Eskiden ben şehir hatları vapurunda
çok seyahat ederdim.Kadıköy sevdiceğim gibi arkamdan bakar yolumu
gözlerdi. Benim için Beşiktaş'sa bir patrondan öteye gidemedi.
Vapurlar benim için rahat bir
yolculuk seçimi olmuştur. Geniş rahat koltuklarında ferah ferah yoluna
gidersin. Bir tek kış günü dolar hatta oturacak yer bulunmaz ama yine de
rahattır. Yaz'ın bile vapur'un tercih ettiğim kısmı en arka sağ yada sol
koltuğudur. Kendi halinde ve kendi ile başbaşa kalmak isteyenler içindir. Laf
aramızda o koltuklarda az şiirler yazıp besteler yapmamışımdır. Bu yüzden hep
bir kalem ile bir kağıt parçası ve de bir ses kayıt cihazı bulunmuştur
cebimde. Fakat hiç bir vapurun canı; tarafımdan tahta kalorifer kapağı
karalanarak yanmamıştır. Camdan gördüğüm o buruk manzara her sefer'imde
aynı olmasına rağmen , her görüşümde başka şeyler anlatır, hatırlatırdı bana ...
Hiç sıkılmazdım. Bazen de camdan süzülen bir yağmur damlası, soluğumun camdaki
buhusu alır götürürdü beni... Beni taşıyan bir emektarla bunları bir sessizlik
içinde paylaşmak benim için büyük keyifti. Bu yüzden yalnız olmayı tercih
ederdim, çoğu zaman olduğu gibi. İnsanoğlu oyun ve güzellikleri bozan değil midir
? Eh böylelikle mesafeli olmakta fayda vardır.
Sen misin mesafeli duran. Bütün
abukluklarda beni bulurdu. Mesela insanları mıknatıs gibi etrafıma çekmeme bir
türlü anlam verememişimdir. Aura'dan mıdır (Fiziksel bedenin çevresini kaplayan
elektromanyetik dalgalara Aura denir. Aura her yaşayan insanın çevresinde
titreşimler halinde mevcuttur) yoksa o malum tüy'den midir bilemem...
En aklımın ermediği de; onca boş
oturacak yer varken bir çiftin (sevgilinin) karşıma gelip oturması olmuştur. Çok
tuhaf gelir bana; ikiyüz kişilik müsait oturma kapasitesi ve ben tanımadığım
iki kişiyle vapurun en köşesinde yüzyüze. Ve sonrasında her türlü sohbet'lerine
ister istemez duyarak katılıyor olmam... Sanki çok sıradışı bir varlıkmışım
gibi arada bir durup beni izlemeleri... Ve de hiç çekinmeden öpüşmeleri… Sizce
bir çift bir vesaitte, tanımadığı birinin karşısında, iki adım uzaklıkta
oturuyorken ve de orada bizden başka da kimse yokken, bunu neden
yapar? Bunun gereği nedir,var mıdır yani? Bir şeylerin ispat çalışması mıdır?
Show mudur? Teşhircilik midir?
- Aşkııııııııımmmm gel hadi
kendimizin fotografını çekelim.
- Ama hayatım telefonunun şarzı çabuk
bitiyor biliyorsun.sana ulaşamazsam ne yaparım ben?
- Ne yaparsın?
- Ne yaparım?
- Ne yaparsın?
- Ne yaparım?
- Şeker gibi eririmmmmm.....
- Ohhşşşşş.......
Hani bir hayvan vardı neydi o? Hani
yemek yerken ağzını şapırdatır, ağzı sağa sola kayar, aval aval etrafına bakardı.....Heh,
o işte; ''Geyik''. Onun muhabbeti.
Dikkatimi çeken başka bir şey; vapurda
insanlar yalnızdır. Hiç kitap okumayan o yolculukta kitap kurdu kesilir. On
senelik cep telefonunu yirmibeş dakika boyu tekrar ve tekrar keşfetmeye
çalışanlar vardır. İletişime kapalıdır çoğu; kimi mp3 player'la duvarını
örmüştür. Kimisi çıkarcı bir yakınlık içindedir; gazetenin ekindedir gözü. Kimisi
gün bitiminde, iş güçten sonra sosyalleşmeye bakar; gözler kısık bir avcı
keskinliğinde göz temasındadır. Kimisi yüz yıllarca uyur, kafası devrilir. Kimisi
denize serer geçmişini ölçüp biçer, kimisi de simit yemekten cır cır olmuş
martıları besler....
Bu uğraşlara; ''Bir dakikanızı alabilir
miyim abilerim ablalarım, rahatsız ettiysem özür dilerim.'' anonsuyla ara
verilir. İnsanlar diğer yolculara bakarak telaşlı bir şekilde o kişiye
para verilip verilmeyeceğinin hesabını yapar. Muhtemelen de herkes
kafasını tekrar öne eğerek elindeki uğraşısına devam eder. Bu noktada benim anlayamadığım
hep şey olmuştur: ''Neden şivesi düzgün takım elbiseli biri ihtiyacından dolayı
insanlardan para toplamaz?'' öyle ya; eli ayağı düzgün birinin hiç mi zor günü
olmaz? Neden tasvir hep aynıdır? Bir de ertesi günü gördüğüm başka biri de
harfi harfine aynı şeyleri söylüyor olur. Bu kişiler bazen aynı vapurda pişti
bile olmaktadırlar.
Sanat sever bir toplum olduğumuz için
sanatın dalları yaşantımızdan taşar,fışkırır olmuştur. Bunun en iyi örnekleri
bildiğiniz gibi semtlerdeki ''sanat noktaları'' ve ''toplu taşıma araçları''
dır. Yine vapur yolculuğumun bir tanesinde iki genç arkadaş geldi. Elinde gitar
kutusu olan yanıma diğeride onun karşısına oturdu. Sonra ben bir şeyler
karalıyordum ki; ''Çökertmeden çıktında halilim....'' diye herif bir bağırdı
yanımda. Karşımdaki amca uykusundan fırladı, ''Nerimaaaaaannnnn'' diye
haykırdı. Çarprazdaki kadının bindiğimizden beri ağlayan bebeği emziği yuttu. Çaycı
az daha tepsiyi fırlatıp kaptan köşküne kaçacaktı.(ya bu arada kaptan için
vapurun içine köşk yapıyorlar zavallı şoförler kıç kadar koltukda kıpırdamadan
oturmaktan bel fıtığı oluyor anlayamadım ben bu işi. Kaptan eminim hiç eve
gitmek istemiyordur. Kim köşkten çıkıp apartman dairesine girmek ister ki ?)
Ya millet şaşırdı; ne zaman gitarı
çıkardın, ne zaman nefesini ayarladın (az önce bacak bacak üstüne atmış
oturuyordun) herkesin boşluğuna geldi tabii. Arkadaş öyle bir kaptırdı ki
kendini 3.30'luk şarkı yirmibeş dakikada bitmedi. Biz iniyorduk adam hala
söyleyerek peşimizden geliyordu. Halilim de Halilim Halilim de Halilim….
Vapur iskeleye yanaşmak için manevra
almaya başladığında bir çok kişi aşağıya inmişti bile. Ben de arka taraftan
inmek için vapurun kıç tarafındaki merdivenlerinden indim. Orası da tıkanmıştı.
Bekliyordum ki yanımdaki teyze çocuğu kaldırdı denize işetmeye başladı. İçimden
inşallah şu önümdeki turistler arkalarına bakmaz diye geçirirken adam dönmez mi
arkasına. Orada bir şamata başladı. Adamın yanındaki beş kişi başladılar
gülerek alkışlamaya... Teyzemde gülerek kafasıyla selam verdi garibim. Döndüm
teyzeye;
- Teyzecim niye vapurun tuvaletine
götürmedin çocuğu.
- Yettiremedim oğlum, koyu verecekti
altına, martıları yıkıyo o , martıları.....
- Teyze hadi biz yabancı değiliz, bunların
büyük versiyonunu da otoban kenarlarında görüyoruz. Ama elin Amerikalısı anlar
mı martı yıkamaktan, denize işemekten ....... dedim. Dedim de ne değişti ?
Vapurda oturduğu yerin yanına
çantasını koyan ve oturmak istediğinizde istifini bozmadığı için ''sizin mi?''
diye sormak zorunda kaldığım, vapur iskeleye yanaşırken o dandik kırmızı
şeritlerin (insanların iskeleye on metre kala atlamaya çalışmalarını engellemek
için) altından geçmeye çalışanlara bakakaldığım, bekleme
salonundan çıkarken tanıdık tanımadık elele tek yürek
olabildiğimiz tek an olan vapura biniş sürecinde dağıldığım, vapur
yanaşırken iskeleye çarptığında yanak yanağa, dudak dudağa, kucak kucağa
geldiğimizde durakladığım, kız kulesini göstererek ''buraya yanaşacak mı
gardaş'' diye sorana şaşırdığım, ve bunun gibi bir çok hayatımın bir kısmında
güzel hatıralar bırakan parçaları ,Kadıköy-Beşiktaş & Beşiktaş-Kadıköy
hattı vapur anılarımı tebessümle anarım hep.
Yeri gelmişken vapur yanaşırken denize düşüp iskeleyle vapur arasında kalan vatandaşımızı da (Haydar Kayır 43) rahmetle anıyorum.Bu kaza için görgü şahidi Yalçın Baykın, “İskeleden girerken önündeki bayan geçti, daha sonra ayağı kayıp aşağıya düştü. O sırada vapurun halatını aşağıya saldılar.Teknenin açılabilmesi için motoru çalıştırdılar. Adam önce yukarı çıktı, daha sonra motorun kuvvetiyle iskelenin altına indi” demiş.(Murat Solak-İHA-Milliyet)
BURAK KIRMIZITUNA VİDEOLARI İÇİN TIKLA:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder