Sayfa Görüntüleme Sayısı

13 Eylül 2013 Cuma

ŞEHİR HATLARI VAPURU


                                   
Eskiden ben şehir hatları vapurunda çok seyahat ederdim.Kadıköy sevdiceğim gibi arkamdan bakar yolumu gözlerdi. Benim için Beşiktaş'sa bir patrondan öteye gidemedi.
Vapurlar benim için rahat bir yolculuk seçimi olmuştur. Geniş rahat koltuklarında ferah ferah yoluna gidersin. Bir tek kış günü dolar hatta oturacak yer bulunmaz ama yine de rahattır. Yaz'ın bile vapur'un tercih ettiğim kısmı en arka sağ yada sol koltuğudur. Kendi halinde ve kendi ile başbaşa kalmak isteyenler içindir. Laf aramızda o koltuklarda az şiirler yazıp besteler yapmamışımdır. Bu yüzden hep bir kalem ile bir kağıt parçası ve de bir ses kayıt cihazı bulunmuştur cebimde. Fakat hiç bir vapurun canı; tarafımdan tahta kalorifer kapağı karalanarak  yanmamıştır. Camdan gördüğüm o buruk manzara her sefer'imde aynı olmasına rağmen , her görüşümde başka şeyler anlatır, hatırlatırdı bana ... Hiç sıkılmazdım. Bazen de camdan süzülen bir yağmur damlası, soluğumun camdaki buhusu alır götürürdü beni... Beni taşıyan bir emektarla bunları bir sessizlik içinde paylaşmak benim için büyük keyifti. Bu yüzden yalnız olmayı tercih ederdim, çoğu zaman olduğu gibi. İnsanoğlu oyun ve güzellikleri bozan değil midir ? Eh böylelikle mesafeli olmakta fayda vardır.
Sen misin mesafeli duran. Bütün abukluklarda beni bulurdu. Mesela insanları mıknatıs gibi etrafıma çekmeme bir türlü anlam verememişimdir. Aura'dan mıdır (Fiziksel bedenin çevresini kaplayan elektromanyetik dalgalara Aura denir. Aura her yaşayan insanın çevresinde titreşimler halinde mevcuttur) yoksa o malum tüy'den midir bilemem...
En aklımın ermediği de; onca boş oturacak yer varken bir çiftin (sevgilinin) karşıma gelip oturması olmuştur. Çok tuhaf gelir bana; ikiyüz kişilik müsait oturma kapasitesi ve ben tanımadığım iki kişiyle vapurun en köşesinde yüzyüze. Ve sonrasında her türlü sohbet'lerine ister istemez duyarak katılıyor olmam... Sanki çok sıradışı bir varlıkmışım gibi arada bir durup beni izlemeleri... Ve de hiç çekinmeden öpüşmeleri… Sizce bir çift bir vesaitte, tanımadığı birinin karşısında, iki adım uzaklıkta oturuyorken ve de orada bizden başka da kimse yokken, bunu neden yapar? Bunun gereği nedir,var mıdır yani? Bir şeylerin ispat çalışması mıdır? Show mudur? Teşhircilik midir?
- Aşkııııııııımmmm gel hadi kendimizin fotografını çekelim.
- Ama hayatım telefonunun şarzı çabuk bitiyor biliyorsun.sana ulaşamazsam ne yaparım ben?
- Ne yaparsın?
- Ne yaparım?
- Ne yaparsın?
- Ne yaparım?
- Şeker gibi eririmmmmm.....
- Ohhşşşşş.......
Hani bir hayvan vardı neydi o? Hani yemek yerken ağzını şapırdatır, ağzı sağa sola kayar, aval aval etrafına bakardı.....Heh, o işte; ''Geyik''. Onun muhabbeti.
Dikkatimi çeken başka bir şey; vapurda insanlar yalnızdır. Hiç kitap okumayan o yolculukta kitap kurdu kesilir. On senelik cep telefonunu yirmibeş dakika boyu tekrar ve tekrar keşfetmeye çalışanlar vardır. İletişime kapalıdır çoğu; kimi mp3 player'la duvarını örmüştür. Kimisi çıkarcı bir yakınlık içindedir; gazetenin ekindedir gözü. Kimisi gün bitiminde, iş güçten sonra sosyalleşmeye bakar; gözler kısık bir avcı keskinliğinde göz temasındadır. Kimisi yüz yıllarca uyur, kafası devrilir. Kimisi denize serer geçmişini ölçüp biçer, kimisi de simit yemekten cır cır olmuş martıları besler....
Bu uğraşlara; ''Bir dakikanızı alabilir miyim abilerim ablalarım, rahatsız ettiysem özür dilerim.'' anonsuyla ara verilir. İnsanlar diğer yolculara bakarak telaşlı bir şekilde o kişiye para verilip verilmeyeceğinin hesabını yapar. Muhtemelen de herkes kafasını tekrar öne eğerek elindeki uğraşısına devam eder. Bu noktada benim anlayamadığım hep şey olmuştur: ''Neden şivesi düzgün takım elbiseli biri ihtiyacından dolayı insanlardan para toplamaz?'' öyle ya; eli ayağı düzgün birinin hiç mi zor günü olmaz? Neden tasvir hep aynıdır? Bir de ertesi günü gördüğüm başka biri de harfi harfine aynı şeyleri söylüyor olur. Bu kişiler bazen aynı vapurda pişti bile olmaktadırlar.
Sanat sever bir toplum olduğumuz için sanatın dalları yaşantımızdan taşar,fışkırır olmuştur. Bunun en iyi örnekleri bildiğiniz gibi semtlerdeki ''sanat noktaları'' ve ''toplu taşıma araçları'' dır. Yine vapur yolculuğumun bir tanesinde iki genç arkadaş geldi. Elinde gitar kutusu olan yanıma diğeride onun karşısına oturdu. Sonra ben bir şeyler karalıyordum ki; ''Çökertmeden çıktında halilim....'' diye herif bir bağırdı yanımda. Karşımdaki amca uykusundan fırladı, ''Nerimaaaaaannnnn'' diye haykırdı. Çarprazdaki kadının bindiğimizden beri ağlayan bebeği emziği yuttu. Çaycı az daha tepsiyi fırlatıp kaptan köşküne kaçacaktı.(ya bu arada kaptan için vapurun içine köşk yapıyorlar zavallı şoförler kıç kadar koltukda kıpırdamadan oturmaktan bel fıtığı oluyor anlayamadım ben bu işi. Kaptan eminim hiç eve gitmek istemiyordur. Kim köşkten çıkıp apartman dairesine girmek ister ki ?)
Ya millet şaşırdı; ne zaman gitarı çıkardın, ne zaman nefesini ayarladın (az önce bacak bacak üstüne atmış oturuyordun) herkesin boşluğuna geldi tabii. Arkadaş öyle bir kaptırdı ki kendini 3.30'luk şarkı yirmibeş dakikada bitmedi. Biz iniyorduk adam hala söyleyerek peşimizden geliyordu. Halilim de Halilim Halilim de Halilim….
Vapur iskeleye yanaşmak için manevra almaya başladığında bir çok kişi aşağıya inmişti bile. Ben de arka taraftan inmek için vapurun kıç tarafındaki merdivenlerinden indim. Orası da tıkanmıştı. Bekliyordum ki yanımdaki teyze çocuğu kaldırdı denize işetmeye başladı. İçimden inşallah şu önümdeki turistler arkalarına bakmaz diye geçirirken adam dönmez mi arkasına. Orada bir şamata başladı. Adamın yanındaki beş kişi başladılar gülerek alkışlamaya... Teyzemde gülerek kafasıyla selam verdi garibim. Döndüm teyzeye;
- Teyzecim niye vapurun tuvaletine götürmedin çocuğu.
- Yettiremedim oğlum, koyu verecekti altına, martıları yıkıyo o , martıları.....
- Teyze hadi biz yabancı değiliz, bunların büyük versiyonunu da otoban kenarlarında görüyoruz. Ama elin Amerikalısı anlar mı martı yıkamaktan, denize işemekten ....... dedim. Dedim de ne değişti ?
Vapurda oturduğu yerin yanına çantasını koyan ve oturmak istediğinizde istifini bozmadığı için ''sizin mi?'' diye sormak zorunda kaldığım, vapur iskeleye yanaşırken o dandik kırmızı şeritlerin (insanların iskeleye on metre kala atlamaya çalışmalarını engellemek için) altından geçmeye çalışanlara bakakaldığım, bekleme salonundan çıkarken tanıdık tanımadık elele tek yürek olabildiğimiz tek an olan vapura biniş sürecinde dağıldığım, vapur yanaşırken iskeleye çarptığında yanak yanağa, dudak dudağa, kucak kucağa geldiğimizde durakladığım, kız kulesini göstererek ''buraya yanaşacak mı gardaş'' diye sorana şaşırdığım, ve bunun gibi bir çok hayatımın bir kısmında güzel hatıralar bırakan parçaları ,Kadıköy-Beşiktaş & Beşiktaş-Kadıköy hattı vapur anılarımı tebessümle anarım hep.



Yeri gelmişken vapur yanaşırken denize düşüp iskeleyle vapur arasında kalan vatandaşımızı da (Haydar Kayır 43) rahmetle anıyorum.Bu kaza için görgü şahidi Yalçın Baykın, “İskeleden girerken önündeki bayan geçti, daha sonra ayağı kayıp aşağıya düştü. O sırada vapurun halatını aşağıya saldılar.Teknenin açılabilmesi için motoru çalıştırdılar. Adam önce yukarı çıktı, daha sonra motorun kuvvetiyle iskelenin altına indi” demiş.(Murat Solak-İHA-Milliyet)




                                         














BURAK KIRMIZITUNA VİDEOLARI İÇİN TIKLA:



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder