1
HAYATA OLAN BAKIŞ AÇINIZ
Bir baba ile kızı
dertleşiyormuş. Kız babasına, çok sıkıntı
çektiğinden, sorunlarla baş
edemediğinden bahsetmiş.
Babası kızını dinlemiş,
kızını mutfağa götürmüş.
– Gel, sana bir şey
göstereceğim!
Ünlü bir aşçı olan baba, ocağa üç
tane eşit büyüklükte kap koymuş, üçüne de eşit su koymuş ve üçünün de altını
aynı miktarda yakmış. Ve birinci kaba bir havuç, diğerine bir adet yumurta, diğerine ise bir
avuç çekilmemiş kahve
çekirdeği koymuş. Ve her üçünü de tam 20 dakika pişirmiş. Daha sonra ateşi
kesmiş. Sonra masaya 2 tane tabak bir tane de boş bardak koymuş. İlk önce haşlanmış havucu alıp bir
tabağa koymuş. Sonra pişmiş
yumurtayı diğer tabağa koymuş. Sonra da suya iyice sinmiş ve tam kıvamında kahve
görüntüsü olan kahveyi de alıp bir bardağa boşalttıktan sonra kızına dönerek,
– Kızım, söyle bakalım
ne görüyorsun?
Kızı;
– Havuç, yumurta ve
kahve
Kızını masaya iyice
yaklaştıran baba bunlara daha yakından bakmasını istemiş. Kızının şaşkınlığını
gören baba, anlatmaya devam etmiş:
– Havuç haşlandığı için yumuşak bir hal aldı.
Yumurta, artık pişmekten içi katılaşmış
sert bir hale geldi. Kahve ise, harika
olmuş. Tadı da çok hoş.
Kız, iyice şaşırarak
sormuş;
– Baba, bunu bana niçin
gösteriyorsun?
Babası;
– Hepsi aynı şekil kapta,
aynı sıcaklıkta, aynı dakika pişti. Fakat hepsi bu etkiye farklı tepki
verdiler. Havuç
ilk başta sertti, güçlü idi; ama kaynatılınca yumuşadı, güçsüzleşti, çözüldü. Yumurta çok kırılgandı,
hafifçe dokunsan çatlayabilirdi; ama kaynatılınca içi sertleşti, hatta
katılaştı. Bir avuç çekilmemiş kahve
ise yine sertti, hepsi birbirine benziyordu. Fakat ısıtılınca ne oldu; bu kahve
çekirdekleri, ısındılar, gevşediler ve içinde oldukları suya yayıldılar. Suyu
eşsiz bir tat da bir kahveye çevirdiler. Şimdi söyle bakalım kızım sen
hangisisin?
Zorluklarla
karşılaştığın zaman nasıl tepki gösteriyorsun?
-
Havuç gibi
sıkıntılara, problemlere rast gelince çözülüyor musun, benliğini koruyamıyor
musun?
-
Yumurta gibi
katılaşıyor, başta kendin olmak üzere kimseye faydan dokunmuyor mu?
-
Kahve gibi
hayata,insanların içine karışıp insanlara mutluluk veren, huzur veren,
ağızlarına lezzet veren bir sevgi kaynağı mısın?
Hayat akarken hayata bakış açımız sıkıntılara karşı duruşumuzu
belirler.
2
HER ŞEYİ DERT ETMEYİN,HAYATINIZDA TAŞIMAYIN
İki keşiş nehir boyunca giderken,
nehrin karşısına geçmek için yardım bekleyen bir kadına rastlamışlar. Kadın
yüzme bilmiyormuş ve bu yüzden çok korkuyormuş.
Keşişlerden genç olanı kadına yardım edemeyeceklerini çünkü inançları
gereği kadınlarla temas kurmalarının yasak olduğunu söylemiş. Fakat kesişlerden
yaşlı olan, genç kadına yardım edeceğini söylemiş ve kadını sırtına alarak
nehrin diğer yanına geçirmiş. Diğer keşiş bu durumdan hiç memnun olmamış. Ama
kadın keşişe yardım ettiği için çok teşekkür etmiş, şükranını göstermek için
tekrar tekrar önünde eğilmiş.
Keşişler yollarına devam etmişler. Yol boyu genç keşiş kendi kendine
söyleniyormuş. Yaşlı keşiş dayanamayıp yaklaşık bir mil sonra sormuş:
– Neden hala söyleniyorsun, bir sıkıntın mı var?
Genç keşiş kızmış olarak cevap vermiş:
– Biz keşişiz; bir kadını sırtında taşıyıp karşıya geçirmek şöyle
dursun, kadınlara bakmamız
bile yasak. Nasıl böyle bir hareket yapabildin?
Diğer keşiş gülümseyerek cevap vermiş;
– Ben o genç kadını
bir mil geride bıraktım. Sen neden hala taşıyorsun?
Hayatın akışında her şeyi kendinize dert ederseniz, bunlar size artık katlanamayacak
yükler haline gelir. Geçmişte olan olaylar üzerine yoğunlaşmanın yükünüzü
artırmaktan başka faydası olmaz. Yüzümüzü geçmişe dönmek yerine geleceğe bakmak
gerekir.
3
İYİ NİYET
Arjantinli ünlü golfcü Robert
de Vincenzo, yine bir turnuvayı kazanmış, ödülünü alıp, kameralara poz vermiş
ve kulüp binasına gidip oradan ayrılmak üzere hazırlanmıştı.
Bir süre sonra binadan çıkıp
otoparktaki arabasına yürürken yanına bir kadın yaklaştı. Kadın, başarısını
kutladıktan sonra ona çocuğunun çok hasta ve ölmek üzere olduğunu anlattı.
Zavallı kadının hastane mas¬raflarını ödemesi imkânsızdı.
Kadının anlattığı öykü De
Vincenzo'yu çok etkilemişti; hemen cebinden bir kalem çıkarttı ve turnuva¬dan
kazandığı paranın bir miktarını yazdı çek defteri¬ne. Çeki kadının eline
sıkıştırırken de ona; "Umarım, bebeğinin iyi günleri için harcarsın"
dedi. Ertesi hafta kulüpte öğle yemeği yerken, profesyonel golf derneği¬nin bir
görevlisi yanına gelerek, "Otoparktaki görevli çocuklar, geçen hafta
turnuvayı kazandıktan sonra ya¬nınıza bir kadının geldiğini ve onunla
konuştuğunuzu söylediler bana" dedi. De Vincenzo, "evet"
anlamında başını salladı.
Görevli, "Size bir
haberim var. O kadın bir sahte¬kârdır. Üstelik, hasta bir çocuğu da yok. Sizi
fena hal¬de kandırmış arkadaşım."
De Vincenzo, "Yani ortada
ölümü bekleyen bir bebek yok mu?" dedi.
"Hayır, yok!" dedi
görevli.
"İşte bu, bu hafta
duyduğum en iyi haber" dedi, De Vincenzo.
4
EMEĞİNİZİ DEĞERLENDİRENLERE
Hindistan’da renklerin ustası
anlamına gelen Ranga Guru adı verilen çok ünlü bir ressam
varmış.
Onun yetiştirdiği bir ressam olan
Raciçi ise artık eğitimini tamamlamış, son resmini yaparak Ranga Guru’ya
götürmüş ve ondan resmini değerlendirmesini istemiş. Rangu Guru ise;
– Sen artık ressam sayılırsın
Racaçi ve artık senin resmini halk değerlendirecek diyerek resmi şehrin en
kalabalık meydanına götürmesini ve en görünen yerine koymasını istemiş. Yanına
da kırmızı bir kalem
koyarak, halktan beğenmedikleri yerlere çarpı atmalarını rica eden bir yazı bırakmasını istemiş.
koyarak, halktan beğenmedikleri yerlere çarpı atmalarını rica eden bir yazı bırakmasını istemiş.
Raciçi denileni yapmış. Birkaç
gün sonra resme bakmaya gittiğinde tüm resim kırmızı çarpılar içinde ve
neredeyse görünmüyor. Emeğini ve yüreğini koyarak yaptığı tablo kırmızıdan bir
duvar sanki. Üzgün bir şekilde resmi Ranga Guru’ya götürmüş ve ne kadar üzgün
olduğunu belirtmiş. Ranga Guru üzülmemesini ve yeniden resme devam etmesini
önermiş. Raçici, yeniden resmini yapmış ve Rangu Guru’ya götürmüş. Rangu Guru
tekrar resmi aynı meydana ama bu sefer yanına bir palet dolusu çeşitli
renklerde yağlı
boya ve birkaç fırça ile birlikte bırakmasını istemiş. Resmin yanına da insanlardan beğenmedikleri yerleri düzeltmesini rica eden bir yazı bırakmasını söylemiş.
boya ve birkaç fırça ile birlikte bırakmasını istemiş. Resmin yanına da insanlardan beğenmedikleri yerleri düzeltmesini rica eden bir yazı bırakmasını söylemiş.
Raciçi resmi meydana götürmüş.
Birkaç gün sonra resmi görmeye gittiğinde meydanda resmine hiç dokunulmamış,
fırçalar da boyalar da kullanılmamış. Çok sevinmiş ve koşarak Ranga Guru’ya
gitmiş ve resme dokunulmadığını söylemiş. Ranga Guru ise öğrencisine demiş ki;
– Sevgili Raciçi, sen ilk
seferinde, insanlara fırsat verildiğinde ne kadar acımasız eleştiri
yapabileceğini gördün. Hayatında resim yapmamış insanlar dahi gelip senin
resmini karaladı. Oysa ikinci seferde, onlardan hatalarını düzeltmelerini
istedin, yapıcı olmalarını istedin. Yapıcı olmak, eğitim gerektirir. Hiç kimse bilmediği bir konuyu düzeltmeye kalkmadı.
Sevgili Raciçi, mesleğinde usta
olman yetmez, bilge de olmalısın. Emeğinin
karşılığını ne yaptığından haberi
olmayan insanlardan alamazsın. Onlara
göre senin emeğinin hiçbir değeri yoktur. Sakın emeğini bilmeyenlere sunma ve
asla bilmeyenlerle tartışma.
5
FIRSATLARI KAÇIRMAK
Kasabanın birinde, güzelliği
dillere destan bir kız varmış. Kendisiyle evlenmek isteyen uzak
ülkelerden gelen nice prensi, asili, zengini, yakışıklı delikanlıyı reddetmiş. Kimseleri
kendine layık
görmüyormuş. Kıza gönlünü kaptırmış, aynı kasabada yaşayan genç bir delikanlı
da bu kızı istemiş. Ama kız onu da beğenmemiş. Bizim delikanlı günün
birinde kasabadan ayrılmış. Başka biriyle evlenmiş, çocukları olmuş, yeni bir hayat kurmuş.
Uzun zaman sonra yolu yaşadığı güzel, şirin kasabaya düşmüş. Aklına bir
zamanlar aşık
olduğu kız gelmiş, ona ne olduğunu merak etmiş. Tanıdık bir yaşlı adam,
güzel, büyük bir gül
bahçesi olan bir evi göstererek kızın evlendiğini söylemiş.
Kimseleri beğenmeyen güzel kızın kiminle evlendiğini görmek istemiş. Kocasını
evden çıkarken görmüş. Kızın kocası şişman,
kel, çok çirkin ve kaba bir adammış. Üstelik zengin de
değilmiş. Nasıl oldu da böyle biriyle evlendiğini merak eden adam, kızın kocası
gittikten sonra evin kapısını çalmış. Kız kapıyı açınca adamı tanımış. Adam
sormuş:
– Sen ki hiç birimizi beğenmedin, nice kısmetlerini geri çevirdin, nasıl
oldu da böyle biriyle evlendin demiş?
Kız da ona:
– Sana cevabı vereceğim fakat önce gül bahçemdeki en güzel gülü koparıp getireceksin,
yalnız tek şartım, bahçede ilerlerken geriye dönmeyeceksin.
Adam peki demiş ve çok güzel güllerin olduğu bahçede ilerlemeye
başlamış. Önce çok güzel sarı
bir gül görmüş. En güzel gül bu derken biraz ilerde daha güzel
kocaman pembe bir gül
daha görmüş. Tamam budur işte diye düşünürken daha ilerde muhteşem güzellikte kırmızı bir gül goncası
gözüne ilişmiş. Bir türlü karar verememiş, en güzel çiçeği bulacağım derken bir
de bakmış ki bahçenin sonuna gelmiş, geriye dönemeyeceği için bahçenin sonunda
yaprakları solmuş cılız bir
gülü mecburen koparıp kıza götürmüş.
Kız gülü almış ve adama demiş ki:
– Bak gördün mü? Her zaman daha
iyisini bulacağını düşünürken ömür geçer de sonunda en kötüsüne
razı olmak zorunda kalırsın. Bu yüzden gençlik
bitmeden elindekinin değerini bilip, yetinebilmeyi öğrenmek
gerekir.
Hayat akarken birçok fırsatla
karşılaşırız. Kimimiz fırsatların
değerini bilir, kimimiz ise birçok fırsatı kaçırıp görmeden yanı başından geçip
gider. Ömür dediğin yoldan geçerken aynı şartlar altında bir daha geçemeyiz.
Bir hedefe öylesine kilitleniriz ki karşımıza çıkan diğer fırsatları kaçırırız.
Bir gün bir bakmışız hedeflediğimiz noktadan da uzaklaşıp çok farklı bir
noktaya gelmişiz. Hayatımıza dönüp baktığımızda geriye kalan sadece kaçmış
birçok fırsat ve bize kalan içimizi kemiren “KEŞKE” diye yankılanan düşüncülerimiz olur.
6
EKSİKLİKLERİNİZ HAYATINIZDA BİR SORUN DEĞİL
İki yılın sonunda bir
gün çatlak kova ırmağın kıyısında sucuya seslenmiş.
– Kendimden utanıyorum
ve senden özür dilemek
istiyorum.
Sucu sormuş;
– Neden utanç duyuyorsun?
Kova cevap vermiş;
– Çünkü iki yıldır
çatlağımdan su sızdığı için taşıma görevimin sadece yarısını yerine
getirebiliyorum. Benim kusurumdan
dolayı sen bu kadar çalışmana rağmen, emeklerinin tam karşılığını alamıyorsun.
Sucu şöyle demiş.
– Patronun evine
dönerken yolun kenarındaki çiçekleri fark etmeni istiyorum.
Gerçekten de tepeyi
tırmanırken çatlak kova patikanın bir yanındaki yabani çiçekleri ısıtan güneşi görmüş. Fakat
yolun sonunda yine suyunun yarısını kaybettiği için kendini kötü hissetmiş ve
yine sucudan özür dilemiş.
Sucu kovaya sormuş.
– Yolun sadece senin
tarafında çiçekler olduğunu ve diğer kovanın tarafında hiç çiçek olmadığını
fark ettin mi?… Bunun sebebi benim senin kusurunu bilmem ve ondan
yararlanmamdır. Yolun senin tarafına çiçek tohumları ektim ve her gün biz
ırmaktan dönerken sen onları suladın. İki yıldır ben bu güzel çiçekleri
toplayıp onlarla patronumun sofrasını süsleyebildim. Sen böyle olmasaydın, o
evinde bu güzellikleri
yaşayamayacaktı.
Hayatın akışında
eksikliklerinizi avantaja çevirebilirsiniz. Eksiklerinizden utanmak yerine size
nasıl bir avantaj sağlayabileceğini bulabilirsiniz.
7
DEĞİŞİM
Hayata veda etmiş bir
din adamının mezar taşının üstünde
yazılı olan bir yazı:
“Genç ve özgür iken,
düşlerim sonsuzken, dünyayı
değiştirmek isterdim. Yaşlanıp akıllanınca, dünyanın
değişmeyeceğini anladım.
Ben de düşlerimi biraz
kısıtlayarak sadece memleketimi
değiştirmeye karar verdim. Ama o da değişeceğe benzemiyordu.
İyice yaşlandığımda,
artık son bir gayretle, sadece ailemi, kendime en yakın olanları değiştirmeyi denedim. Ama
maalesef bunu kabul ettiremedim.
Ve simdi ölüm döşeğinde
yatarken birden fark ettim ki, önce yalnız kendimi değiştirseydim, onlara örnek olarak
ailemi de değiştirebilirdim.
Onlardan alacağım
cesaret ve ilhamla, memleketimi daha ileri götürebilirdim. Kim bilir,
belki dünyayı bile değiştirebilirdim.”
Hayat akarken değişim
önce insanın kendisi
ile başlar. Kendi hayatında bir fark yaratamayan başkalarında hayatında fark
yaratamaz.
8
ÇOCUK
KALBİ
Adam, bir
haftanın yorgunluğundan sonra, pazar sabahı kalktığında keyifle eline
gazetesini aldı ve bütün gün keyif yapıp evde oturacağını hayal ediyordu.
Tam bunları düşünürken oğlu koşarak geldi ve parka ne zaman gideceklerini
sordu. Baba, oğluna söz vermişti; bu hafta sonu parka götürecekti
onu, ama hiç dışarıya çıkmak istemediğinden bir bahane uydurması
gerekiyordu. Sonra gazetenin promosyon olarak dağıttığı dünya haritası
gözüne ilişti. Önce dünya haritasını küçük parçalara ayırdı ve oğluna
uzattı:
- "Eğer bu
haritayı düzeltebilirsen seni parka götüreceğim!" dedi.
- Sonra
düşündü:
"Oh be,
kurtuldum! En iyi Coğrafya profesörünü bile getirsen bu haritayı akşama
kadar düzeltemez!"
Aradan on dakika
geçtikten sonra oğlu babasının yanına koşarak geldi:
- "Babacığım,
haritayı düzelttim. Artık parka gidebiliriz!" dedi.
Adam önce inanamadı
ve görmek istedi. Gördüğünde de hayretler içindeydi ve oğluna bunu nasıl
yaptığını sordu. Çocuk şu ibretlik açıklamayı yaptı:
- "Bana verdiğin
haritanın arkasında bir insan resmi vardı. İnsanı düzelttiğim zaman dünya
kendiliğinden düzelmişti!"
BAŞARI ZENGİNLİK VE SEVGİ
Alışverişe gitmek üzere evden çıkan bir kadın, kapısının karşısındaki
kaldırımda oturan bembeyaz sakallı üç yaşlıyı görünce önce duraksadı; sonra
onları, tüm içtenliğiyle evine davet etti: "Burada böyle oturduğunuza
göre, üçünüz de kesinlikle acıkmış olmalısınız" dedi. "Lütfen içeri
gelin, size yiyecek bir şeyler hazırlayayım."
Üç yaşlıdan biri, kadına, eşinin evde olup olmadığını sordu. Kadın, eşinin
biraz önce çıktığını, şu anda evde olmadığını söyledi. Yaşlı adam, başını iki yana
salladı: "Eşiniz evde değilse, biz de davetinizi kabul edemeyiz"
dedi.
Akşam eşi geldiğinde, kadın karşı kaldırımdaki yaşlı adamlarla arasında
geçen konuşmayı anlattı. "Senin evde olmadığını öğrenince, içeri girmek
istemediler" dedi. Yaşlı adamların bu davranışlarını öğrenince, kadının
eşi üzüldü. "Bir bakıversene dışarı" dedi. "Hâlâ oradalarsa,
şimdi davet edebilirsin eve."
Kadın kapıyı açar açmaz, karşı kaldırımdaki bembeyaz sakallı üç yaşlıyla
yeniden karşılaştı. "Eşim geldi, şimdi evde" dedi ve onlara davetini
yineledi; "Yemeğimizi birlikte yemek için sizi şimdi davet edebilir miyim
evimize?"
Kadının davetine yaşlılardan biri cevap verdi:
"Biz hiçbir eve üçümüz birlikte gitmeyiz" dedi ve kısa bir
duraksamadan sonra, bir açıklama yaptı:
"Sağ yanımdaki bu arkadaşımın adı, zenginliktir. Bu yanımda oturan
arkadaşımın adı başarı, benim adım ise sevgidir." Kendini ve arkadaşlarını
tanıttıktan sonra sevgi, kadına ilginç bir öneride bulundu: "Şimdi evinize
gidin ve eşinizle baş başa verip, bir karara varın" dedi. "İçimizden
sadece birimizi davet edebilirsiniz evinize. Hangimizi davet etmek istediğinize
karar verin; sonra gelin, kararınızı bize bildirin."
Kadın, sevginin önerisini eşine anlattığında, adam sevinçten göklere
fırladı. "Aman, ne güzel! Ne güzel!" dedi. "Hangisini davet
edeceğimizi bize bıraktıklarına göre, biz de içlerinden zenginliği davet ederiz
ve evimiz de bir anda zenginliğe kavuşmuş olur.
"Eşinin kararı, kadının hiç de hoşuna gitmedi. "Başarıyı davet etsek, daha mantıklı bir karar vermiş olmaz mıyız, kocacığım?" dedi.
"Eşinin kararı, kadının hiç de hoşuna gitmedi. "Başarıyı davet etsek, daha mantıklı bir karar vermiş olmaz mıyız, kocacığım?" dedi.
Kaymvalidesiyle, kayınpederinin bu konuşmasına, içerideki odada bulunan
gelinleri de kulak misafiri olmuştu. Koşarak içeri girdi ve o da kendi
önerisini söyledi: "En doğru karar, sevgiyi davet etmek değil midir?"
dedi. "Düşünsenize! Evimiz bir anda sevgiye kavuşacak."
Gelinin bu önerisi, kayınpederin de, kayınvalidenin de çok hoşlarına gitti.
"Tamam, en doğru karar bu olacak" dediler. "Sevgiyi davet
edelim..."
Kadın kapıyı açtı ve üç yaşlıya birden sordu:
"içinizde hanginiz sevgiydi? Onu davet etmeye karar verdik. Lütfen
buyursun..."
Sevgi ayağa kalktı, eve doğru yürümeye başladı. Arkadaşları da ayağa
kalktılar ve sevginin arkasından, onlar da eve doğru yürümeye başladılar.
Kadın, büyük bir şaşkınlık ve heyecan içinde, zenginlikle başarıya sordu:
"Siz niçin geliyorsunuz? Ben yalnız sevgiyi davet etmiştim."
Kadının bu sorusuna, üç yaşlı birlikte cevap verdiler:
"Eğer içimizden yalnız zenginliği ya da başarıyı davet etmiş
olsaydınız, davet edilmeyen ikimiz dışarıda bekleyecektik. Fakat siz sevgiyi
davet ettiniz. Bu durumda üçümüz birden gelmek zorundayız evinize."
Ve kadının "Niçin?" diye sormasını beklemeden, zenginlik ve
başarı sözlerini şöyle sürdürdüler: "Çünkü sevginin olduğu her yerde,
bizler de her zaman onun yanında bulunuruz."
10
KARARLAR
İki
kız kardeş varmış, bilgiye açlarmış ve okullarındaki, etraflarından aldıkları
bilgi yetersiz olmuş.
11
KIZILDERİLİ
BAKIŞIYLA İYİLİK KÖTÜLÜK
Yaşlı kızılderili
reisi kulübesinin önünde torunuyla oturmuş, az ötede birbiriyle boğuşup
duran iki kurt köpeğini izliyorlardı. Köpeklerden biri beyaz,
biri siyahtı ve 12 yaşındaki çocuk kendini bildi bileli o köpekler
dedesinin kulübesi önünde boğuşup duruyorlardı. Dedesinin sürekli göz
önünde tuttuğu, yanından ayırmadığı iki iri kurt köpeğiydi bunlar.
Çocuk, kulübeyi korumak için bir köpeğin yeterli olduğunu düşünüyor,
dedesinin ikinci köpeğe neden ihtiyacı olduğunu ve renklerinin
neden illa da siyah ve beyaz olduğunu anlamak istiyordu artık. O
merakla, sordu dedesine: Yaşlı reis, bilgece bir
gülümsemeyle torununun sırtını sıvazladı.
– “Onlar” dedi,
“benim için iki simgedir evlat.”
– “Neyin simgesi”
diye sordu çocuk.
– “İyilik ile
kötülüğün simgesi. Aynen şu gördüğün köpekler gibi, iyilik ve
kötülük içimizde sürekli mücadele eder durur. Onları seyrettikçe ben
hep bunu düşünürüm. Onun için yanımda tutarım onları. Çocuk, sözün
burasında; ‘mücadele varsa, kazananı da olmalı’ diye düşündü ve her
çocuğa has, bitmeyen sorulara bir yenisini ekledi:
– “Peki” dedi. “Sence
hangisi kazanır bu mücadeleyi?”
Bilge reis, derin bir
gülümsemeyle baktı torununa.
– “Hangisi mi
evlat? Ben, hangisini daha iyi beslersem!”
12
İYİLİK VE KÖTÜLÜK HİKAYESİ
13
ONA
VARMAK
(Bir bilge ile kendisine yirmi yıl talebelik yapan birinin arasında geçen bir konuşma):
- Kaç yıldır benim yanımdasın?
- Yirmi yıldır efendim.
- Bu zaman süresince benden ne
öğrendin?
- Hiçbir şeyle değişmeyeceğim
yedi gerçek öğrendim.- Ömrüm seninle geçtiği halde topu topu yedi gerçek mi öğrendin?
- Evet!
- Söyle bakalım öyleyse, neler öğrendin?
- Baktım ki herkes bir şeyi dost ediniyor, ona gönül verip bağlanıyor. Ancak, bunların hemen hepsi insanı yarı yolda bırakıyor. Ben ise, beni hiç bırakmayacak, ölümden sonra bile benimle gelecek şeyleri aradım. Ve dost olarak iyilikleri seçtim kendime. Onlar sonsuz bir yükselme yolculuğuna çıkmayı seçmiş bir insann hiç tükenmeyecek azığı ve en gerçek dostlarıdır.
- Çok güzel, ikincisi ne bakalım?
- Baktım ki, insanların birçoğu geçici dünya değerlerine dört elle sarılmış onları koruyor, kasalarda saklıyor, kaybolmaması için her çareye başvuruyor. Kimi zenginliğine, kimi güzelliğine, kimi ününe tutunmuş sımsıkı, onları elden çıkarmamak için çırpınıp duruyor. Oysa ben varlığımı ve bütün isteklerimi O'na verip, gönlümü yalnız O'nun sevgisine açtım.
- Devam et!
- İnsanların üstün olmak için birbirleriyle yarıştıklarını gördüm. Ancak birçoğu üstünlüğü yanlış yerlerde arıyor ve birbirinin üstüne basarak yükselmek istiyordu. Bunun üzerine üstünlüğü geçici dünya değerlerinde değil, akıl ve ahlâkça yükselmekte, kötülüklerin her çeşidinden el etek çekip, iyiliklere vasıta olmakta aradım.
- Devam et yavrum!
- Yine baktım ki, insanlar sabahtan akşama birbirleriyle uğraşıyor, boş yere hayatı zehir ediyorlar kendilerine. Bütün bunların benlik, bencillik ve çekememezlikten ileri geldiğini gördüm. Ve gönlümü bu kirlerden arıtarak, herkesle dost olmayı başarıp, huzur ve güven içinde yaşamanın yolunu buldum.
- Sonra?
- Nedense herkes hatasının sebebini hep dışta arıyor ve başkalarını suçlamak yoluna sapıyordu. Böylece suçlarının örtüsü altına saklanıyordu. Oysa insanın başına ne geliyorsa, kendi yüzünden ve kendi eliyle geliyordu. Bunu bilip yalnız kendimle cenge girerek, nefsimin iradesine uymamaya ve vesvese verenin ağına düşmemeye çalıştım.
- Doğru!..
- Baktım ki insanlar şu bir lokma ekmek ve dünya geçimi için helâl haram demeden, her türlü hakkı çiğnemekten çekinmiyorlar. Hem başkalarının hakkını alıp onları yoksul bırakmakla, hem de bu haksızlığın azabını ağır bir yük gibi vicdanlarında taşımakla iki kere kötülük etmiş oluyorlar. Oysa doğru yaşanıldığında ve hakça bölüşüldüğünde, dünya nimetleri insanlara yeter de artar bile.
- Ve yedincisi nedir evlat?
- Yedinci olarak şunu gördüm ki, insanlar bir şeye dayanmak ve güvenmek ihtiyacındadırlar. Kimi zenginliğine, kimi güzelliğine... Bunların hepsi de bir süre sonra yıkılacak iğreti desteklerdir. Ben ise yalnız O'na sığınıp yalnız O'ndan yardım diledim. Ve bunun karşılığı sonsuz bir güven oldu
14
15
ZAMANINIZI KİMLERE HARCIYORSUNUZ?
Zaman yönetimi konusunda bir kurs düzenleniyor. Zamanın iyi ve üretken
kullanma ile ilgili verilen derste, uzman, öğretmen, çoğu hızlı olmaları
gereken ve stresli
mesleklerde çalışan öğrencilerine demişki:
– Sizinle küçük bir deney yapalım.
Masanın üzerine kocaman bir cam
kavanoz koymuş. Sonra bir torbadan küçük kaya parçaları
çıkarmış, dikkatle kavanozun içine yerleştirmiş.
Kavanozda taş
parçaları için yer kalmayınca sormuş:
– Kavanoz doldu mu?
Sınıftaki öğrenciler:
– Evet, doldu.
– Dolduğunu düşünüyorsunuz demek ha!
Hemen eğilip başka bir torbadan küçük çakıl taşları çıkartmış, kavanozun tepesine dökmüş, kavanozu eline alıp sallamış, küçük parçalar büyük taşların sağına soluna yerleşmişler…
Yeniden sormuş öğrencilerine:
– Bu sefer kavanoz doldu mu?
İşin sanıldığı kadar basit olmadığını sezmiş olan öğrenciler:
– Hayır, tam da dolmuş sayılmaz.
– Aferin!
Masanın altından bu kez de bir torba dolusu kum çıkartmış. Kumu kaya parçaları ve küçük taşların arasındaki bölgeler tümüyle doluncaya kadar dökmüş. Ve sormuş yeniden:
– Kavanoz doldu mu?
Öğrenciler bağırdı:
– Hayır dolmadı!
Yine “Aferin” demiş öğretmen.
Bir sürahi su çıkarıp kavanozun içine dökmeye başlamış ve sormuş:
– Bu gördüğünüz deneyden nasıl bir ders çıkarttınız?
Bir öğrenci hemen atılmış:
– Şu dersi çıkardık ki günlük iş programımız ne kadar yoğun olursa olsun, her zaman yeni işlere zaman ayırabiliriz.
Öğretmen:
– Hayır, çıkartılması gereken asıl ders şu; eğer en başta büyük taş parçalarını kavanoza koymazsanız daha sonra asla koyamazsınız. Hayatınızdaki önemli olan büyük taş parçaları hangileri? İlk iş olarak onları kavanoza koyuyor musunuz? Yoksa kavanozu kumlarla ve suyla doldurup büyük parçaları ihmal edip dışarıda mı bırakıyorsunuz?
– Kavanoz doldu mu?
Sınıftaki öğrenciler:
– Evet, doldu.
– Dolduğunu düşünüyorsunuz demek ha!
Hemen eğilip başka bir torbadan küçük çakıl taşları çıkartmış, kavanozun tepesine dökmüş, kavanozu eline alıp sallamış, küçük parçalar büyük taşların sağına soluna yerleşmişler…
Yeniden sormuş öğrencilerine:
– Bu sefer kavanoz doldu mu?
İşin sanıldığı kadar basit olmadığını sezmiş olan öğrenciler:
– Hayır, tam da dolmuş sayılmaz.
– Aferin!
Masanın altından bu kez de bir torba dolusu kum çıkartmış. Kumu kaya parçaları ve küçük taşların arasındaki bölgeler tümüyle doluncaya kadar dökmüş. Ve sormuş yeniden:
– Kavanoz doldu mu?
Öğrenciler bağırdı:
– Hayır dolmadı!
Yine “Aferin” demiş öğretmen.
Bir sürahi su çıkarıp kavanozun içine dökmeye başlamış ve sormuş:
– Bu gördüğünüz deneyden nasıl bir ders çıkarttınız?
Bir öğrenci hemen atılmış:
– Şu dersi çıkardık ki günlük iş programımız ne kadar yoğun olursa olsun, her zaman yeni işlere zaman ayırabiliriz.
Öğretmen:
– Hayır, çıkartılması gereken asıl ders şu; eğer en başta büyük taş parçalarını kavanoza koymazsanız daha sonra asla koyamazsınız. Hayatınızdaki önemli olan büyük taş parçaları hangileri? İlk iş olarak onları kavanoza koyuyor musunuz? Yoksa kavanozu kumlarla ve suyla doldurup büyük parçaları ihmal edip dışarıda mı bırakıyorsunuz?
Hayatın akışında sürüklenirken, hayatınızı
en çok önem verdikleriniz ile mi yoksa daha az önemli olanlarla mı
dolduruyorsunuz?
15
BİR TİYATRODA OYUNCUSUNUZ
Hafif bir yağmur yağıyor,sokaktasınız, şemsiyenizi açarsınız olur biter.
" Yine mi şu pis yağmur "
demenize ne lüzum var? su damlalarına, bulutlara, rüzgara bunun bir tesiri olmaz
ki. Neden: " Aman ne güzel yağmur " demiyorsunuz? Biliyorum bununda
su damlalarına bir tesiri olmaz, doğru, ama sizin için iyi; bütün vücudumuz
hareket edecek, gerçekten kızışacak; neşe veren en küçük hareketin neticesi
böyledir işte; yağmur altında kalıpta nezle olmamak için bu şekilde hareket
etmektir.
İnsanları da yağmura benzetin. Kolay değil diyeceksiniz. Kolay hemde yağmurdan çok daha kolay. Çünkü gülümsemeniz yağmura tesir etmez,ama insanlara fazlasıyle tesir eder; hatta yaptığınız taklit yüzünden, daha az üzüntülü, daha az can sıkıcı bir hal alırlar. Oynayın, hayat bir tiyatro. Üstelik, siz kendi içinize bakarsanız, onlarda bir sürü mazeret bulmakta güçlük çekmezsiniz. Marcus Aurelius her sabah:
İnsanları da yağmura benzetin. Kolay değil diyeceksiniz. Kolay hemde yağmurdan çok daha kolay. Çünkü gülümsemeniz yağmura tesir etmez,ama insanlara fazlasıyle tesir eder; hatta yaptığınız taklit yüzünden, daha az üzüntülü, daha az can sıkıcı bir hal alırlar. Oynayın, hayat bir tiyatro. Üstelik, siz kendi içinize bakarsanız, onlarda bir sürü mazeret bulmakta güçlük çekmezsiniz. Marcus Aurelius her sabah:
" Bugün kendini beğenmiş boş bir
adamla, bir yalancıyla,doğrulukla ilgisi olmayan bir insanla, can sıkıcı bir
geveze ile karşılaşacağım; onlar cahil oldukları için böyledirler " der,
güne başlarmış.
4 Kasım 1907 / Emile-Auguste Chartier
4 Kasım 1907 / Emile-Auguste Chartier
16
NE VERDİN Kİ NE
İSTİYORSUN
Dervişe bir gün sormuşlar:
17
TOKAT
- Bu insanlar, arkadaşlarının, tanıdığı
yada tanımadığı kişilerin iyi durumda olmasını (mutlu,başarılı v.b)
isteyebilecek yada hazım edebilecek ruh haline sahip insanlar değiller. Tarihe
imzasını atmış olan bir çok insandan başarıya veya mutluluğa giden yolda kendi
halinde ilerleyen insanlara taş konulmaya çalışıldığının hikayelerini bir çok
kez duydum. Ve her başıma gelişinde de bu deneyimlerin ne kadar abartısız ve
gerçek olduğunu gördüm.
Bundan yola çıkarak diyorum ki; Takdire şayan veyahut sonuçta herhangi bir konuda emek harcanmış
olan yüz icraat’dan hiç birini kimse takdir etmiyorsa, ortaya çıkan sonuca iyi-kötü
yorum bile yapmıyorsa, hatta ortak görüşte aynı yolda olduğun insanların
fikirlerini destekleyen, tamamlayan açıklamaların bile onay görmüyor, karşılık
bulmuyorsa, zor durumda olan insanlara, hayvanlara ve sevgi adına yapılan
paylaşımlara gösterilen hassasiyet görmezden geliniyorsa, işte o zaman karşı
tarafta bir davranış bozukluğu olduğu aşikar fark ediliyor, göze giriyor. Üretime
değil kişiye kişisel bir tavır sergilenildiği anlaşılıyor. Tüm zamanlarda, tepki
vermeyen bir şeyde mutlaka bir sorun olduğu bilinir. Doğru etki’yi verende
değil…
Sonra bu insanlar kalkıyor saygıdan bahsediyorlar, benim
onları görmemi hatta her konuda yanlarında olmamı bekliyorlar. Ne kadar komik,
beni hiç tanımamışlar. Yaptıkları yanlışların doğrularını, nasihat verici edebiyat
sözcükleriyle utanmadan yüzlere söyleyebilecek cesarette oluyor, her konuda inatla
yanılmadıklarını belirten uzun cümleler kurarak çırpınıyorlar. İnsanlıktan
bahsedip sahtekarca ona buna ağlama numarası yapıyorlar. Dert yanıyorlar. Oynuyorlar…
Kendi açıklarını görmeden… İnsanlar yaptıklarıyla eleştirildiklerini sanırlar,
halbuki yapmadıklarından dolayı da hatalı olabilirler. Lafı bazen ‘’Beni ne
kadar tanıyorsun’’a getirir kenara sıkıştığını hisseden insanlar… Kabullenemezler.
Bazen bir bakıştan, bir resimdeki detaydan, bir mimikten, yazılan bir yazıdan,
bir duruştan tanımanız yeterli olur bir insanı… İnsanlar bıraksın artık rant
sağlayacakları şeylere oynamayı. Bıraksınlar bu güzel insan kılıflarını. Öyle
asılsız ve yapmacık duruyor ki bu, kendilerini destekleyen ve kendileriyle beraber
olanlar ile birbirlerini ağırlıyorlar sadece o kadar… Körler sağırlar birbirini
ağırlar misali. Bunlara kanmam, bunları yutmam ve kabullenmem mümkün olmadı
hiçbir zaman.
Tanrı’nın yapma dediğini yapmaya bile cüret eden
insanoğlundan hele ki günümüzde ‘’iyi
şeyler’’ beklemek güneşin aya sarılması kadar mucizevi.
Nankördür, bencildir, ukaladır, çıkarı için sizinledir, samimiyetsizdir,
asosyaldir, kolay vazgeçer, kolay yarı yolda bırakır, her şeye çok kolay zarar
verir, güvensizdir, ezmeyi sever, kimseye beş kuruşluk faydası yoktur, kimsenin
tarlasına yağmur olup yağmak istemez, kendi türüne faydası dokunacağı hayat
geçimini sağladığı mesleğinde bile can yakar, hile-hurdaya başvurur. Her zaman
yüceltilmeyi, ruhunu,egosunu aynı bir kediyi severcesine okşamanızı bekler, her
zaman haklı görülmeyi… Kendinden başkasını düşünmez, görmez… İyi bir insan
olmaya gayret göstermez, iyi vasıflar bir zerredir ruhunda, kötüdür yani.
Hümanizmi kabul etmeyen bir insanoğlu. Kendi içlerindeki nadir hümanistleri de
körelten…
Etrafımda bunlardan başka kimse yok neredeyse. Nereye
dönsem, nereye gitsem bunlardan… Sosyal medyada, gazetede, televizyonda, günlük
hayatımda, işimde….. Hayat bunlardan ibaret neredeyse, bütün güzellikleri
gölgelemiş, iyi olan ne varsa yok etmişler.
Sonuçta; ‘’ İstediğin kadar söyle hangi biri değişecek? Ne
değişecek ki ? ‘’ diyebilirsin.
Bilge adamın lafını keserek;
-Herkes bilmelidir ki ve unutmamak lazım ki; Alttarafı bir
insan olduğumuzu akıldan çıkarmadan Allah korkusuyla yaşamak gerekir. Çünkü
bizden büyük Allah vardır.
İnnâ
‘aradnâ-l-emânete ‘alâ-ssemâvâti
vel-ardi velcibâli feebeyne en
yahmilnehâ ve eşfakne
minhâ ve hamelehâ-l-insân(u)(s) innehu kâne zalûmen cehûlâ(n)
‘’Biz
göklere, yere ve dağlara da emanetler, mükellefiyetler, sorumluluklar verdik.
Onlar görevlerine, sorumluluklarına hıyanet ederek âsi olmaktan görevlerini aksatmaktan
çekindiler. Korkarak görev ve sorumluluklarına itina gösterdiler. İnsansa,
emanetlere, kamu görevlerine, hakka-hukuka, şer'î mükellefiyetlere ve
sorumluluklarına hıyanete cüret ederek âsi oldu. Gerçekten o çok âsi, inkârcı,
haksız, zâlim, bilgiden, muhakemeden uzak, menfaatlerinden habersiz, tutarsız,
cahilce davranışlarda bulunmayı alışkanlık haline getiren birisidir.’’
BURAK KIRMIZITUNA VİDEOLARI İÇİN TIKLA:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder