Eminim bir çok seksenler yazısı
okumuşsunuzdur. Yada bizzat dile getirenleri dinlemişsinizdir. Nedir bu ruh ?
Seksenlerin ruhu nedir ? Seksenlerin çocuğu olan, genci olan neden şanslıdır ?
Nasıl bir fenomendir bu seksenler ?
Bu sorulara seksenlerin bir çocuğu
olarak cevap vermem mümkün.
Günümüzle kıyaslama yaparak daha
kolay cevap verebilirim. En önemli unsur bence, benim için her zaman her şeyin
temeli olan ‘’İnsan’’dı. O zamanın toplumunu oluşturan insanlardan
bahsediyorum. Bir duruş, bir tarz ve genel bir hem fikir olma vardı onlarda.
Ortak noktada kolay buluşulabiliyordu. İnsanlar anlaşabiliyordu. Fikirleri ve
zevkleri çoğunlukla uyuşuyordu. Uyuşmasa bile bunu çözmeyi biliyorlardı. Herkes
işinde gücündeydi, maneviyatsa önemliydi. Hisler vardı. Duygular vardı. Bu insancıllık
her şeye yansıyordu: Kişisel yaşamından memnun olmaya, müziğe, üretime,
komşuluğa, iş yeri diyaloglarına, işçi – iş verene, sosyal hayata, dizilere –
filmlere, medyaya, giyime – kuşama, aile içine… Bu saydıklarımın hangisinde
şimdi iyi şeyler, güzellikler bulabiliyoruz ? Bir samimiyet, bir sıcaklık
dalgası vardı o zamanlar. Sanki herkes nasıl yaşanacağını biliyordu. İnanın
öyle mutlu, keyifli ve şanslıyım ki o yılları yaşamaktan. Elbette ufak tefek
kötü şeyler olmuş olabilir ancak o dönemin insanları öyle güzel altından el ele
kalkıyorlardı ki o tür şeylerin, o güzelliklere hiçbir şey gölge düşüremiyordu. Siyaset ise her zaman duygusallıktan uzaktır. O yüzden beni o yılların duyguları, manevi değerleri ilgilendiriyor. Şimdi o döneme ait anılarımı ve düşüncelerimi ayrıntılı anlatsam ayrı bir kitap
oluşur gerçekten.
Hayattan zevk almak öyle güzeldi ki,
hayatın kıymetini bilmek, hiç bitsin istememek çok güzeldi. Şimdi kaç kişi de,
kaç tane bunu dedirtecek bir yaşanmışlık var ? Hayata sarılmak için çok
nedenimiz vardı o zamanlar ?
Günümüzde o zamanları bir kopyalama
sevdası var. Yapay. Bu kopyalama türlerinin içinde o zamanın giyim şekli başta
geliyor. Fakat bilmiyorlar ki o kıyafetlere ruh veren, güzel kılan onların
içindekilerdi, o zamanın insanlarıydı. Retro peruk takmakla, vintage güneş
gözlüğü takmakla, İspanyol paça düşük bel pantolon giymekle olmuyor işte. İlk
çıkan dijital saat Casıo’nun taklidini yapmışlar. Bir dükkanda kasanın yanındaki
reyonda ona bakarken, kızın biri geldi, kasadakine ‘’Bunu iki gün önce aldım,
şimdi çalışmıyor’’ dedi ve geri verdi’’ ‘’Tabii
çalışmaz çünkü orijinal değil. O saatin hiçbir devresinde seksenler ruhu yok
çünkü’’ dedim içimden.
O zamanların sound’larını kullanıp
günümüzde bir şarkı bile yapamazsınız mesela. Olmaz. Onlar o dönemlerde
layığıyla yapıldı. O dönemlerin oksijeni tüketilerek söylendi. O zamanın
ruhuyla… Orjinallerini hala büyük bir zevkle dinliyoruz. Asla geri
dönemezsiniz. Gelecekte eskiyi de yaratamazsınız. Bunun en oluru, o zamanlardan
gelen o ruhu ve çizgiyi bozmamaktı. İşte o zaman biz aynı kalabilirdik.
O zaman, çocuk halimle yetişkin
dizilerini büyük bir ilgiyle takip ediyordum. Konularına hakimdim, gelecek
hafta nerden başlayacağını biliyor, karakterlerini tanıyordum. Dallas, Beyaz
Gölge, Mavi Ay, MacGyver, Alf, Görevimiz Tehlike, Kara Şimşek, Shogun, Altın
Kızlar, Benny Hill, Cosby Ailesi, Charles İş Başında, Webster, A Takımı, San
Francisco Sokakları, Ziyaretçiler, Hayat Ağacı gibi. Çicgi dizilerden; Arı
Maya, He Man, Red Kit, Hop Hop Hop Ton Ton, Voltran… Trt’deki Pazar konseri’ni
de severdim. Klasik bir konser olsa da.
Şimdi hiç dizi izlemiyorum. Poyraz
Karayel, Ezel, Aşk-ı Memnu, Behzat Ç ‘mi izlemeliydim ? Haberlere bakıyorum,
vaktim varsa film kanallarında yada dvd’de film izliyorum.
Plastik bir arabaya uzun bir tel
takılmış ucu direksiyon şeklinde yuvarlanıp kıvrılmış bir oyuncakla dünyaların
benim olması. Mısır çarşısında üçgen ufak plastik küçücük bir torbada bir kullanımlık
kolanya satılması; en pahalı parfüme değişmem. ‘’He man’’ çizgi dizisinin oyun
kartlarını az mı biriktirirdim. Sokakda arkadaşlarla oynar, kartları kaybedince
o gün uyuyamazdım. Her arabayı kara şimşek dizisinin ‘’Kit’’ i gibi konuşuyor
sanırdım. Taa ki taksici yol ücretini kendi ağzıyla söyleyene kadar. Ananem ile
tramvay gezilerimizi, hafta sonları Rex sinemasındaki Kemal Sunal filmi keyiflerimizi
çok özledim çok. Belki o yüzden Mars’lı olabileceğimi düşünüyorum. 1980’lere
kadar da Mars’ta yaşadığımı. Çünkü ben bu hayata ait olamam.
Şimdi size tarihe yine bir iz
bırakmak adına bir resim paylaşacağım. Ben yok olduktan sonra bit pazarında yerlere
düşmeden sizinle paylaşmak benim için bir şeyleri kurtaracaktır. Hiç olmazsa bu
satırlarda ve internet gibi bir okyonusda sonsuza kadar kalsın, yaşasın.
Burada tam bir seksenler genciyim. Kendi
odamdayım. Güleyim mi, ağlayayım mı bilemedim. Altımdaki kot hiç unutmam, o
zamanın çok tutulan modellerinden, ‘’Şalvar Kesim’’ denilen modeldendi. Yani bu
gün erkeklerin giydiği tayt (fit) modelinin tam tersi. Yüksek bel ve bol
kesimdi. Ayağımda da ‘’Jump’’ marka boğazlı bir spor ayakkabı olması lazım.
Bıyıklarım yeni yeni çıkmaya başlamıştı. J Kütüphanemde, en üst rafta görüldüğü gibi ‘’Ana Britannica’’
ansiklobedileri yer almakta. O zamanlar gazeteler kupon karşılığında böyle
insanların kültür ve bilgi dağarcıklarını zenginleştirecek şeyler verirlerdi.
Ama hiç unutmam, babam bunları bütçesini denkleştirip bizzat gidip parasıyla almıştı. Onun bir
altındaki rafsa tam bir efsane; o zamanın bilgisayarının (ya atari’nin
bilgisayar modeliydi, yada commodore’un üst modellerinden biriydi, tam
hatırlamıyorum) oyun kasetleri durmakta. Onun altındaki rafın sağında duran
kaset çalar gibi bir alet var ya, ona takıp yükleme yapıyordunuz. O kasetlerin
yanında, o tarihte, çıkışının üzerinden altı yedi sene gibi bir süre geçmiş
olan MJ’in ‘’Thriller’’ albümünün kaseti bulunmakta. Moonwalk yaparak halı
aşındırdığım, çorap deldiğim zamanlar. J
O rafta bir efsane daha var: ‘’Joystick’’ yani şimdiki play station dört kontrol panelinden çok daha havalı ve zevkli olan şey. O, o dönemin en son teknolojisiyle yapılmış, en son çıkan modeliydi. Kırmızı düğmeler action düğmeleriydi, ateş ediyor yada el – ayak hareketleri yapıyordunuz. Joystick’in altında dört adet vakum vardı. Oynayacağınız düz bir yere yapıştırıyordunuz. İsmini direkt Türkçeye çevirdiğinizde her ne kadar ‘’Zevk Çubuğu’’ olarak telaffuz edilse de ve de başka anlamalara çekilip espiri konusu olsa da, gerçekten o kumandayla oynamak çok zevkliydi. Ve de alt rafta muhteşem bilgisayarım. Üstünde soket girişi var. Soket şeklindeki oyunlar için. Harici bellek falan öyle bir şey keşif edilmemiş o zamanlar daha. Yanında eski model bir ‘’Joystick’’ duruyor. İlk çıkandan. Hiç unutmam babam bir hafta sonu için kardeşim ve benim için bir ‘’Atari’’ konsolu kiralamıştı. Siyah bir kutuydu ve üstünden soket şeklindeki oyunları koyup oynuyordunuz. Bildiğiniz orijinal ‘’Atari’’ daha yeni piyasaya çıkmıştı. Babam onu almaya bir bütçe ayıramamış, bir arkadaşından kiralamıştı. Ben de Atari’yi iade etmek için götüreceği zaman joystick’ten bir tanesini saklamıştım. Sonra sorun çıkmamıştı öyle hatırlıyorum. Geri alan adam bir şey dedi mi demedi mi, bilmiyorum. Bana geri dönüşü olmamıştı çünkü. J Kütüphanenin sağ çekmecesinde Blue Jean dergisinin verdiği o zamanın şarkıcılarının çıkarmalarını yapıştırdığımı görüyorsunuz. Resimde arkamda kalan görmediğiniz ranzanın üzerindeyse yüzlercesi var. Odanın duvarlarındaysa Blue Jean posterleri. Kütüphanenin altında bir oyuncak sepeti, içindeyse Star Wars figürleri olmalı. Sağda üçlü sehpa diye tabir edilen bir mobilyanın üzerinde yine o zamanın son teknolojisiyle yapılmış bir ‘’Tüp’’lü televizyon var. Bir de salonumuzda ‘’JVC’’ marka yine o zamanlar yeni yeni çıkmaya başlamış olan video player ile yine teknolojinin son harikası hem kaset çalar hem de pikap çalarımız vardı. Salondaki tüplü televizyonumuz ise mavi nokta ‘’Blaupunkt’’tu. İlk renkli televizyonumuz. Babamın teknoloji merakı ve takibi zamanında işime çok yaramıştı. Hala da yaramak da. Odamın duvarları o zaman her evin duvarında olmayan, o zaman daha pek kabul görmemiş duvar kağıdıyla kaplı. Halıfleks diye bir şey de evimizin yerlerine döşenmişti. Bunlar o zamanlar çok ilginç, lüks ve yeni keşfedilip denenen şeylerdi.
O rafta bir efsane daha var: ‘’Joystick’’ yani şimdiki play station dört kontrol panelinden çok daha havalı ve zevkli olan şey. O, o dönemin en son teknolojisiyle yapılmış, en son çıkan modeliydi. Kırmızı düğmeler action düğmeleriydi, ateş ediyor yada el – ayak hareketleri yapıyordunuz. Joystick’in altında dört adet vakum vardı. Oynayacağınız düz bir yere yapıştırıyordunuz. İsmini direkt Türkçeye çevirdiğinizde her ne kadar ‘’Zevk Çubuğu’’ olarak telaffuz edilse de ve de başka anlamalara çekilip espiri konusu olsa da, gerçekten o kumandayla oynamak çok zevkliydi. Ve de alt rafta muhteşem bilgisayarım. Üstünde soket girişi var. Soket şeklindeki oyunlar için. Harici bellek falan öyle bir şey keşif edilmemiş o zamanlar daha. Yanında eski model bir ‘’Joystick’’ duruyor. İlk çıkandan. Hiç unutmam babam bir hafta sonu için kardeşim ve benim için bir ‘’Atari’’ konsolu kiralamıştı. Siyah bir kutuydu ve üstünden soket şeklindeki oyunları koyup oynuyordunuz. Bildiğiniz orijinal ‘’Atari’’ daha yeni piyasaya çıkmıştı. Babam onu almaya bir bütçe ayıramamış, bir arkadaşından kiralamıştı. Ben de Atari’yi iade etmek için götüreceği zaman joystick’ten bir tanesini saklamıştım. Sonra sorun çıkmamıştı öyle hatırlıyorum. Geri alan adam bir şey dedi mi demedi mi, bilmiyorum. Bana geri dönüşü olmamıştı çünkü. J Kütüphanenin sağ çekmecesinde Blue Jean dergisinin verdiği o zamanın şarkıcılarının çıkarmalarını yapıştırdığımı görüyorsunuz. Resimde arkamda kalan görmediğiniz ranzanın üzerindeyse yüzlercesi var. Odanın duvarlarındaysa Blue Jean posterleri. Kütüphanenin altında bir oyuncak sepeti, içindeyse Star Wars figürleri olmalı. Sağda üçlü sehpa diye tabir edilen bir mobilyanın üzerinde yine o zamanın son teknolojisiyle yapılmış bir ‘’Tüp’’lü televizyon var. Bir de salonumuzda ‘’JVC’’ marka yine o zamanlar yeni yeni çıkmaya başlamış olan video player ile yine teknolojinin son harikası hem kaset çalar hem de pikap çalarımız vardı. Salondaki tüplü televizyonumuz ise mavi nokta ‘’Blaupunkt’’tu. İlk renkli televizyonumuz. Babamın teknoloji merakı ve takibi zamanında işime çok yaramıştı. Hala da yaramak da. Odamın duvarları o zaman her evin duvarında olmayan, o zaman daha pek kabul görmemiş duvar kağıdıyla kaplı. Halıfleks diye bir şey de evimizin yerlerine döşenmişti. Bunlar o zamanlar çok ilginç, lüks ve yeni keşfedilip denenen şeylerdi.
Evet sevgili okuyucular, geçmiş
geçmişte kaldı. Ama benim için ağzıma bir parmak çaldı. Geri getiremem.
Getirmekte istemem. Bu zamanda çok üzülürlerdi çünkü. Hepsi kalbimde, aklımda.
O zamanları yaşamak ve sahip olmak büyük bir deneyim ve artı oldu benim için.
Şimdi ki neslin o dünyayı görmesini çok isterdim. Kendi maneviyatlarında
göremedikleri şeyleri görür, keşif edemedikleri şeyleri keşfeder ve
şaşırırlardı. Duygularında ne kadar eksik şeyler olduğunu anlar, şaşırırlardı.
Ne yazık ki bu mümkün değil. Geçmişteki güzellikleri rahat bırakıp rahat
uyumalarına izin vermeliyiz. Her şeyin.
Artık, biz ne güzellikler yarattık,
ne güzellikler yaratabiliriz ve iyi yönde nasıl gelişebiliriz için düşünerek harekete
geçmenin hesabını yapmalıyız.
BURAK KIRMIZITUNA VİDEOLARI İÇİN TIKLA:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder