Kız göğsüne taktığın ampullerin volti kaç?”.

Karadeniz deyince akla gelenlerden birisi Mustafa Topaloğlu. Karadenizli olduğundan değil, “Kız sana dolanayım / Oy oy Emine / Nedir bu güzellikler” türküsünü meşhur eden o ne de olsa! ‘80’lerin sonunda söylediği “Oy memişler memişler / Kızı alıp gitmişler / Şeftaliyi yemişler” gibi sözleri olan şarkısını ve ihtiyar heyetli köy klibini de aklımızdan çıkartamıyoruz. Yine Topaloğlu’nun başka bir şarkısında şu sözlere rastlıyoruz: “Koynunda memelerun eruk dikeni gibi / Açilmiş saçilmişsun denuz yelkeni gibi / Alev alev yanayisun kurumuş toprak gibi” Karadeniz bağlantısıyla Fuat Saka’ya geçelim: “Gökteki yıldızlari / Pay edelum kızları / Aldilar guzelleri / Kaldi yaramazlari”, görece masum sözleri olan bir türkü. “Rap Atma”larda ise şahane sözler var: “Beni mi çok seversin / Yoksa domuz kocani?” sorusu bile yeter. Saka, Cem Karaca’nın da seslendirdiği Askaroz Deresi’nde ise şu soruyu sorar: “O derenin baliklari / Biyuklidur biyukli / Kocan citti silaya / Sen çimden kaldin yukli?”

Anadolu rock ateşi

İlk akla gelen türküler bile yazıyı iki katına uzatıyor. Ne de olsa, “on beş yaşında Nazife hanım”a bile doyamayan bir milletin ahfadıyız. Ayrıca, “Tomurcuk memesin verdi ağzıma / Yorgunsun sevdiğim em dedi bana” gibi dizeler yazan Karacaoğlan’ı yetiştirmişiz bünyemizde!

Yeniden düzenlemelere dönelim. Cem Karaca’nın yorumladığı “Emmoğlu”nda şöyle sözlere rastlamak mümkün: “Şu Mardin’in kızları / Kibritsiz kandil yakar”. Biraz erken dönemde Dario Moreno’nun yorumladığı “Ali” ise bir “ayıp sözler” şaheseri: “Entarisi ala benziyor / Şeftalisi bala benziyor…”

Cem Karaca’nın dönemdaşı Barış Manço’nun şarkılarına da cinsellik yüklü dizeler girebilmiş: “Hasret kaldım seni sevmeye / Sana gelip düğmelerin çözmeye…” Manço’nun “Lambaya Püf De” yorumu ise bu işin başyapıtı: “Perdeyi ört kız / Çekme de ört kız” dizelerinin ardından “ben yanıyorum sarı kız” diye inlemeye başlar Manço. Ve tabii yine Manço’nun yorumuyla “Çay Elinden Öteye”, nam-ı diğer “Rezil Dede”: Genç bir kızla evlenen, “yaş yetmiş, iş bitmiş” demeyen dedenin macerası, Karadenizli kadınların beddualarıyla sona erer. Manço bahsine girmişken şu hikâyeyi atlamayalım: “Lambaya Püf De”, TRT tarafından erotik bulunarak yasaklanınca Manço, bu türkünün enstrümantal halini TRT’ye gönderir ancak yeniden “yayınlanamaz” yanıtı alır. Gerekçesini soran sanatçıya TRT’nin verdiği cevap, literatüre girecek cinsten: “Gitarcı gitarı erotik çalıyor!”

AF, ‘90’lı yıllarda Manço’nun hamiliğini üstlendiği bir grup. Çıkış şarkısı “Kızancıklar”, Anadolu rock ateşini seksle harlamış. Nakaratına kulak verelim: “Anan babanla yatınca / Kızancıklar uyuyunca / Aç kapıyı al koynuna / Doya doya sevişelim / Ölümüm elimden olsun / Kurban olayım ben sana” Tibet Ağırtan’ın “Yat Geliyorum” adlı şarkısını da burada analım -ki Ağırtan daha sonra bu parçanın devamı olarak “Kalk Gidiyorum”u da yaptı.

Yine verirdim sana…

1990’lı yıllarda yapılmış pop şarkılarında “tuzlu saçlar”, “ıslak dudaklar”, “tatlı ten”, “geceler boyu sevişmeler” gibi laflar normal karşılanır olmuştu. Popla birlikte ar duygumuzun patladığı bile yazılıp çizilmişti o dönemde. Hatta bir karşı şarkımız bile vardı; Asya’nın ikinci albümünde seslendirdiği “Romantik Aşk”: “Olmaz demiştim ilk günden sana / Romantik aşktı bu aşk hani ya / Kendime göre yasaklarım var / Çocuklar gibi benle oynama // Vallahi öptürmem / Ölürsün aşkından / Kırılma darılma / Hemen sarılma…” Bu şarkıya, gecikmiş cevabı Athena “Öpücük”le verdi: “Pardon seni rahatsız etmek istememiştim / Sadece dudağından öpmek istedim / Tamam belki pek ince teklif edemedim / Ama ben o bildiğin romantiklerden değilim…” Bildiğimiz romantiklerden Kayahan, henüz “Büyük Usta”lığını ilan etmediği dönemde “Sarı şekerim / Hadi bize gidelim / Bana şekerini ver” gibi şarkılar yapıyordu.

Pop şarkılarında şampiyonumuz, açık arayla Yonca Evcimik: “Bandıra bandıra ye beni / Hiç doyamazsın tadıma / Bütün numaralar bende / Sen de var benim farkıma / Kalmasın aklın başka yerde / Ne işin var başka yerde…” Evcimik’in şampiyonluğu kazanmasının nedeni, şarkının sözlerinden ziyade bu şarkıyı “erotik” bulanlara verdiği akla zarar cevap. O dönemde pop şarkılarının tartışıldığı Siyaset Meydanı’na besteci Mustafa Sandal’la katılan Yonca Evcimik eleştirilere, mealen şöyle cevap vermişti: “Bu şarkıda niyetim erotizm yapmak değildi, Mustafa bir tekerleme besteledi, ben de onu söyledim. Bu, aslında bir çocuk şarkısı”. Şarkının klibinde üzerine sularını akıtarak, afiyetle ve dudaklarını yalaya yalaya karpuz yemesinin çocuklarla ne alakası olduğunu soran olmamıştı o zamanlar kendisine ya da bu ayrıntı gözden kaçmıştı. Hoş, “O şimdi asker / Canı neler ister / Uykuda mevlam / Beni ona göster” ya da “Buraları yıkılıyo, benden yıkılıyo / Her gün peşime bıyıklı takılıyo” gibi şarkıları duyduktan sonra, bunun bir çocuk şarkısı olduğuna sahiden inanası geliyor insanın. Hele hele bir Petek Dinçöz vak’ası var ki memlekette, hiç yanına bile yaklaşmadan geçelim. Liseli kıyafetiyle söylediği şarkılar bize ‘80’lerdeki “Liselim” modasını çağrıştırıyorsa da, onları başka bir yazıya bırakalım. Ayşe Hatun Önal’n “Çeksene elini / Kırcan mı belimi” şarkısını ise güzel ritmiyle hatırlayalım…

Pop aleminde daha eski örneklere bir göz atalım. Bir dönemlerin seks yıldızı Figen Han’ın “Pisi Pisi” plağı ya da Suna Yıldızoğlu’nun Rod Stewart’tan uyarladığı “Do You Think I’m Sexy” doğrudan seks çağrıştıran sözleriyle ve kapaklarıyla dikkat çeken plaklar.

Bir dönem, adında seks geçen plaklar da yapılmış. Arif Sami Toker’in Sevil Öztatlı yorumuyla bize ulaşan eğlenceli şarkısı “Seks Seks Seks”, olayın tanımını da yapmış: “Japone kollar açılır / Göğüsler yana saçılır / Herkesin gözü açılır / Adına da derler seks /…/ Kalçaları bomba gibi / Kolları da asma kabak / Gören gözler şaşı olur / Amanın kadına bak…” Maha’nın “Soy Beni (Sex)” adlı şarkısı ise dönemine göre oldukça cesur: “Gel okşa beni, sar beni / Öldür beni, sev beni / Çıkar çıkar sutyenimi / Kalmadı tahammülüm // Ellerini ver bana / Ben de veririm sana” şeklinde sözleri var. Tam burada, Gökben’in, bu dönemde çıksaydı yanlış anlaşılabilecek bir şarkısının adını analım (“Yine Verirdim Sana”) ve “Boku Yedik” adlı şarkısında “Türk erkekleri inat ve zor / Türk kızları vermiyor” diyen Asım Can Gündüz’ü unutmayalım.

Erkekçe’den Şamdan’a

‘70’li yıllarda “Sevişiyoruz İşte” adlı bir şarkıyı yorumlayan Arzu Gür, ”Görmüşler bizi tatlım / Buluştuğumuz yerde / Konuşmuşlar günlerce / Onlar nerde biz nerde // Olur muymuş böyle şey / Seninle ben el ele / Evet senle bir de ben / İşte bütün mesele // Yeter artık saklambaç / Her gelişte gidişte / Görsünler anlasınlar / Sevişiyoruz işte” demiş. Dedikodu işin başka bir boyutu; hayatın kaynağı! Memleketteki dedikodu konulu şarkılardan söz açarsak işin içinden çıkamayız. İyisi mi seks furyasının izlerini takibe devam edelim…

Hurşit Yenigün’ün “Gırgır SEKSeniki”si, ‘80’lerin başında her yeri kaplayan seks furyasını hicvetmek için yapılmış bir plak. Malûm, ‘70’lerin ikinci yarısında, Yeşilçam kendini seks filmlerine teslim etmişti. O zamanın simge lafı “Civciv Çıkacak Kuş Çıkacak”. Bu adı taşıyan 9/8’lik şarkılar bir dönem ortalığı kaplamış, bu isimle pek çok plak yapılmış. Bu tip filmlerin “jön”ü Yılmaz Köksal’ın sesinden bize ulaşan Civciv Çıkacak Kuş Çıkacak, bu akımın en meşhurlardan. Erol Büyükburç da bu kervana katılanlardan. O, işi daha da abartmış ve “seks ve mizahın birleştiği bir longplay yapacağını” açıklamış!

’80 darbesinden sonra daha da yayılan bu furyanın geldiği noktayı anlatmak için küçük bir örnek verelim: Bir zamanların tek müzik dergisi Hey, 1980’li yılların başında, İngilizlerin magazin gazetesi The Sun’ı andıran tabloid boyu ve çıplak şarkıcı posterleriyle dikkat çekiyordu. İşlenen mevzular “kim kiminle ne yaptı”ydı, hâşâ müzik falan değil. O dönemde yapılan filmlerde göğüslerin ziyadesiyle fora edilmesi, Erkekçe, Bravo gibi dergilerin ortalığı kaplaması, gazetelerin giderek magazinleşmesi de bunun göstergesi. ‘90’lardaki pop patlamasının ardından ortaya çıkan Şamdan, Gala, Pasha gibi dergiler de buna benzer ancak onlar eskiler kadar etkili olamamıştır. Erkekçe’nin “soyduğu” ünlüler saymakla bitmez. Şimdi buna benzer dergiler olsaydı, ünlü “sanatçı”ların göğüsleri çoktan gözler önüne serilirdi; iş, tüllü kliplere kalmazdı. Konuyu dağıtmayalım, ‘80’lerin sonunda birden ortaya çıkıp kaybolan bir şarkıcıyı analım: Neriman adı, kimseye bir şey çağrıştırmayacaktır belki ama “Öp Beni”, dönemi yaşayanların zihninde küçük bir ışık yakacaktır. 1987’de kurulan TİM’in ilk şarkıcısı Neriman. Hatta şirketin onun için kurulduğunu söyleyen de var. MFÖ’nün “No Problem”, Nükhet Duru’nun “Çek Halatı Gönlüm”, İlhan İrem’in “Dünden Yarına” albümlerini de yayımlayan bu şirket kısa süreli oldu ama Neriman’ın iki kaseti “Öp Beni” ve “Sarıl Bana”, memleket seks tarihine adını (altın harflerle olmasa da) yazdırdı. Ercan Saatçi’nin müzik direktörlüğünü yaptığı Banko Müzik Yapım, ilerleyen zamanda benzer bir hamleye girişti ve Gönül Gül’ün “Sıcacık” adlı albümünü piyasaya verdi. Kral TV yeni kurulmuştu, aynı şirketindi ve Gönül Gül’ün “Birisine Birisine” şarkısına çektiği “çıplak” klip her gün onlarca kez gösteriliyordu. Buna karşın bu proje fiyaskoyla sonuçlanmıştı. ‘90’ların sonuna doğru bunların yerini Banu “Afrodit” Alkan aldı ancak o da çok başarılı olamadı. Yine de “Neremi Neremi” albümü, yayımlandığı dönemde çok konuşuldu.

Bizi yatak paklar

Konu dağıldı, toparlayıp yazıyı sonlandıralım. Final için ideal isim Nazan Öncel. “Becermek” fiilini şarkılarına sokabilen, rahatlıkla “sokarım”ı kullanan o. “Çük” kelimesi de onun sayesinde şarkılara girebildi. Memleketin en iyi şarkı yazarlarından Öncel şimdilerde pop âlemini hareketlendiriyor ama aslında bütün zamanların en iyi rock’çularından. Onunla aynı kulvarda değiller belki ama yakınlarından yürüyen “yeni”lerin söylediği sözleri de burada analım: Şebnem Ferah, yayımlandığında ortalık karıştıran “İçine girdiğin küçük kaygan deliği / Yeni ve büyük bir dünya mı sandın” sözlerini yazdı, “Günaydın sevgilim ne güzel bi gün değil mi? / Kahvaltıdan önce biraz daha sevişelim mi?” diyebildi; Teoman, “Oysa ki özgürlüğü seçmek / Başka vücutlar sevmek” gibi sözler içeren şarkılar söyledi; Özlem Tekin, Saat’te “Kimse benimle sevişmedi / Kâbus bitmek bilmedi” derken “Daa”ya “Beraber olduk bile / Seviştik sereserpe” laflarını soktu.

Nazan Öncel’e dönecek olursak… Mevzumuzla ilgili dizelerini hızla hatırlayalım: “Bir sürü aşk arasında sevişirken bulsalar bizi” (“Nokta Noktam”); “Tadım tuzum olacaksın benim / Tadım tuzum olacak / Yatağıma gireceksin benim / İlle de sen yatacak” (“Dillere Düşeceğiz Seninle”); “Dudaktan öpmezsen aşkım bilinmez / Şimdi gelmezsen ateşim sönmez” (“Bunu Bir Ben Bilirim Bir Allah”); “Gel odalarıma / Gir uykularıma / Tutulaydım ay yerine” (“Göç”); “Gittim yattım birinlen” (“Sokak Kızı”); “Yanmak çözüm değil / Bizi yatak paklar /…/ N’apçaz şimdi / Yatçaz şimdi” (“Erkekler de Yanar”); “Onu nasıl becerdiğini anlatma / Bundan bana ne” (“Hızlı Yaşarken”); “Sinemaya gidelim sonra / Karanlıkta öpüşelim” (“Beyoğlu”); “Köfte dudaklarını / Hokka gibi ağzını / Lokma lokma her yanını / Öpsem yeniden / Dönsen köşeden // Serçe parmağını / Fıstık yanaklarını / Lokma lokma her yanını / Öpsem yeniden / Dönsen köşeden” (“Hokka”)… Bütün bunlara, “Bırak Seveyim Rahat Edeyim”deki muhteşem dizeyi de ekleyelim: “Ben de bir melek değilim / Bugün canım sevişmek ister…”

Öncel, yazının başında bolca andığımız Sezen Aksu gibi İzmirli. İzmir, kızlarıyla meşhur bir şehir. Nitekim, Sezen Aksu, “İzmir’in Kızları”nı “Ayıptır söylemesi, laf aramızda / Sevişe sevişe de ölür, dövüşe dövüşe de icabında” sözleriyle tarif ediyor. Cahit Külebi’nin dediği gibi, “İzmir’in denizi kız, kızı deniz / Sokakları hem kız, hem deniz kokar”. Hoş, “İstanbul’dan bir yar sevdim / Adamı günaha sokar” diyen de Külebi’dir. “Çapkın”ın bestecisi olan Baki Çallıoğlu, “İzmirli Kız”ı şöyle tanımlıyor: “tatlı, şirin, cilveli” olduğu kadar “gönül alan, sinsi, hırsız”. Çallıoğlu’nun “kötü emelleri” ise ise kısa süre sonra ortaya çıkıyor: “Bir gecelik benimle tenhalara gelmez misin / Beni günaha sokup da sen sevaba girmez misin?” Aynı Çallıoğlu, “İzmir’in Havası”nı da şöyle anlatıyor: “Geceler kısadır Kordon boyunda / Cennetlik olursun yârin koynunda…” “Boş yere ağlama, kalbini bağlama, Ankara kızlarına” diyen Gündoğdu Duran’a ve Fecri Ebcioğlu’nun yazdığı “İstanbul’un kızları bilsen ne şeker / İnsanı uzaklardan yanına çeker” sözlerini şahane seslendiren İzmirli Dario Moreno’ya selâm çakalım, cinselliği edebiyata en güzel yedirenlerden Cemal Süreya’nın dizeleriyle nokta koyalım: “Yoksuluz gecelerimiz çok kısa / Dörtnala sevişmek lâzım”.







BURAK KIRMIZITUNA VİDEOLARI İÇİN TIKLA:

https://www.youtube.com/@themusicofburakkirmizituna/videos

BURAK KIRMIZITUNA INSTAGRAM SAYFASI İÇİN TIKLA:

https://www.instagram.com/themusicofburakkirmizituna/

6 Eylül 2021 Pazartesi

YENİDEN




Bu gün sizerle hayatımın dönüm noktasını, doğum günüme bir ay kala nasıl ölümden döndüğümü paylaşacağım.

31.08.2021 / Salı – Saat 14.00’e geliyor. Ve ben karşıdan karşıya geçerken sol tarafımdan gelen arabaların birine denk düşerek trafik kazası geçiriyorum. Adımımı atıp karşı kaldırıma doğru yönlenirken sol tarafıma baktığımda gördüğüm manzara; üç – dört arabanın yaklaşık  hızlarda ve yaklaşık aynı hizada bana doğru gelmeleri olmuştu. Hani arabaların arasından geçersiniz ya, ne yazık ki benim için öyle bir ara yoktu ve ben bir araçla mecburen karşı karşıya kaldım. O araç da bana çarparak havaya fırlattı ve kaputunun üzerine düştüm sonrada yere. Burada avunulacak bir şeyler varsa o da, aracın bana çarpması sonucu başka bir araca doğru fırlamamam olmuştu. İkincisi de, araba bana çarpınca durabilmişti, ben yere düşünce araç üstümden de geçebilirdi. O anı soracak olursanız, “Tak” diye bir ses duydum ve sonrası bulanık, saliselik anları hatırlıyorum. Arabanın üstüne ve yere düşüşümü hatırlıyorum. Sonrası yine kısa bir bilinç kaybı. Kendime gelince yerde doğruldum ve ayağa kalkmaya çalıştım, kalka bilirdim ama kaldırmadılar, yaralının ambulans gelene kadar oynatılmaması gerektiğini göz önünde bulundurarak. Ellerim, bacaklarım, kollarım yanıyordu. Kesikler, yaralanmalar vardı. Kafamın üstünde açıklık vardı, kanıyordu. Çarpmadan kısa bir süre sonra (7-8 dk.) , yerdeyken kafamı sola çevirdiğimde yan yoldan yukarı doğru geçip giden bir ambulansa insanların seslendiğini, bağırdığını gördüm. Neyse ki ambulans boştu ve kaza anından çok kısa bir süre sonra oradan geçiyordu. Bu da bana verilen ikinci bir yaşama hakkıydı herhalde. Sonra kafamı çevirip sabit yukarıya gökyüzüne doğru bakmaya başladım. O anlarda ne düşündüm bilemiyorum. Hatırlamıyorum. Sedye geldi, boyunluk taktılar. Ve beni ambulansa bindirdiler. Çarpan aracın şoförü çok korkmuştu, kaçmadı, ben yerdeyken başımdaydı, arabanın ön tarafı bayağı hasar görmüştü, istese de o halde kaçamazdı zaten. Elinde telefon habire arama yapmaya çalışıyordu. Ambulansda yanımda bir hemşire vardı. Ön tarafta da bir hemşire daha. Ve bir de şoför… Ben, hep sirenini duyunca “Allahın yardım etmesini” dilediğim insanlardan biri olmuştum. Hızla yol alıyorduk. İlk önce ambulansın içindeki konuşmalarda bir devlet hastanesi ismi geçti. Bilinç kaybım yoktu, bilincim yerindeydi ve hemen eşimi aramayı akıl edebilmiştim. O da her zaman ki soğuk kanlılığıyla durumu karşıladı. Daha sonrasın da o devlet hastanesinde yer olmadığı öğrenildi ve beni hemen Acıbadem Hastaesine götürmeye başladılar. Ben de tekrar eşime telefon açıp gideceğim hastanenin ismini düzelttim. Yolculuğum on ila on beş dakika sürmüştü. Sonra acilin önünde durduk, ambulans ekibine hastane ekibi de dahil oldu. Kalabalık bir grupla ilk yardım odasına götürüldüm. O andan kısa bir süre sonrada sevgili eşim, annem babam, kardeşim geldiler. Doktor bir kalem ile bana göz takibi yaptıktan sonra vakit kaybetmeden tomografiye götürülmem için etraftakilere talimat verdi . İç kanama ve kırık kontrolü için detaylı bir tomografi çektiler. Sonuç temizdi. Korkulacak bir şey yoktu. Hayati bir tehlike gözükmüyordu. Polisler ifademi almak için gelmişlerdi. Olayı anlattım. Trafik ışıklarına kırk yada elli metre uzaklıktaydım. Haliyle yaya geçidi de oradaydı. Yaya geçidinden geçmemişdim, trafik ışığı da yoktu geçtiğim yerde, ancak ışığa ve yaya geçidine yakındım. Halkın giriş ve çıkış yaptığı metrobüs yolu da arkamda bulunuyordu. Halkın yani yaya trafiğinin yoğun olduğu bir yerdi orası. Nasıl olurdu da biri değil, ikisi değil , hiç bir araba hız kesmezdi. Zaten trafik ışıklarına yakındık. Trafik ışığı arabalara yeşil yansa bile nasıl olurda o hızla ışıklara yaklaşırlardı? Kazayı geçirmeden önce sola baktığımda bana doğru gelirlerken hepsinin yavaşlayabilecek mesafeleri olduğunu görmüştüm. ??? Buna rağmen kimseden şikayetçi olmadım. Bundan sonrasını yazmaya da gerek yok açıkçası.

Şimdi kalkıpta geçirdiğim bu trajik olayın sonucunda sizlere hayat dersi verecek değilim. Ancak bu olayın benim yüreğime ve aklıma bıraktığı çok küçük birkaç bir şeyden bahsetmek isterim.

Gördüm ki normal olarak başlayan, hatta çok güzel başlayan bir günün herhangi bir dakikasında vedalaşmak zorunda kalınabiliniyormuş. Derler ya; “Dün geldi geçti, yarın meçhuldür, o halde ömür dediğin bir gündür, o da bu gündür” Her an az sonra ölme ihtimali göz önüne alınılarak yaşanmalı. Gerçekten, samimiyetle bu böyle. Hep kötü olayları kendimizden uzak görürüz ya öyle bir şey yok.

Kaf Suresi 16. Ayette; “Biz ona şah damarından daha yakınız” der. Yakın olduğu söylenilen Allahın melekleridir. Allahın izniyle, beni de o meleklerin kurtardığından hiç şüphem yok. Her insan, böyle bir çarpma sonucu darbe alarak, havada taklalar attıktan sonra bu kadar az hasarla bu tür bir olaydan kurtulamaz.

Yapılmayan şeylerin pişmanlığı, ertelenilen şeyler ve daha çok vakit ayrılması gerekenler. Hepsi vücudunuzda oluşan yaraların acılarıyla içinizde (yüreğinizde, ruhunuzda, vicdanınızda) kanıyorlar. Ama onlara tıbbi bir müdahele yapılamıyor. Çünkü o yaralara müdahele edecek en iyi doktor, insanın kendisi oluyor.

Üzülmenin, sinirlenmenin, hırslanmanın… sahiden boş ve gereksiz olduğunu fark ettiğiniz zamanlar, işte o hayat ile ölüm arasında kaldığınız anlarda gerçekleşiyor.

Neyin değdiğinin, neyin değmediğinin, kaçını iyi ki yapmışımın, kaçını keşke yapsaymışımın, neyin yanınıza kar kalmış olduğunun, hesabına düşüyorsunuz.

Gerçekten hayatın çirkinliklerinden sıyrılmak büyük başarı. Kaçtıkça peşinizden gelen ve siz hızlandıkça hızlanan kötülüklerden uzaklaşabilmeyi bir nebze de olsa başarmak büyük lütuf. Bütün bunlarla uğraşırken güzellikleri kaçırmamak, içinizdeki sevgiyi kollamak, çoğaltmak, mutlu olmak, gülmek, eğlenmek bir o kadar da zor. Ama her şey bir yana, işte görüyorsunuz, her an ölümün nefesi de ensemizde. Kendime soruyorum; kısacık doyamayacağım hayatımda kötü şeylerle mi meşgul olmayı isterim yoksa azrailim her daim  yanımdan ayrılmıyorken, bütün kötülüklerden uzak durmaya gayret ederek mutlu olmayı, mutlu etmeyi, sevmeyi ve sevilmeyi mi isterim ? Buna cevabım; kötülüklerden, zorluklardan ne kadar arınabiliyorsam kar sayıp sevdiklerimi, sevenlerimi yanıma alarak mutlu, huzurlu, neşeli, sağlıklı yoluma devam etmeyi isterim ve bunu seçerim. Gönlüm kararlılıkla bundan yana.

Sizleri çok seviyorum. Ve elbette şükür ediyorum; Allahın sizlerle biraz daha vakit geçirmem için tanıdığı şansa.

Allahım, sana inanıyor, güveniyor, beni anladığını biliyorum.

 

NOT: Bu arada bilmenizi isterim, hayatım gözümün önünden bir film şeridi gibi geçmedi. Yönetmen daha iyi olan kısımları bundan sonrasına dahil edeceğinden, filmin bitimine de daha zaman olduğundan buna gerek görmedi herhalde.

 

 Aşağıda gördüğünüz paylaşımı instagram sayfamdan dışarı çıkmadan önce yani kazadan yarım saat önce paylaşmıştım. Sanki içime doğmuş gibi. Hani sosyal medya sayfalarından görüp çok üzülürdük ya vefat edenlerin kısa bir süre önce yapmış oldukları paylaşımlara... Çoğu da ölümü çağrıştıran şeyler paylaşmış olurlardı. Sonra derdik ki; "Hale bak, adama malum olmuş öleceği"

 

 


Aşağıda gördüğünüz bu resimse yukarıdaki paylaşımı yaptıktan yarım saat sonra ambulansın içinde çekildi.





 



 


 

 

BURAK KIRMIZITUNA VİDEOLARI İÇİN TIKLA:


16 Mayıs 2021 Pazar

YALNIZLIK

ÖLÜMDEN ACIDIR“ 

YALNIZ” ÖLMEK!.......

Bakın, köylerde kimse yalnız ölmez!
Mega kentlerde ise…
Öldüğünden gün geliyor, kimsenin haberi bile olmuyor…
Apartman yaşamı komşuluğu tarihe gömdü…
Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın romanlarındaki gibi…
Pencereden pencereye…
“Huuu Aysel, n’apıyorsun?” diyen yok artık…
Oğlunun eline bi’fincan tutuşturup…
“Git, Emine Teyze’nde şeker varsa biraz versin!” diyen…
Apartman sakini de kalmadı…
Aslında o bi’fincan şeker bahane…
Komşu iyi mi, tuvalete giderken düşmüş filan olmasın…
Dümenidir o…
Yalnızlık acı kaderdir…
Ama…
Yalnız ölmek, ölümden de acıdır…
Sonbahar ya…
Yeşilçam Çınarı’ndan yapraklar dökülüyor habire…
Türk Sineması’nda…
Esas oğlanın sadık dostu rollerinde…
Sevecen tiplemesiyle…
Milyonların sevgilisi olan Süleyman Turan…
83 yaşında…
Yapayalnız öldü…
İşin en acı yanı…
Ünlü aktörün kalp krizinden hayatını kaybettiği…
İki gündür…
Kapıdaki gazeteleri almadığı için…
Şüphelenen komşularının polisi aramasıyla ortaya çıktı…
Çilingir geldi, kapı açıldı…
Polisler ve komşuları “Süleyman Abi”nin cesediyle karşılaştı…
Cenaze evden çıkarılırken…
Komşularından biri şöyle dedi:
“En son bir hafta 10 gün kadar önce görüşmüştük…”
Neden “komşuluk sizlere ömür” dedim, işte bundan!
Kader, bazen ağlarını çok garip örüyor…
Yakınlarının dışında pek kimseler bilmez…
Yıl; 1970…
Neredeyse 50 yıl önce…
Seyahat etmeyi çok seven Süleyman Turan…
Hawaii'ye giden uçağı 15 dakika geciktiği için kaçırıyor…
O uçak iki saat sonra Büyük Okyanus'a çakılıyor…
Kurtulan olmuyor…
Ne garip di’mi?
Yarım asır önce Azrail’e çalım atan ünlü aktör…
Dünyaya gözlerini açtığı İstanbul Kadıköy’deki evinde…
Yapayalnız ruhunu teslim etti…
Aslında, şunu da bilenlerin sayısı azdır…
Süleyman Turan…
Bir Kore Gazisi’dir…
Yedek subay olarak askerlik yaparken Kore Savaşı başlamıştı…
Gönüllü olarak Türk birliğine katıldı, Japonya’ya gitti…
Kader bu ya…
Aklından artistlik geçmeyen bir genç düşünün…
Japonya’da bir gece kulübüne gidiyor ve…
Sular, seller gibi İngilizce konuştuğunu gören yönetmen…
“Şu bar sahnesini seninle çekmek istiyorum” diyor…
İşte bak!
Dönüyor Türkiye’ye…
Üçüncü sınıfta ara verdiği…
İstanbul Üniversitesi İngiliz Filolojisi bölümüne devam etmiyor…
Çünkü, aklı-fikri tiyatroda…
Bir oyunda küçük bi’rol buluyor…
Ancak hayatını da kazanması gerekiyor…
At yarışlarında bilet satmaya başlıyor…
O tarihlerde (1963) Ses Dergisi “Sinema Yıldızı” yarışması açıyor…
Balıklama dalıyor…
Ajda Pekkan ve Ediz Hun birinci seçiliyor…
Yarışmanın hatırına…
“Sayın Bayan” filminde minik bir rol veriyorlar…
Matrak bi’şi daha var…
Afişe sığmaz diye…
Gerçek soyadı “Başturan”ı kısaltıp “Turan” yapıyorlar…
Biz O’nu bugüne kadar hep…
Bu yüzden “Süleyman Turan” olarak tanıyıp, sevdik…
52 yıl boyunca durmadan film çekti…
Sanat hayatı boyunca bi’kez olsun…
Esas Oğlan, yani “jön” rolü yakalayamadı ama…
Biri Adana Altın Koza’da…
Diğeri Antalya Altın Portakal’da…
“En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu” ödüllerini topladı…
“Dikkat Kan Aranıyor” filmindeki…
Akıl hastanesinden kaçan deli rolündeki performansı…
Türk Sineması’nda…
Hala “Oscar”lık rol olarak konuşuluyor…
70′li yılların ortasında…
Yeşilçam’da seks furyası başlayınca…
Tasını tarağını topladı, köşesine çekildi…
Dergi ressamı olarak ekmeğini taştan çıkardı…
Yıllarca çizgi romanları gazetelerde yayınlandı…
Mizah dergisi Akbaba’da karikatürleri baş tacı oldu…
Film afişleri çizdi, kitapları resimledi…
Durmadan senaryo yazıyordu…
Yeşilçam’ın unutulmaz filmlerinden…
“Dönme Dolap”, “Baş Belası” ve “Sevgili Dayım”ın senaryolarında…
Süleyman Turan imzası ışıldar…
Bitiriyoruz…
Görün bakın, bugün cenazede herkes…
“O’nu çok arayacağız” diyecek…
Ben de diyorum ki…
“Eee, arasaydınız o zaman… Arasaydınız da böyle sessiz ve kimsesiz veda etmeseydi sevenlerine…”
Şimdi…
Yüzlerce Türk filminde…
Esas kızların hiç aşık olmadığı iyi adama veda zamanı!
Işıklar içinde uyusun…
Alman edebiyatçı goethe der'ki “Yalnızlık tek kelime, söylenişi ne kadar kolay… Halbuki yaşanması o kadar zordur ki"…





BURAK KIRMIZITUNA VİDEOLARI İÇİN TIKLA:







23 Kasım 2020 Pazartesi

KUMAŞ BU

 

https://www.youtube.com/watch?v=UEbSQiYFRBM

 

“Bu arkadaş yaptığı bu müzikle 251 milyon tıklanıp izlenmiş ve dinlenmiş,bir buçuk milyon beğeni almış.

Millet bunları tercih ediyorsa, peki arkadaşım sen neden konservatuar okuyacaksın? Neden şan okuyacaksın, neden kompozisyon ve orkestra şefliği anasanat dalını bitirmek için çırpınacaksın. Mesela Türk Müziği Ana Sanat Dalını bitirmek senin ne işine yarayacak? Ülkende kimlerin tercih edildiği ortada. Ya sen de o şekilde müzik yapacaksın ya da öğrenim gördüğün dalda ısrarcı olup gireceksin bir mağazaya tezgahtar olup çalışacaksın.

Böyle olunca ben de bu ülkede elbette müzik yapmak için heveslenemem.emek harcamak istemem. Çünkü emeğime yazık, zamanıma yazık, duygularıma yazık olur.

Kime müzik yapacaksınız, kime şarkı söyleyeceksiniz, kime sanat yapacaksınız allahaşkına. Kafanızı çıkarında dışarıya,durumlara ve hallere bir bakın. Kalkıp anlamayana laf mı anlatmaya çalışacağız  bu saatten sonra. Ne olmak istiyorsan onu olursun. Anlayış ortada. Kendi dilimi konuştuğum bir yerde iyi anlamda, anlamlanmayı umuyorum, ne komiktir. 

Öyleyse ne olur? İyi müzik dinleyen bir - iki milyon kişi, cd yada plak alıp iyi ve kaliteli eski çalışmaları dinler, olur biter. Arşivlerden de nostaljik video klipleri izlerler.

Biz de kırk yılda bir kaliteli bir sahne olursa çıkar söyleriz. Yaptığım müzikten anlayan ve gelmek isteyen olursa da gelir dinlerler. 

Ben milyon değil on kişiye razıyım, yeter ki kalplerimiz ve kafalarımız bir olsun.

Çoğunluk bunları dinleyip dursun, her konuda yaptıkları gibi lay lay lom yapsınlar. Yoz, basit ve ucuz müzik seven, bozuk ürün tüketen çok ne yazık ki. Farkında değiller bu bilinçsizliğin zararları  dönüp dolaşıp yine kendilerine olmakta”





                    



BURAK KIRMIZITUNA VİDEOLARI İÇİN TIKLA: