Sayfa Görüntüleme Sayısı

18 Haziran 2013 Salı

BELKİ BEN DE ONLARDAN BİRİYİMDİR.




14 Haziran 2013 cuma günü gece saat tam 3.00'de üst katta bulunan yatak odamdaki yatağımdan midemdeki sancılarla uyandım. Acayip karışık rüyalar görmüştüm; çığlıklar,savaşlar,birbirini dövenler,yılanlar,yıkık binalar v.b Dışarıda şimşek çakıyordu. Yaz'a girdiğimiz bu sıcak günlerde havanın dönmesi ilginç geldi. Gök tepeme düşecekti sanki o derece...
Ayağa kalkıp pencereye doğru gittim, kafamı hafifce uzatıp dışarı baktım. Gece vakti hiç böyle parlak bir gökyüzü görmemiştim. Simsiyahtı yukarısı, yıldızlar korkup kaçmıştı, bulutlar yere düşmüş sis olmuştu, gökyüzünün tek hakimi şimşeklerdi bu gece...
Pencereyi elimle itip kapadım. Arkamı dönüp yatağıma doğru giderken; ''TAKK'' diye pencerenin açılmasıyla irkildim. Geri dönüp pencereyi tekrar kapadım. Tekrar yatağıma doğru ilerledim ve yatağın içine süzüldüm. Havanın yağmuru bir yana bir de soğuğu vardı. Ayaklarım buz kesmişti. İnce yorganı omuzlarıma doğru çekip yüzümü oda kapısına sırtımı pencereye dönük yattım. Ne kadar zaman geçti bilmiyorum,''TAKK'' diye çarpma sesiyle tekrar uykumdan uyandım. Üşeniyordum yataktan çıkıp camı kapamaya. Yorganı üstümden attım pencereye döndüm ki tüylerim diken diken oldu, ağzım kurudu. Pencereden, uzun-zayıf bedeninin taşıdığı kocaman kafasındaki iki iri gözle bana bakarak pencereden giren bir ''ŞEY'' gördüm. Neydi bu ? Hemen bildiğim dualardan başladım okumaya. Bunun üzerine şeyden ''hırıltılar'' gelmeye başladı. Konuşma gibi değil, göğüs hırıltısı gibi. Yavaşça yatağımın sağında bulunan çekmeceye ulaşmak istedim. Çünkü  orada cep telefonum vardı, belki görüntü alabilirdim. Usulca cep telefonumu aldım elime; kapalıydı. Oysa ben telimin şarzlı olmasına çok dikkat ederim. Telefonumun kapanmamasına çok özen gösteririrm. Açma düğmesine bastım açılmadı,tekrar-tekrar bastım açılmıyordu.
Bu arada bu ''ŞEY'' benle olan mesafesini iyice kısaltmıştı, yatağımın ayak ucuna bir metre kala ayakta beni izliyordu. Vücudunda hiç çıkıntı yoktu; düz gri renkte tüysüz bir vücut yapısı vardı; bir tavşanın tüylerinin olmadığını düşünün işte öyle. El ve ayak parmakları beş adetti ama burnu yoktu mesela. Kafasının iki yanında kulağı da yoktu ama kafasının üstünde sağlı sollu solungaç şeklinde açılıp kapanan delikler vardı. Yatağımda oturur pozisyona geldim. Ve bu sessiz bekleyiş beni çok tedirgin etmişti. Yardımcıma seslenmeye başladım.''Hatice'',''Haticeeeee !!!''. Bu esnada bu ''ŞEY'' den gelen hırıltının sesi beni bastırırcasına yükseldi. Sol elini havaya kaldırdı. Odanın içi üç boyutlu sanal bir ekranmış gibi görüntülerle doldu. Havada uçuşan görüntüler: Bir köprüsüydü tam havada gördüğüm üstünde milyonlarca renkli balon vardı, çoluk-çocuk, genç-ihtiyar sarılarak dans ediyor şarkı söylüyordu. Gökyüzünde çeşitli figürlerde asılı duran araçlar görüyordum. Bu güne kadar bazen kulağımıza gelen yada filmlerde sıkca izlediğimiz ''uzay gemisi'' dedikleri şeyler miydi bunlar acaba?
öylece duruyorlardı. Diğer görüntüde deri rengi koyu insanların görüntüleri vardı. Çöl gibi bir yerde çadırların önlerinde oturmuş gülmeyen insanlar. Kiminin kucaklarında bebekleri cankıraş bir şekilde ağlıyorlardı. Suratlarına sinekler yapışmış. Bir anne çocuğunu kendi etini ısırtarak besliyor. Kimi intihar ediyor. Bu yaşadıklarım yada yaşadığımı sandığım şeyler neydi Allahım, aklımı oynatacağım. Yatağımda kan-ter içinde bunları izlerken ellerimi havaya kaldırıp sağa-sola salladım bu işkence bitsin diye. Odanın sol köşesinde yukarıda bir başka görüntü başladı. O çok sevdiğim ''Fransız Sokağında'' kahvemi yudumlarken bir depremin ortasında kaldığımı ve insanların çaresizliğini gördüm. Ezilen insanları ve saksılardaki o güzel çiçeklerin nasıl kırıldığını ...
Şimdiyse bir kargaşa ortasındayım, her yer toz bulutu, insanlar ağızlarıyla ellerini kapayıp kaçışıyor. Kasklı bir grup görüyorum, kaçanlara sopalar sallıyorlar. Kaçarken ayağı kayıp düşenler eziliyor ve dayak yiyor. Sürüklenenler var. Ağlayanlar. Yavrusunun üzerine kapaklanıp yol ortasında öylece kalakalmış insanlar.
Başımı öne eğdim ellerimle gözlerimi kapadım.''Yeter ne olur yeter'' diye mırıldanıyordum ve şuhurumu kaybetmekten korkuyordum. Kafamı kaldırdım, ellerimi çektim gözlerimden. Ve o ''ŞEY'' le burun buruna geldim. Yatağıma çıkmış üzerimde suratını suratıma yapıştırmış bir şekilde kalmıştık. Ne kadar öyle kaldık hatırlamıyorum. Onun büyük gözlerinin içinde çocukluğumu gördüm. En sevdiğim oyuncağım kırmızı arabamı ağzıma sokuyor,dişlerimi kaşıyordum. Sonra karardı gözlerimiz bir spot patladı yüzümde, bir uğultu duydum sonra el şaklatma sesleri, adımı söyleyen bir topluluk işittim. Kalabalığın önündeyim, kulakları sağır edecek bir müzik, arkamda dans eden bir grup var. Sonra tekrar karardı gözler.
Tık tık tık. Gözlerimi açtım günün güneşli ilk ışıkları odaya dolmuştu. Yorgan yerde, üstüm-başım dağılmış bir vaziyetteydi. Oda kapım çalınıyordu.''Gir'' dedim. Hatice hanım ''kahvaltı hazır'' demeye gelmişti ve gazetemi getirmişti. Peki ya ''O''.
O neredeydi ? ''Tamam geliyorum'' dedim hatice hanıma. Bana gezeteyi uzatarak gülümsedi ve hızlı adımlarla odadan çıktı. Yataktan kalktım, pencereye doğru gittim. Açıp temiz havayı kokladım. Sonra yatağımın yanındaki tekli koltuğa oturdum gazeteyi elimle düzeltip baktım. Baş sayfadaki habere göre, o ‘’ŞEY’’ ahşap bir evin bahçesinde asılı çamaşırların arasında ve kucağında kundakta bir bebek ile kaçarken suratı objektife dönük bir şekilde fotoğraflanmıştı. Fotografın çekildiği yer hiç yabancı gelmemişti. Ayağı fırlayıp pencereden sağa doğru baktığımda oranın iki ev ötedeki, eşi yeni doğum yapan Orhan’ların bahçesi olduğunu anladım.


( ‘’Yukarıdaki anlatım benim oluşturduğum bir kurgu, ancak bu tür gerçekliği ispatlanmış olayları yaşayan dünya üzerinde milyonlarca insanın var olduğunu inkar edemeyiz.
 Aramızda olduğuna inandığım, bizim farkında olmadığımız bu ''ŞEY'' lerin bir görevleri olduğunu, çoğunun bizi (insanlığı)çözmek için ve bazen de bizim hayatımızdaki oturttuğumuz sistemde görev almak için (mesela günümüz teknolojisinin akıl almaz bir şekilde hızlı ilerlemesi gibi) aramızda olduğunu düşünüyorum.
Kim bilir o ''ŞEY'' belki hayatımızda, bir bilim adamı, markette bir görevli, belki yol çalışması yapan bir işçi, belki şirketinizin en parlak yöneticisi ve belki de hayranı olduğunuz bir şarkıcıdır.’’ )












Hiç yorum yok:

Yorum Gönder